İşitilmedik Hikâyeler. Эдгар Аллан По

İşitilmedik Hikâyeler - Эдгар Аллан По


Скачать книгу
m. Karanlık ve fırtınalı bir sonbahar gecesi St. Germain köyünün Dunot Sokağı’nda 33 numaralı evin üçüncü katında, dostum Dupin’in küçük kütüphanesinde hem arkadaşımla beraber bulunmak hem Eskişehir taşından yapılmış bir piponun dumanlarını savurtarak hayallere dalmak gibi katbekat bir keyif sürüyordum. Uzun bir saat hiç söz söylemedik. Bizi kim görse her birimizin odadaki havayı dolduran tütün dumanlarının kıvrıla kıvrıla yükselen helezonlarından başka bir şeyle meşgul olmadığımızı zannederdi. Ben, kendi hesabıma gecenin ilk saatlerinde konuşmalarımızın mevzusunu teşkil eden meseleyi zihnen münakaşa ediyordum. Yani Morgue Sokağı işi ile Marie Roget’nin katline ait esrardan bahsetmek istiyorum. İşte zihnimde bu iki meseleyi birbiriyle birleştiren benzerliği düşünüyordum. O esnada apartmanımızın kapısı açıldı; eski tanıdıklardan Paris Polis Müdürü G… içeri girdi.

      Kendisine nezaketle “Hoş geldiniz.” dedik. Çünkü bu adamın sefil tarafı olduğu gibi hoş tarafı da vardı. Onu birkaç seneden beri görmemiştik. Karanlıkta oturduğumuz için Dupin bir lamba yakmak üzere ayağa kalktı. Lakin G… kendisini pek ziyade şaşırtan bir mesele hakkında bizimle, daha doğrusu arkadaşımla müşavere etmek için geldiğini söyleyince lambayı yakmadan yerine oturdu.

      Dupin lambanın fitilini yakmayarak dedi ki:

      “Eğer bu düşünülecek bir iş ise karanlıkta daha iyi tetkik ederiz.”

      Polis müdürü, “İşte garip fikirlerinizden biri daha.” dedi.

      Polis müdüründe aklının almadığı her şey için “garip” tabirini kullanmak merakı vardı. Onun için hayatı, bitmez tükenmez bir yığın gariplikler içinde geçerdi.

      Dupin ziyaretçimize bir pipo uzattı ve ayakları tekerlekli güzel bir koltuk sürerek “Vallahi, bu doğru!” diye mukabele etti.

      Ben sordum:

      “Ey, şimdi şaşırtıcı mesele nedir? Ümit ederim ki bu, katil nevinden bir vaka değil.”

      “Oh, hayır! Hiç öyle bir şey değil. Mesele hakikatte gayet basit. Kendi kendimize bu işin içinden pekâlâ çıkabileceğimizde şüphem yok lakin…”

      Dupin işin teferruatı hakkında malumat almaktan memnun olur diye düşündüm, çünkü iş son derece gariptir.

      Dupin dedi ki:

      “Basit ve garip!”

      “Ya! Evet. Bununla beraber bu tabirlerden ne biri ne diğeri doğru değil diyebilirsiniz. Mesele şu ki, bu iş müdüriyette hepimizi pek ziyade şaşırttı. Çünkü ne kadar basit olursa olsun bizi aciz bırakıyor.”

      Arkadaşım dedi ki:

      “Belki meselenin basitliği sizi hataya düşürüyor.”

      Müdür, neşe ile gülerek cevap verdi:

      “Ne manasız şeyler söylüyorsunuz!”

      Dupin “Belki bu sır biraz fazla aşikârdır.” dedi.

      “Oh, Allah’ım ben hiç böyle bir fikirden bahsolunduğunu işitmedim.”

      “Biraz fazla aşikâr.”

      Bu fikir misafirimizi çok eğlendiriyordu, haykırdı:

      “Ah! Ah! Ah! Ah! Oh! Oh! Dupin, görüyorsunuz ya, beni gülmekten katıltacaksınız!”

      Sordum:

      “Ey, nihayet mesele nedir?”

      Müdür koltuğuna yerleşti. Kesif, uzun bir tütün dumanı salıvererek tekrar etti:

      “Söyleyeceğim. Kısaca anlatacağım, lakin başlamadan önce size söylememe müsaade ediniz ki bu iş pek büyük bir sırdır. Eğer bunu her kime olursa olsun söylediğim duyulursa ben mevkimden olurum.”

      Ben “Başlayınız.” dedim.

      Dupin de “Yahut başlamayınız!” dedi.

      “Pekâlâ! Başlıyorum. Yüksek bir makamdan şahsen haber aldım ki hükümdarın dairesinden gayet ehemmiyetli bir vesika çalınmıştır. Çalan şahıs biliniyor. Bunda hiç şüphe yok. O, vesikayı çalarken görülmüştür. Bu vesikanın bugün de onun elinde olduğu malum.”

      Dupin sordu:

      “Bu nasıl biliniyor?”

      “Bu, vesikanın mahiyetinden ve bir de çalan şahsın elinden çıktığı, yani bu şahıs vesikanın işe yarayacağı maksadı elde ettiği hâlde meydana gelecek neticelerin henüz meydana gelmemiş olmasından pek kolay sonuç çıkarılıyor.”

      “Lütfen biraz daha açık söyleyiniz!” dedim.

      “Pekâlâ, şu kadar söyleyeyim ki bu vesika kimin elinde bulunursa onu bazı yerlerde kıymeti takdir edilemeyecek kadar büyük bir iktidara sahip eder.”

      Polis müdürü diplomasi lisanını pek seviyordu. Dupin dedi ki:

      “Yine bir şey anlamadım.”

      “Hakikaten bir şey anlamadınız mı? Haydi! İsmini söylemeyeceğim üçüncü bir şahsa gösterilmiş olan bu vesika gayet yüksek mevkide bulunan bir zatın namusuna taalluk ediyor. İşte bundan dolayı vesikanın hamili bu zat hâkim bir vaziyet alıyor. Bu da o haşmetli zatın şerefini, emniyetini tehlikeye koyuyor.”

      Sözünü kestim:

      “Lakin bu hâkimiyet, şununla kabili izahtır ki vesikası çalınan zat hırsızı biliyor! Kim cesaret edebilir ki…”

      G… dedi ki:

      “Hırsız D…’dır. Bir insana yakışmayan ve aynı zamanda kendine layık olan her şeye cüret ediyor. Hırsızlık pek mahirce ve cüretkârca yapılmıştır. Bahsettiğiniz vesika, daha açık söyleyelim, bir mektuptur. Mektubu çaldıran zat, bunu kralın odasında yalnız bulunduğu bir sırada almıştı. Okurken içeri pek muhterem bir şahsiyet girince mektubun okunması yarıda kalmış ve bilhassa içeri giren zattan gizli tutulmasını arzu ettiği için mektubu alelacele bir çekmeceye atmaya beyhude yere çalıştıktan sonra masanın üzerinde açık olarak bırakmaya mecbur olmuştu. Herhâlde mektubun yazılı tarafı altında idi. Mektubun muhteviyatı böyle gizli kaldığı için nazarıdikkati celbetmedi. Bu aralık Nazır D… içeri girdi. Onun ‘vaşak’ gözü derhâl imzanın yazısını tanıdı ve mektubu alan zattaki endişenin farkına vardı ve sırrını keşfetti.

      Bazı işleri görüp mutadı üzere gürültülü bir surette bitirdikten sonra cebinden bir mektup çıkardı. Bu da masanın üzerindeki mektuba az çok benziyordu. Açtı; okurken yaydı ve öteki mektubun yanına koydu. Takriben bir çeyrek saat kadar hükûmet işleri hakkında konuştu. İşin sonunda müsaade istedi ve kendisine ait olmayan mektubu aldı. Mektubun asıl sahibi bunu gördü; lakin tabii yanında oturan üçüncü zatın nazarıdikkatini celbetmemek için sesini çıkaramadı. Nazır masanın üstünde kendine ait olan ehemmiyetsiz mektubu bırakarak gitti.”

      Dupin yarı bana dönerek dedi ki:

      “İşte hâkimiyeti tam bir hâle getirmek ancak böyle olur: Hırsız biliyor ki soyduğu adam hırsızın kim olduğuna vâkıftır.”

      Müdür cevap verdi:

      “Evet birkaç aydan beri bu manevra ile kazanılan hâkimiyet, siyasi bir gaye için bol bol kullanılıyor. İş gayet tehlikeli bir noktaya gelmiştir. Mektubu çalınan zat, onu tekrar ele geçirmek lüzumuna gün geçtikçe daha ziyade kanaat getirmektedir. Lakin tabii bu, açıktan açığa yapılamaz. Hülasa başka çare bulamamış, işi bana havale etti.”

      Dupin bir duman bulutu içinde dedi ki:

      “Zannederim ki daha zeki bir memur bulmak ve hatta tasavvur etmek kabil değildi.”

      Müdür cevap verdi:

      “Beni taltif ediyorsunuz. Lakin benim hakkımda böyle bir fikir besleyenler de olabilir.”

      Dedim ki:

      “Sizin de söylediğiniz gibi mektubun şimdiki hâlde nazırın elinde bulunduğu meydandadır. Mademki mektubun kullanılması değil, belki elde bulunması hâkimiyeti temin eden bir vakıadır. Kullanılması hâlinde hâkimiyet kalmaz.”

      G… dedi ki:

      “Bu doğrudur. Ben de bu kanaatle yürüdüm. İlk işim nazırın evinde gayet sıkı araştırmalar yapmak oldu. Benim için en büyük güçlük nazırın haberi olmadan bu araştırmaları yapmaktı. Hepsinden gücü de niyetimizden onu şüphelendirecek


Скачать книгу