Nar Evi. Оскар Уайльд

Nar Evi - Оскар Уайльд


Скачать книгу
varıncaya dek. Burada çok sayıda adamın kurumuş nehir yatağında çalıştığını gördü. Kayalıklara karıncalar misali hücum ediyor, zemine derin çukurlar kazıp içine iniyorlardı. Bazıları taşları koca baltalarla yarıyor, bazıları kumda bir şeyler arıyordu.

      Kaktüsleri kökünden yoluyor, kırmızı çiçekleri eziyorlardı. Etrafta koşuşturup birbirlerini çağırıyorlardı. Hiç kimse boş durmuyordu.

      Ölüm ve Açgözlülük onları bir mağaranın karanlığından seyrediyordu. Ölüm şöyle dedi: “Ben çok yoruldum. Üçte birinin bana ver de gideyim.” Ancak Açgözlülük başını salladı. “Onlar benim kölelerim.” dedi.

      Ölüm ona, “Elinde ne var?” diye sordu.

      “Üç mısır tanesi.” diye cevap verdi Açgözlülük. “Bundan sana ne?”

      “Birini bana ver!” diye bağırdı Ölüm. “Bana ver de bahçeme ekeyim. Sadece bir tanesini ver de gideyim.”

      “Sana hiçbir şey vermem.” dedi Açgözlülük ve elini kıyafetinin kıvrımının arasına sakladı.

      Ve ölüm güldü. Bir bardak alıp suya daldırdı. Sudan bir bardak sıtma çıktı. Sıtma kalabalığın arasından geçti ve üçte biri öldü. Sıtmayı soğuk bir sis takip etti. Su yılanları yanında dolanıyordu.

      Açgözlülük, kalabalığın üçte birinin öldüğünü görünce göğsünü dövüp ağlamaya başladı. Çorak göğsüne vurarak bağırıyordu. “Kölelerimin üçte birini katlettin. Git hadi. Tatar dağlarında savaş var ve iki tarafın da kralı seni çağırıyor. Afganlar siyah öküzü öldürdü ve savaşmak için yürümeye başladı. Kalkanlarına mızraklarıyla vuruyor ve demirden miğferlerini giyiyorlar. Benim vadimden sana ne? Neden burada vakit kaybediyorsun? Hadi git ve bir daha buraya gelme.”

      “Hayır.” diye cevap verdi Ölüm. “Bana bir mısır tanesi vermeden gitmeyeceğim.”

      Fakat Açgözlülük yumruğunu sıkıp dişlerini gıcırdattı, “Sana hiçbir şey vermeyeceğim.” diye söylendi.

      Ve Ölüm güldü eline siyah bir taş alıp ormana fırlattı. Vahşi bir baldıran çalısının içinden Humma ateşten bir giysiyle çıkageldi. Kalabalığın arasında dolaşıp onlara dokundu ve dokunduğu her adam öldü. Üzerinde yürüdüğü çimenler soluyordu.

      Açgözlülük ürperdi ve başına kül sürdü. “Sen zalimsin!” diye bağırdı. “Sen zalimsin. Hindistan’ın surlu şehirlerinin içinde kıtlık var. Semerkand’ın sarnıçları kurudu. Mısır’ın surlu şehirlerinde kıtlık var ve çekirgeler çölden geldi. Nil, kıyılardan taşmadı ve rahipler İsis ile Osiris’i lanetledi. Sana ihtiyacı olanların yanına git ve benim kölelerimi rahat bırak.”

      “Hayır.” diye cevap verdi Ölüm. “Bana bir mısır tanesi vermeden gitmeyeceğim.”

      “Sana hiçbir şey vermeyeceğim.” dedi Açgözlülük.

      Ve ölüm tekrar güldü. Parmaklarıyla ıslık çaldı ve uçarak bir kadın geldi. Alnında “Veba” yazıyordu. Bir sürü cılız akbaba yanında uçuşuyordu. Vadiyi kanatlarıyla kapladı ve hiçbir adam hayatta kalmadı.

      Ve Açgözlülük çığlık çığlığa ormana kaçtı. Ölüm ise kırmızı atına atlayıp dörtnala uzaklaştı oradan. Rüzgârdan bile daha hızlı gidiyordu.

      Vadideki bataklığın dibinden yılanlar ile tuhaf sürüngenler çıkıverdi. Çakallar kum üzerinde koşturarak çıktılar ortaya. Havayı kokluyorlardı.

      Genç Kral ağladı ve sordu: “Bu adamlar kimdi ve ne arıyorlardı?”

      “Kral için yakut arıyorlardı.” diye cevap verdi arkasındaki.

      Genç Kral ürperdi, arkasına döndü ve keşiş görünümlü bir adam gördü. Adamın elinde gümüşten bir ayna vardı.

      Rengi atmış Genç Kral sordu: “Hangi kral için?”

      Keşiş cevap verdi. “Aynaya bakarsan onu görürsün.”

      Aynaya baktı, kendi yüzünü görünce sesli bir çığlık atıp uyandı. Güneşin parlak ışıkları odaya giriyordu. Bahçedeki ağaçlarda kuşlar şakıyordu.

      Saray Nazırı ve yüksek rütbeli memurlar içeri gelip ona saygılarını sundular. Uşakları ona altın iplikten dokunmuş kaftanını ve asasını getirdiler.

      Genç Kral kendisine getirilen şeylere baktı. Çok güzellerdi. Daha önce gördüğü her şeyden daha güzeldiler. Ama rüyalarını hatırladı ve şöyle dedi yardımcılarına: “Bu şeyleri götürün. Onları giymeyeceğim.”

      Saraylılar şaşırmıştı, bazıları güldü. Çünkü Kral’ın şaka yaptığını zannetmişlerdi.

      Ancak onlarla bir kez daha ciddiyetle konuştu ve şöyle dedi: “Bu şeyleri götürün ve benden saklayın. Taç giyme törenimde dahi giymeyeceğim onları. Çünkü Hüzün’ün tezgâhında Acı’nın beyaz elleri tarafından dokundu bu kaftan. Yakutun kalbinde kan var ve incinin kalbinde Ölüm.” Sonra onlara gördüğü üç rüyayı anlattı.

      Saraylılar birbirine bakıp fısıldayarak şöyle dediler, “Kesinlikle delirmiş. Rüya rüyadır. Hayal de hayal. Bu şeyler gerçek değil ki dikkate alınsın. Bizim için çalışanların hayatlarından bize ne hem? Bir insan ekini eken kişiyi görmeden ekmek yiyemez mi ya da bağcıyla konuşmadan şarap içemez mi?”

      Saray Nazırı, Genç Kral’a şöyle dedi: “Efendim, bu karamsar düşüncelerinizi bir kenara bırakın yalvarırım. Şu güzel kaftanı giyin ve tacınızı takın. Eğer bir kral gibi giyinmezseniz sizin kral olduğunuzu insanlar nereden bilecekler?”

      Genç Kral ona baktı: “Öyle mi gerçekten?” diye sordu. “Eğer ki kral gibi giyinmezsem kral olduğumu anlamazlar mı?”

      “Sizi tanımazlar efendim.” diye bağırdı Saray Nazırı.

      “Ben bazı adamların kral gibi olduğunu düşünürdüm. Ama senin dediğin gibi olabilir. Yine de bu kaftanı giymeyeceğim ve bu tacı takmayacağım. Bu saraya nasıl geldiysem öyle ayrılacağım.”

      Arkadaşı gibi gördüğü kendisinden bir yaş küçük bir uşak dışında hepsini yolladı. Onu kendisine hizmet etmesi için yanında tuttu. Temiz suda banyo yaptı ve büyük bir boyalı sandığı açtı. İçinden deri tuniğini ve kaba koyun derisinden yapılma pelerinini çıkardı. Bunları keçi çobanının keçilerini güderken giyerdi. Tekrar giyindi ve kaba çoban sopasını eline aldı.

      Genç uşak iri mavi gözlerini hayretle açtı ve gülümseyerek şöyle dedi:

      “Efendim, kaftanınızı ve asanızı görüyorum ama tacınız nerede?”

      Genç Kral balkondaki vahşi asmadan bir avuç kopardı ve eğip bükerek bir çember yaptıktan sonra başının üzerine yerleştirdi.

      “Bu benim tacım olacak.” dedi.

      Bu şekilde giyinip kuşandıktan sonra odasından çıkıp büyük salona geçti. Soylular onu burada bekliyorlardı.

      Soylular keyiflendi ve bazıları ona bağırdı:

      “Efendim, halk kralını bekliyor ama siz onlara bir dilenci gösteriyorsunuz.”

      Diğer soylular ise öfkeliydi ve şöyle dediler:

      “Devletimizi utandırıyor ve efendimiz olmaya layık değil.” Ancak o, onlara cevap vermeden geçti. Parlak mermerden yapılma merdivenden indi, bronz kapılardan geçti, atını katedrale doğru sürdü. Ufak uşak yanında koşarak geliyordu.

      İnsanlar gülerek şöyle dedi: “Atı süren


Скачать книгу