Abdülhamit ve afrodit. İskender Fahrettin Sertelli
o ikiyüzlü?”
Abdülhamit’in ısrarı üzerine Nazikter, tatlılığı ve alışılmış şakraklığıyla, yeni açılan bir gül gibi açıldı.
“Bu gibi işler Cevdet Bey’in kızı gibi üç günlük devşirmelere veriliyorsa, sarayın huzuru elbette tehlikeye düşer, Padişahım!”
Abdülhamit, gözünün birini kapayarak tek gözle Nazikter’i süzdü.
“Kız, siz hepiniz kıskançlıkta birbirinize benziyorsunuz!”
“Cariyeniz hiç kıskanç değil, Sultanım! Fakat Melahat ikiyüzlü ve iki kalpli bir kadın.”
“İki kalpli bir kadın mı? Bu da ne güzel bir tarif. Birinde belki ben… Lakin ötekinde kim var acaba?”
“Genç ve güzel bir yaver.”
“Bu da kim? İsmini söyle çabuk!”
“Yüzbaşı Kâzım Bey.”
Abdülhamit bu ismi işitince beyninden vurulmuşa dönmüştü.
“Kız,” dedi, “bana hakikati söyle!”
“Hakikat bundan ibarettir, Padişahım! Melahat kaç günden beri Kâzım Bey’le gizli gizli görüşüyor.”
Hünkâr Yaveri Yüzbaşı Kâzım Bey, Erkânıharbiye Mektebi’nden çıkar çıkmaz selamlıkta Padişah’ın gözüne ilişmiş ve bu suretle yaverler arasına girmişti.
Yüzbaşı Kâzım Bey üç aydan beri sarayda bulunuyordu. Kendisi henüz yirmi beş yaşında, yakışıklı ve pembe yanaklı bir gençti. Kâzım Bey saraya girip çıkarken onu gören kadınlar, bu genç ve güzel yaver ile görüşmek için can atarlardı.
Abdülhamit, Nazikter’in verdiği bu bilgiye tedbirli yaklaşmakla beraber, bu hususta önlem almayı da faydalı görmüştü.
Nazikter, Hünkâr’ın tamamıyla gözüne girebilmek için her şeyi yapmaya karar vermişti. Çerkez kızının bir emeli ve bir gayesi vardı: Melahat’i Padişah’ın gözünden düşürerek saraydan uzaklaştırmak!
Genç kız bu emeline ulaşmak için efendisinin dizinin dibinde oturmuş anlatıyordu:
“Cariyenize güvenirseniz, Padişahım! Melahat saraya çok fena bir fikirle gelmiştir. Babasıyla da daima temasta bulunuyor. Hatta yarın ikindi vakti Başmusahip’in yanındaki salonda Kâzım Bey ile gizlice buluşup görüşecekler.”
“Sen nereden biliyorsun?”
“Konuşurlarken işittim, Sultanım.”
“Vay habisler vay!”
Abdülhamit, Nazikter’i bir müddet okşadıktan sonra birdenbire oturduğu yerden kalkarak odanın içinde asabi adımlarla dolaşmaya başladı. Nazikter’in sözlerini kıskançlığına atfetmekle beraber, genç ve güzel Yaver’in vaziyetini de göz önünde bulundurmaya lüzum görmüştü.
“Nazikter, haydi sen git. Yarın onları gözle ve orada buluştuklarını görünce derhal bana haber ver,” dedi.
Nazikter, huzurdan çıkar çıkmaz Melahat hakkında kendi kendine önemli karar ve önlemler almıştı. Evvela Melahat’e bir aracı vasıtasıyla haber göndermiş ve Yaver Kâzım Bey’in ertesi gün ikindi vaktinde Başmusahip’in dairesinin yanındaki salonda kendisiyle görüşmek istediğini bildirmişti.
Çerkez kızı bir diğer aracı vasıtasıyla Kâzım Bey’e de aynı şekilde haber göndermiş ve Melahat’in kendisini bekleyeceğini belirtmişti.
Ertesi gün Kâzım Bey ile Melahat söz konusu mahal ve saatte buluşmuşlardı.
Melahat, sarayda ilk defa gördüğü bu genç ve güzel yaver karşısında olanca metanetini muhafazaya çalışarak sordu:
“Beyefendi! Benimle ne görüşmek istediğinizi bilmiyorum. Fakat her şeyden evvel böyle tehlikeli bir yeri niçin seçtiğinizi sorabilir miyim?”
Kâzım Bey biraz da çapkın bakışlı bir gençti; Melahat çok hoşuna gitmişti. Onun bu sözlerini aralarında kurulacak ilişkiye bir temel olarak görerek, “İki gözüm, vallahi bilmiyorum nasıl oldu da burada buluştuk!” dedi.
Melahat, ilk defa böyle güzel ve sevimli bir erkekle karşılaşmıştı. Kendisiyle tanışmak için oraya davet edildiğini düşündü.
“Fakat beyefendi, burası çok tehlikeli bir yerdir. Bana söyleyecekleriniz uzun sürecekse başka bir yere gidelim.”
Bu esnada Nazikter koşarak Abdülhamit’e gitmiş ve rakibini herkesten gizli kurduğu tuzağa düşürmek için bütün zekâsını kullanmıştı.
Padişah, gerçek olacağına hiç ihtimal vermediği bu ihbar üzerine şiddetle yerinden kalktı ve rovelverini cebine koyarak odasından çıktı. Gideceği yeri bildiği için Nazikter’i kendi odasına göndermişti.
Padişah buluşma yerine geldiği zaman Melahat ile Kâzım Bey de bir koltuğa oturmuş, baş başa vermiş konuşuyorlardı.
“Nereye arzu ederseniz oraya gidelim, elmasım!”
“Çok rica ederim, evvela bana kısaca maksadınızı söyleyiniz!”
“Maksadım mı?”
“Öyle ya, beni buraya niçin davet ettiniz?”
“Çok zekisiniz, küçük hanım!”
“Ben mi? İhtimal.”
“Böyle ateşli iki gencin karşı karşıya gelince yekdiğeriyle ne konuşması lazım geldiğini elbette siz benden iyi takdir edersiniz!”
“Ah… Rica ederim beyefendi, kalbim fena halde çarpıyor. Şimdi birisi gelir de bizi burada görürse…”
“Kıyamet kopar, değil mi?”
“Tabii. Kıyamet kopacağını siz de tahmin edersiniz ya!”
“Nihayet sizi sevdiğimi ve size talip olduğumu söylersem…”
“Fakat benim Efendimize ait olduğumdan haberdar değilsiniz galiba?”
“Hayır. Mamafih siz kalbinizi bana verseniz ben sizi buradan…”
Genç zabit sözünü bitirememişti. Salonun kapısı birden açıldı ve Abdülhamit kapıdan içeriye girdi.
“Hain! Deminden beri seni dinliyordum,” dedi ve büyük bir soğukkanlılıkla cebinden rovelverini çıkararak Yaver’e ateş etti.
Rovelverden çıkan kurşun Yüzbaşı Kâzım Bey’in başına isabet etmişti. Genç zabitin başı derhal Melahat’in kucağına düştü ve alnından akan kanlar genç kızın üstünü lekelemeye başladı.
Hünkâr Yaveri baygın bir halde Melahat’in dizleri üzerinde yatıyordu.
Padişah birkaç adım yaklaşarak Melahat’a sordu:
“Kız, bu hain senden ne istiyordu?”
Melahat şaşırmıştı. Ne cevap vereceğini düşünüyordu. Hakikat namına bu feci sahneden başka bir şey bilmiyordu. Rovelver sesine Başmusahip koşmuş, fakat salon kapısında Padişah’ı görünce geri çekilmişti. Kâzım Bey’in niçin vurulduğunu anlayamayan saraylılar salonun önündeki koridora toplanmışlardı. Herkes büyük bir korku içinde birbirine bakıp duruyordu.
Melahat kendisine bir tuzak kurulduğunu tahmin etmişti. Padişah’ın kendisine önemli görevler verdiğini hatırlayarak yavaşça cevap verdi:
“O mesele hakkında Yaver ’den bazı şeyler öğrenmek istiyordum, Efendimiz!” dedi.
Abdülhamit, genç kızın suratından