İlyada. Гомер
göre Büyük İskender, “İlyada”yı seferleri sırasında beraberinde taşırdı.
MÖ II. yüzyıla gelindiğinde Lukianos’un hicivsel “True History”si (“Gerçek Öykü”) Homeros’la dalga geçiyordu: Lukianos, Kutsanmış Adalar’ı ziyaret eder ve ölümsüzlük teklifini geri çevirdiği için pişmanlığını dile getirip onu en kısa zamanda göreceğini söyleyerek gizlice Kalypso’ya aşk mektubu götürmesini isteyen Odysseus ile karşılaşır. Aynı sıralarda ünlü İskenderiye Kütüphanesi, iki şiir için düzeltmeler yapıyor ve kısaltmalar (scholia5) hazırlıyordu. Şimdi bile, eski çağlardan kalma herhangi bir eserden daha fazla sayıda “İlyada” ve “Odise”nin eski yazmalarına sahibiz.
Ancak ne yazık ki Bizans İmparatorluğu dışında Homeros’un şiirlerine dair bilgiler bin yıl boyunca kayıp olacaktı. MÖ IV. yüzyılın sonunda Batı Avrupa’da, Yunanlara dair bilgiler kaybolmaya başladı. Orta Çağ’da yazarlar ve düşünürler ya Homeros’u sadece özetlerden biliyorlardı ya da antik çağların sonundaki iki Latince çalışmadan, “İlyada” ile ilgili çarpık düşünceler edindiler (MÖ IV. yüzyıldan VI. yüzyıla kadar): Yunan tarafının bakış açısından anlatılan Giritli Dicty’nin sözde “Diary of The Trojan War”u (“Truva Savaşı’nın Günlüğü”) ile Truva tarafının bakış açısı ile anlatılan Frigyalı Dares’in “History of Destruction of Troy”u (“Truva’nın Yıkımının Tarihi”). Bunlar, “Truva konusu” denen birçok Orta Çağ hikâyesine esin kaynağı oldular.
1354’te İtalyan Şair Petrarca, “İlyada” ve “Odise”nin bir Bizans el yazmasını satın aldığı zaman Homeros’un geri dönüşü nihayet başladı. Petrarca, Yunanca okuyamadığı için metin Latinceye çevrildi (Arkadaşı Boccaccio bu dili öğrenmişti.). 1488’de Yunancadaki ilk baskıları ortaya çıktı ve giderek daha fazla bilgin yeniden keşfedilen bu dili samimi olarak öğrenmeye başladı. 1598’de George Chapman, “İlyada”nın ilk on kitabının İngilizce baskısını çıkardı, geri kalanını ve “Odise”yi de sonradan tercüme etti.
Rönesans sırasında Yunan çalışmalarının yeniden doğuşu ile beraber, İngilizce konuşulan ülkelerde Eski Yunan Uygarlığı ve özellikle Homeros’a gittikçe artan bir hayranlık duyulmuştur. Büyük VII. yüzyıl destanı “Paradise Lost” (“Kayıp Cennet”), kasıtlı bir şekilde “İlyada”daki şiir tanrıçalarının dualarını tekrarlayarak başlar ve güçlü Latin aksanına rağmen neredeyse Pagan modeline eşit bir güce ve ihtişama sahiptir. Kör Milton, doğal olarak, bilindiği kadarıyla kör olan Homeros ile özdeşleştirildi.
XVIII. yüzyılda Alexander Pope, “İlyada”yı kahramanlık beyitlerine çevirerek liste başı kitaba eş değer bir eser ortaya çıkardı. Birçok ünlü modern klasik akımcı -örneğin, Jasper Griffin ve Bernard Knox- Pope’un “İlyada”sını dillerindeki en iyi Homeros çevirisi olarak değerlendirdiler (Pope’un “Odise”sinin büyük bir çoğunluğu iki yardımcısı tarafından yazıldığı için istikrarsızdır.). Pope’un çağdaşı, Klasik Bilgin Richard Bentley, söylentilere göre, “Hoş bir şiir Bay Pope, ancak buna Homeros dememelisiniz.” demiştir. Ancak Pope’un mısraları gerçek bir güç barındırmaktadır: “Şimdi Ulysses savaş alanında tek başına durmakta / Yunanların hepsi kaçtı, Truvalılar üstlerine saldırırken / fakat o sakin ve bir bütün olarak ayakta durmakta…”
XVIII. yüzyılın sonralarında bilim, Homeros hakkındaki tarihî görüşümüzü kökten değiştirmeye başladı. F. A. Wolf, “Prologemenon ad Homerum”da (“Homeros Üstüne Önsöz” -1795) şiirlerin, Yunanların yazı ile tanışmadığı zamanlarda sözlü olarak derlendiğini, sonra papirüs üzerine yazılıncaya kadar dört yüzyıl boyunca ezberden okunarak aktarıldığını savunmuştur. Eserlerin sanatsal bütünlüğü büyük çoğunlukla düzenleyenlerin çalışmalarına bağlıdır.
Kraliçe Victoria tahta geçtiği zamanlarda Homeros, İngiliz eğitim sisteminde temel kitap hâline gelmişti; imparatorluğun kahramanca idealleri için bir kaynak kitap ve yüce dimağların tercih ettiği bir eğlence aracı olarak… XIX. yüzyıl İngiltere’sinin en saygın başbakanı olan William Gladstone’un kendisi de Homeros’la ilgili yedi kitap basmıştı ve Homeros alanındaki bilimlerde önde gelen bir kişiydi ancak bu ilginç adam, zaman zaman Eski Çağ’dan kalma âdetlerin temelde Hristiyanlıktan kaynaklandığını düşünmeye başladı. Çağdaşı şair ve deneme yazarı Matthew Arnold, hâlâ edebiyat eleştirmenliğinin en dahice çalışmalarından biri olarak sayılan “On Translating Homer”ı (“Homeros’un Çevirisi”) ortaya koydu. Arnold bu denemede şiirlerin güncel çevirilerini eleştirdikten sonra (John Henry, diğer adıyla Kardinal Newman’ın kardeşi Francis Newman’a ait), bir yazar olarak Homeros’un önemsediği başlıca dört özelliğini sıralamıştır: Homeros’un temel etkisinin, “en akıcı; tarzında en yalın ve direkt; fikirlerinde en yalın ve direkt; son derece asil bir şair olması” olduğunu belirtir.
Gelenek karşıtı Samuel Butler, belki sonuncusu hariç bu ilkelerde hemfikirdi. Bu nüktedan (“İnsan, etrafta koşuşturmak için çok fazla titreşen bir jöledir.”) roman yazarı [“The Way of All Flesh” (“Tüm İnsanlar Gibi”)], vizyoner (“Erewhon” -ütopya) ve amatör Yunan bilgini, Homeros’a karşı bir takıntı geliştirdi. “Odise”nin bir kadın tarafından yazıldığına inandı hatta şimdilerdeki Sicilya’daki Trapani gibi soylu bir doğum yerine sahip olan genç, dikbaşlı ve evlenmemiş bir kız tarafından yazılmıştı. Butler’ın “The Authoress of the Odyssey”sine (“Odise’nin Yazarı”) göre kendini şiirde güzel Prenses Nausicaa olarak tasvir etmiştir. Dışarıdan bakınca tüm bunlar kulağa deli saçması olarak gelir fakat Alexander Pope’un çok eğlenceli bir girişi olan “İlyada” çevirisinde bahsettiği gibi, Homeros’un, şiirlerini, Mısır’dayken -pek olası olmasa da- Phantasia adında bir kadından çaldığına dair bir efsane vardır. Butler bu fikri ciddiye alıp -ancak sadece “Odise” için- geliştirdi ve en azından Robert Graves’e en sıra dışı tarihî romanlardan biri olan “Homer’s Daughter”ı (“Homeros’un Kızı”) yaratması için ilham verdi.
Gerçek ne olursa olsun Butler’ın teorisi ton, yapı ve tabiat bakımından “İlyada” ve “Odise” arasındaki önemli farkların altını çizer. “İlyada” ihtişamlı, kasvetli ve yürek parçalayıcıyken “Odise” dümenci bir Yunan’ın maceralarını anlatan bir peri masalı gibidir. Aslında, şimdi pek çok bilim adamı, “Odise”nin Yakın Doğu destanı “Gılgamış” ve “Binbir Gece Masalları”ndaki gibi derlenmiş halk masallarından ilham aldığına inanıyor. Odysseus’un bazı kıl payı kurtuluşlarını neredeyse kesin olarak Jason ve Argonaut’lar hakkındaki daha eski bir destandan almıştır. Hakikaten, “İlyada” trajikken “Odise” bir macera romanı gibidir, neredeyse bir haydut romanı gibi.
Gerçekten de Butler’ın çevirileri; dolambaçsız, çabuk ilerleyen nesir sayesinde bu destanları, Viktorya Dönemi’ne ait masallar hâline getirmiştir. Şimdi bile bu tip bir yaklaşım onun versiyonunu -bu kitapla yeniden basılmıştır- Homeros’la tanışmak için ideal hâle getirir: anlaşılır, doğrudan ve cezbedici bir şekilde okunaklı.
“İlyada” ve “Odise”nin tarihi, tarihsel gerçekliği, kaynağı ve terkip yöntemi hakkında kayda değer spekülasyonlar ve şiddetli ihtilaflar uzun zamandan beri vardır. Günümüzdeki genel anlayış; Homeros’un şiirlerinin, MÖ VII veya VIII. yüzyılda yazılmasına karşın “sözlü kurallar” kullanılarak oluşturulduğu ve merkezi Knossos ve Pylos’ta olan MÖ 1200’lerin Bronz Çağı Miken kültürüne benzer bir dünyayı tasvir ettiğidir. Türkiye’de, Hisarlık’taki kazılar -ilk defa Heinrich von Schliemann tarafından 1860’larda başlatılmıştır- Truva olduğu belirlenen
5
Yunancada dil bilgisel veya açıklayıcı yorumlar anlamına gelir. (ç.n.)