Hayvan Çiftliği. Джордж Оруэлл
huzurla ölüme vardı. Meyve bahçesinin ucuna gömüldü.
Bu olay mart başlarında gerçekleşmişti. Takip eden üç ay boyunca gizli saklı bir faaliyet yürütüldü. Lider’in konuşması çiftliğin daha akıllı hayvanlarına yepyeni bir bakış açısı kazandırmıştı. Lider’in öngördüğü Başkaldırı’nın ne zaman gerçekleşeceğini bilmiyorlardı ve bunun kendi yaşamları süresince gerçekleşebileceğini düşünmek için hiçbir gerekçeleri yoktu. Yine de bu Başkaldırı’ya hazırlanmanın bir vazife olduğunu düşünüyorlardı. Öğretme ve diğerlerini organize etme işi hâliyle domuzlara düştü. Ne de olsa domuzların en akıllı hayvan olduğu kabul edilirdi. Domuzlar arasında ise Snowball ve Napolyon isimli iki erkek domuz öne çıkıyordu. Bay Jones onları satmak için yetiştiriyordu. Çiftlikteki tek Berkshire domuzu olan Napolyon iri yarı sert görünüşlüydü. Pek konuşmazdı ama bildiğini okumasıyla meşhurdu. Snowball ise Napolyon’dan çok daha canlı bir domuzdu. Konuşmayı daha iyi bilirdi ve daha yaratıcıydı ama karakterinin aynı derinliğe sahip olduğu söylenemezdi. Çiftlikteki geri kalan erkek domuzlar ise besi hayvanlarıydı. İçlerinde en iyi tanınanı Squealar isimli küçük ve şişman bir domuzdu. Yuvarlak yanakları ve ışıldayan gözleri vardı. Hareketleri çevik, sesi tizdi. Ağzı iyi laf yapardı. Zor bir konu hakkında fikir verdiğinde ise yan yana zıplamak ve kuyruğunu sallamak gibi bir hareketi vardı ki bu her nedense çok ikna ediciydi. Onun siyahı beyaz gösterebileceği söylenirdi.
İşte bu üç kişi Büyük Lider’in öğretilerini incelikle işleyip sistemli bir fikre dönüştürdüler ve buna “Animalizm” ismini verdiler. Haftada birkaç gece Bay Jones uyuduktan sonra ahırda gizli toplantılar düzenleyip Animalizm ilkelerini diğerlerine aktardılar. İlk başlarda çok fazla aptallık ve ilgisizlik ile karşılaştılar. Bazı hayvanlar Bay Jones’a olan sadakat vazifelerinden bahsettiler. Bay Jones’dan “Efendi” diye bahsediyorlardı. Onun tarafından besleniyor olmak gibi sığ argümanları vardı. “O olmazsa açlıktan ölürüz.” dediler. Diğerleri ise, “Biz öldükten sonra olacakları neden umursayalım?” ya da “Eğer bu Başkaldırı illa ki gerçekleşecekse onun için çalışmamız ya da çalışmamamızın ne önemi var ki?” gibi sorular sordular. Domuzlarsa bu yaklaşımların Animalizm’in ruhuna ne kadar aykırı olduğunu anlatmaya çalışırken büyük güçlük yaşadılar. En aptal sorular ise beyaz kısrak Mollie’den geldi. Snowball’a sorduğu ilk soru: “Başkaldırı’dan sonra şeker olacak mı?” şeklindeydi.
“Hayır!” dedi Snowball sertçe. “Bu çiftlikte şeker üretemeyiz. Ayrıca şekere ihtiyacın olmayacak. İstediğin kadar yulaf ve samanın olacak zaten.”
“Peki yeleme kurdele takmama izin verilecek mi?” diye sordu Mollie.
“Yoldaş.” dedi Snowball. “O çok sevdiğin kurdeleler köleliğin nişanesi. Özgürlüğün kurdelelerden çok daha değerli olduğunu anlayamıyor musun?”
Mollie söylenenleri kabul etse de ikna olmuşa benzemiyordu.
Domuzlar, evcil kuzgun Moses’un söylediği yalanlara karşı mücadele ederken daha büyük zorluklar yaşıyorlardı. Bay Jones’un gözde ev hayvanlarından Moses bir casustu ve dedikoducuydu. Bir de ağzı iyi laf yapardı. Hayvanların öldükten sonra Şekerleme Dağı isminde gizemli bir diyara göçtüklerini söylüyordu. Şekerleme Dağı’nın gökyüzünde bir yerlerde, bulutların az biraz ötesinde olduğunu söylemişti Moses. Burada haftanın yedi günü de pazar günü gibiydi ve yılın dört mevsiminde yoncalar yetişirdi. Kesme şekerler ve keten tohumu yemleri yetişirdi çalılarda. Hayvanlar Moses’tan nefret ederlerdi. Çünkü masallar anlatır ve hiç çalışmazdı. Ama bazıları Şekerleme Dağı’na inanıyordu ve domuzlar böyle bir yerin olmadığına onları ikna etmeye çalışırken çok zorlanıyorlardı.
En sadık müritleri Boxer ve Clover ismindeki araba atlarıydı. Bu ikisi kendileri için bir şey düşünmek konusunda büyük zorluklar yaşarlardı. Ancak domuzları öğretmenleri saydıktan sonra söyledikleri her şeyi kabul ediyor ve diğer hayvanlara basit argümanlarla aktarıyorlardı. Ahırdaki gizli toplantıları hiçbir zaman kaçırmıyor ve her toplantının sonunda “İngiltere’nin Hayvanları” şarkısını söylerken başı çekiyorlardı.
Ancak Başkaldırı beklenenden çok daha önce ve kolayca gerçekleşti. Bay Jones her ne kadar sert bir efendi de olsa son yıllarda becerikli bir çiftçi olmuştu. Ancak son zamanlarda işleri iyi gitmemeye başlamıştı. Bir davada büyük paralar kaybetmiş ve haddinden fazla içmeye başlamıştı. Bazen tüm gün boyunca mutfaktaki ahşap koltuğuna oturur, gazete okur, içki içer ve biraya batırdığı ekmek kırıntılarıyla Moses’ı beslerdi. Adamları başıboş ve hilekâr davranırdı. Tarlalar yabani otlarla dolardı. Binaların çatıları haraptı, çitler bakımsız bırakılmıştı ve hayvanlar beslenmiyordu.
Haziran ayı gelmişti ve otlar biçilmeye hazırdı neredeyse. Cumartesi gününe denk gelen yaz dönümünde Bay Jones, Willingdon’a gitmiş ve Kızıl Aslan isimli mekânda öylesine sarhoş olmuştu ki pazar öğlene kadar geri dönememişti. İnekleri sabah erken sağan adamlar daha sonra hayvanları beslemeden tavşan avına çıkmışlardı. Bay Jones geri döndüğündeyse oturma odası koltuğuna çökmüştü hemen. Dünya’dan Haberler dergisini okurken uyuyakalmıştı. Yani o günün akşamında da hayvanlar hâlâ açtı. Artık buna daha fazla dayanamıyorlardı. İneklerden biri ambarın kapısını boynuzuyla kırdı ve hayvanlar yemlenmeye başladılar. Bay Jones bu olaydan sonra uykusundan uyandı. Kısa bir süre sonra soluğu adamlarıyla birlikte ambarda aldı. Ellerindeki kırbaçları dört bir yana savuruyorlardı. Aç hayvanlar buna artık dayanamadılar. Daha öncesinde böyle bir şey planlanmadığı hâlde hep birlikte saldırdılar işkencecilerine. Jones ve adamları bir anda kendilerini dört bir taraftan darbe alırken buldular. Bu durum kontrol edebilecekleri bir durum değildi artık. Daha önce hiç hayvanların böyle davrandığını görmemişlerdi. İstedikleri gibi kötü davranmaya ve şiddet uygulamaya alışkın oldukları hayvanların bu ayaklanması onları öylesine korkutmuştu ki neredeyse akılları başlarından gidecekti. Çok kısa bir süre sonra kendilerini savunmayı bırakıp tabanları yağlamaya baktılar. Bir dakika sonra bu beş adam ana yola çıkan araba yolundan uçarcasına kaçıyorlardı. Arkalarındaki hayvanlar ise onları muzaffer bir şekilde kovalıyordu.
Yatak odası penceresinden dışarı bakan Bayan Jones, olan biteni gördükten sonra birkaç parça eşyasını bez çantaya tıkıştırdı ve başka bir yönden kaçarak çiftlikten uzaklaştı. Tüneğinden sıçrayan Moses, onun arkasından kanat çırpmaya başladı, yüksek sesle ciyak ciyak haykırıyordu. Bu arada hayvanlar Jones ve adamlarını ana yola kadar kovalamış ve çiftliğin dış kapısını arkalarından kapatmışlardı. Böylece onlar daha ne olduğunu anlayamadan Başkaldırı başarıyla gerçekleşmişti. Jones kovulmuştu ve çiftlik artık hayvanlara aitti.
İlk birkaç dakika boyunca bu kadar şanslı olmalarına inanmakta güçlük çektiler. Yaptıkları ilk şey çiftliği dolaşıp insanların bir yerlere saklanmadığından emin olmaktı. Sonra çiftlik binalarına geri dönüp nefret edilen Jones yönetimine ait her şeyi ortadan kaldırdılar. Ahır bölmelerinin sonunda bulunan koşum takımları odasının kapısını kırarak içeri girdiler. Gemler, burun halkaları, köpek zincirleri ve Bay Jones’un domuzlarla koyunları iğdiş etmek için kullandığı zalim bıçaklar kuyudan atıldı. Yularlar, kementler, at gözlükleri, küçük düşürücü yem torbaları ise avluda yanan çöp ateşine fırlatıldı. Kırbaçların da akıbeti aynıydı. Kırbaçların alev aldığını gören tüm hayvanlar sevinçle atlayıp zıplamaya başladılar. Snowball, pazar sergisi zamanlarında yeleleri ve kuyrukları süslemek için kullanılan kurdeleleri de ateşe attı.
“Kurdeleler.” demişti. “Giysi sayılırlar. Giysilerse insanoğlunu çağrıştırır. Tüm hayvanlar çıplak olmalıdır.”
Bu