Aslında Her Şey Yolunda. Duygu Terim
Bunların hepsi birer ihtimal, kesin olansa Tuba’nın her zaman en iyisine sahip olduğu ve kocamın seçenekler içinde en iyisi olmadığı.
Bu kadar sessizlik hayra alamet sayılmazdı. Kapı aralığından izlemeye başladım. Mert’in gözleri akvaryumdaki Axel1 ve aynadaki kendi görüntüsü arasında gidip geliyor. Axel de yerleştiği çukura sığamamış iki bilye gibi görünen pörtlek gözleriyle Mert’e bakıyor. Başının yanından çıkan pembe yüzgeçleri ve sürekli gülümser görünen yüzüyle sevimli görünüyor. Mert Axel’in yüzündeki gülümsemeyi taklit etmeye çalıştı. İki eliyle dudak kenarlarını tutup yukarı kaldırdı. Yanakları tombullaştı ama Axel gibi gülümseyemedi. Memnuniyetsizliğini belli eden bir hırıltı çıkardı.
Kapıda beklediğimi fark etti. Gözleri yerde, başıyla mutfağı işaret etti. Ocakta kaynayan çaydanlığı unutmuştum. Üç kere sağ işaretparmağını salladı. Aynı parmağıyla kulağını tıkadı. Sesten korkmuştu. “Rahatsız mı oldun oğlum? Hemen kapıyorum altını.”
Astroloğumu Mert doğmadan önce tanısaydım ne yapardım bilmiyorum. İlk kez doğum haritama baktığında, “Sizin çocuğunuz,” deyip beklemişti, “farklı enerjilere sahip olabilir.” İki yaşına gelmeden otizm teşhisi konduğunu anlattım. “Onu kastetmedim,” dedi. “Sosyal alanda eksik kalabilir ama ruhsal alanda ileri, içgörüsü kuvvetli, özel bir ruh. Hem de ateş elementi yüksek. Bu da ani ve yıkıcı davranışlara neden olur. Suyla temas etmesini sağlayın, iyi gelecektir.” Evde göz teması kurduğu tek canlının bir semender olduğunu, belki kendisini bir semender ya da Axel’i bir insan gibi görerek ilişki kurduğunu anlatmadım. Bunlar detaylardı ve benim haritamda başak etkisi yok denecek kadar azdı.
Mutfağa dönüp çaydanlığı ocaktan aldım. Masanın üstünde kendim için seçtiğim kapalı kartı gördüm. Sandalyeye oturup birkaç kez tekrarladım. Om chandraya namaha. Kartı masanın ucuna doğru çektim, resmin kabartmasına dokununca ne olduğunu anladım. Hislerim doğruydu, bugün doğru gündü. Asılmış Adam kartını seçmiştim. Yeni bir başlangıç demekti, vazgeçmek, daha iyisi için kurban vermek.
Tuba’ya onu akşam yemeğine beklediğimizi, en sevdiği yemekleri yapmak için mutfakta olduğumu yazdım. Kesme tahtasının üstündeki bıçağı, yanındaki küçük küçük doğranmış havuçları ve patatesleri gösteren fotoğrafı dumanı tüten tabak emojisiyle yolladım.
Kapıda onları yan yana gördüğümde birbirlerine yakıştıklarını düşüneceğimi hayal bile edemezdim. Sanki ikisi bir çiftti, bekâr olan bendim ve evime misafir gelmişlerdi. Benimle selamlaştıktan sonra Mert’in odasına gittiler. Koridorda yürürken arkalarından baktım. Bedenleri birbirine dokunabilmek için fırsat kolluyordu.
Mert üstünde Axel’in fotoğraf baskısı olan tişörtüyle akvaryumun önünde oturmuş, ileri geri sallanıyordu. Geldiklerini görünce gün boyu uğraştığı resim kâğıdını Tuba’ya uzattı. Resimde semender kafalı bir çocuk figürü vardı. Çocuğun sağ tarafı insana, sol tarafı semendere benziyordu. Bu ürkütücü resimden almam gereken mesajın ne olduğuna emin olamadım. Hemen astroloğuma durumu anlatan bir mesaj yazdım ve sofrayı hazırlamak üzere mutfağa geçtim. Kısa süre sonra onlar da geldi. Tabakların, çatal kaşıkların sesi, alyansımın bardaklara dokunduğunda çıkardığı yankılı ince ses Bizim Aile filminin müziğini hatırlattı. Biz de akşam yemeği için salondaki büyük masaya neşeyle tabak çanağı taşıyan o karakterlere benziyorduk. İçimizden biri hayatımızı mahvetmişti ama adeta dans ederek sofra kuruyorduk.
Tuba onun için hazırladığım minestrone çorbasını içtikten sonra, “Nasıl bu kadar güzel yapıyorsun anlamıyorum,” dedi. “Ben yapınca seninki gibi olmuyor. Öyle değil mi Onur? Arkadaşımı bu konuda tek geçerim.”
Şimdi beynimin kıvrımlarından itinayla toplayıp küçük kare parçalar haline getirdiğim Tuba’yla olan bütün anıları minestrone çorbasına katıyorum. Patates, havuç, kabak, kereviz sapı, pırasa, soğan… Yatılıdaki hafta sonu izinlerimiz ve Atlas Sineması, üniversite şenliklerinde öpüştüğüm çocuk ve Tuba’nın üstüme kusması, lüks restoranın tuvaletinde sevişirken bastığımız çift, ben doğum sancısı çekerken ettiğimiz küfürler… Hepsini koyduğum çuvalı evin ortasında yakma hayali. Ya da sadece, “Aranızdaki her şeyi biliyorum” deyip yüzlerine tükürmek, ikisini de evimden ve hayatımdan kovmak. Hayal sözcüğündeki l sesinin yumuşaklığı, uçuculuğu ve kâbus sözcüğündeki u ve s seslerinin insanın göğsüne oturan ağırlığı, kovmak sözcüğünün kısa ve net tavrı.
Konuşulan hiçbir şeyi dinlemiyordum. Bir yandan mesajıma cevap geldi mi diye telefonuma bakıyor, öbür yandan axolotl videoları izleyen Mert’i kontrol ediyordum. Şuna benzer şeyler duydum. “Anayurdu Meksika olan axolotl’ların nesli tükenmek üzeredir. Küresel ısınma ve biliminsanlarının deneyleri nedeniyle. Kendilerine hayran bıraktıran özellikleri, herhangi bir organı koptuğunda ya da hasar aldığında hızla yenisini oluşturma yetenekleridir. Yeniden oluşan organ önceki gibi mükemmel çalışır. DNA’larının bu dünyaya ait olmadığı bile düşünülmektedir.”
Doğum haritalarındaki uyumlu ve uyumsuz gezegenleri düşünürken mi olmuştu, yoksa Tuba yirmi birinci yaş günümde yeni tanıştığım adamın evine gitmek için ondan nasıl izin almaya çalıştığımı anlatırken mi bilmiyorum. Mert acı içinde çığlıklar atarak salonla odası arasında koşmaya başladı. Onu kucakladığımda bir kanlar içindeki ellerine bir bana baktı. Evet, ilk kez benimle göz teması kurdu.
Hastaneden üç kişi döndük. Ben, kocam ve oğlum. Üç eksiğimiz vardı. Tuba, Axel ve oğlumun sol işaretparmağının tırnaktan ilk boğuma kadar olan bölümü. Birtakım kararlar aldım, pek çoğunu uygulamayacağım kararlar. Tekrar Akademi’ye dönmeli, kurşun döktürmeli, evi sirkeli suyla temizlemeliyim. Telefonumdaki hızlı aramalara Tuba’nın yerine astroloğumun telefonunu kaydetmeliyim.
Muntazam Çizgi
Evlendiklerinden iki yıl, hastaneden eli kolu boş çıkmalarından dört ay sonraydı. Taksici aşık taşlarıyla döşeli yokuşu işaret etti. “Bundan sonrasını yürümeniz gerek.” Gün yeni ışımıştı. Ortalık tenhaydı. Sokak köpekleri dükkânların önünde, yazın yorgunluğunu üstünden atamamış kasaba incecik yatak örtülerinin altında sonbahar uykusunda.
Bavulunun taşlara takılmasına aldırmadan yürüdü. Haftanın son iki gününde izin almış, dört günlük bir kaçış planı yapmıştı. Mutluydu. Olmalıydı. İçindeki boşluğu doldurmalı, kendisini tamir edip öyle dönmeliydi. Uçağa bindiğinden beri kendisine hatırlatıyor. Bunun için yüzlerce kilometre geldi. İşten biraz erken çıkıp eve kocasından önce gitse, cam demlikte demlediği papatya çayını uzun yemek masasında tek başına içse acısını hafifletmeye yetmez miydi? Yetmezdi. Aklında teselli cümleleri. Bir daha denersiniz, gençsiniz.
Altın renkli kapı koluna bütün gücüyle bastırdı. Yarısı cam kapı açıldı, sarı akrilik ipin ucundaki nazar boncuğu ve küçük zil birbirine çarparak neşeli bir ses çıkardı. Danışmada uyuklayan, saçları ortadan ikiye ayrılmış yüzü sivilceli genç uyandı.
“Buyurun, hoş geldiniz.”
“Hoş bulduk. Rezervasyonum vardı benim. Aslı Şahin Köroğlu.” Kimliğini uzattı. Tahsin defterde ismini bulmaya çalışıyor. Duvarda asılı düş kapanındaki kuş tüylerinin yarısı dökülmüş. Aslı’nın gözleri yeşil kadife koltuklarda. Çoğunun kolçakları ve oturma yerleri eskimiş, aradan süngerleri görünüyor. Bazılarının üstüne koltuk şalları atılmış.
“Buyurun
1
Julio Cortázar’ın “Axolotl” adlı öyküsünden esinlenerek.