Arthur Gordon Pym’in Öyküsü. Эдгар Аллан По
VERNE’İN SUNUŞU
Bilim kurgunun babası Jules Verne, edebiyat dünyasındaki öncülü Edgar Allan Poe’nun yapıtlarına saygı ve hayranlıkla yaklaşarak derinlemesine incelemekle kalmamış; Poe’nun tek romanı olan –ve ne yazık ki bitiremeden vefat ettiği için yarım kalan– “Arthur Gordon Pym’in Öyküsü” adlı eseri kendi stilince tamamlamak üzere kolları sıvayarak ortaya iki kitaplık “Buzlar Sfenksi”ni (Le Sphinx des Glaces / The Sphinx of the Ice Fields / 1897) çıkarmıştır.
Bu eserde Edgar Allan Poe’nun anlattığı Arthur Pym’in öyküsünün gerçekliği, Kaptan Len Guy’un, erkek kardeşinin “Jane” adlı gemideki akıbetini takip etmesine yardımcı olan ipuçları yaratacak biçimde olayların bir araya gelmesiyle gösterilir; kayboluşu sırasında Arthur Pym’in, güvertesinde bulunduğu geminin ta kendisidir bu. Bay Joerling’in çabaları sonucu, Halbrane mürettebatı, Jane’den sağ kalan olup olmadığını araştırmak üzere Antarktika’ya yolculuk etmeye ikna olacaktır…
Aşağıdaki yazıda da büyük söz ustası, hayranı olduğu Poe’nun bu benzersiz eserini, konuyu etraflıca irdeleyerek kaleme aldığı ayrıntılı giriş yazısından alıntılarla tanıtıyor.
“…Şimdi ise sıra, Poe’nun eserleri üzerine yaptığım bu çalışmayı yansıtacak romanda. En uzun öykülerinden daha da uzun ve şu başlığı taşıyor: “Arthur Gordon Pym’in Öyküsü”. Belki de olağanüstü öykülerinden daha insancıl, ancak olağanüstülük bakımından onlardan altta kalır yanı yok. Dramın doğası başta olmak üzere hiçbir yerde karşılaşılmayan durumlar sunuyor. Kararı siz vereceksiniz.
Poe, maceralarının hiçbir şekilde hayal ürünü olmadığını ispatlamak amacıyla, âdeta yazılanlara inanılsın diye, sözü geçen Gordon Pym’in bir mektubunu Bay Poe’nun adıyla imzalanmış gibi aktarmakla başlıyor; gerçekliklerin lehine bir sunum yapıyor. Fazla uzağa gitmeden bunların, mümkün olmasa bile, olası olup olmadığını göreceğiz.
Bir ressam kesinliğiyle ve uygun kelime seçimiyle, mutsuz adamın sanrılarını, hayallerini, tuhaf seraplarını, fiziksel ızdıraplarını, iç dünyasındaki sızlamalarını, boyarcasına tasvir ediyor Poe. “Konuşma yetisi gitmişti; beyni sulanıyordu; bu umutsuz anda, koca bir yaratığın patilerinin göğsüne bastırıldığını hissetti ve ışıl ışıl iki yuvarlak, pırıltılarını ona yöneltti; baş dönmesi tüm beynini kapladı. Okşama, sevgi ve sevinç gösterilerinin, bu karanlık yaratığın onu bordaya dek izleyen terranova cinsi köpeği Tiger olduğunu fark etmesini sağladığı sırada, deliliğin eşiğindeydi.”
Poe’nun, nasıl bir olaylar dizisiyle okuyucuyu hazırladığını görüyorsunuz; her şeye inanıyorsunuz ve sonraki bölümün başlığını okuduğunuzda içinizi bir ürperti kaplıyor: Kuduz Tiger.
Bordada neler olmuştu! Bir tayfa isyanı, kaptan ve yirmi bir adamın kurban olduğu bir kıyım… Bu korkunç sahneden sonra Grampus yoluna devam etmiştir. Romancımızın sözleriyle, sonraki maceralar, “insan tecrübesinin sicilinin tamamen dışında olaylar içerecektir; insanların inanma sınırlarını doğal olarak aşarken, sadece anlatacak olduğum hiçbir şeye inanılmayacağı umutsuzluğuyla devam ediyorum. En önemli ve en olanaksız iddialarımın doğrulanması için sadece zamana ve bilimin gelişimine güvenim olacaktır.”
Burada garip açlık sahneleri gelir karşımıza ve kilere ulaşmak için harcanan tüm çabalar boşa çıkar; tüm bunlar sürükleyici bir anlatımla betimlenmiştir. Bu pek yoğun acıların arasında, Poe’nun dehasına uygun, korkunç bir olay meydana gelir. Yazar, bizim şu ünlü Dumont d’Urville’in, l’Astrolabe ve la Zélée yolculuklarında kolayca kandırdığı Weddel’in çabalarından söz ederek, bu denizcilerin keşfinin tuhaf öykülemesini de yapmaktadır:
“18 Ocakta mürettebat, karada yaşadığı kuşku götürmeyen bir hayvanın vücudunu çıkardı.”
“Üç ayak uzunluğunda ve sadece altı parmak yüksekliğindeydi. Çok kısa dört bacağı, parlak bir lal renginde ve mercana benzeyen uzun tırnaklarla silahlanmış ayakları vardı. Vücudu yumuşak ve tümü aynı mükemmel beyazlıktaki tüylerle kaplıydı. Kuyruğu bir sıçanınki gibi ucuna doğru inceliyordu ve yaklaşık bir buçuk ayak uzunluğundaydı. Kafası bir kedininkini andırıyordu, kulakları hariç; onlar bir köpeğin kıvrık ve sarkık kulakları gibiydi. Dişleri tıpkı tırnakları gibi canlı kırmızı renkteydi.”
“‘Ülkenin içinde attığımız her adımda,’ dedi, ‘medeni insanlarca ziyaret edilen diğer tüm topraklardan farklı bir toprakta olduğumuz inancına kuvvetle varıyoruz.’”
“Gerçekten de ağaçlar, kavurucu sıcaklığa sahip bölgelerde yetişenlerin hiçbirine benzemiyordu. Kaya kütleleri ve katmanları yeniydi; su ise yine eşsiz bir doğa olayını gözler önüne seriyordu.”
“Var olan herhangi bir kireçli su kadar berrak olmasına karşın, berraklığın alışılmış görüntüsüne sahip değildi. Göze kırmızının olası tüm çeşitlerini sunuyordu, tıpkı ipeğin değişken yansıma ve parıltısı gibi…”
“Bu bölgenin hayvanları, en azından görüntü bakımından bilinen hayvanlardan tamamen farklıydı.”
“Uzun günler boyunca Gordon ve Peters, fındıkla beslenerek labirentin içinde yaşadılar; Gordon, üç uçurum ile sonlanan labirentin şeklini tam doğru olarak çizdi; hatta öyküsünde bu üç uçurumun resmi de yer alıyor, tıpkı ponza taşına kazınmışa benzeyen yarıkların reprodüksiyonu gibi.”
“22 Mart: Karanlıklar açıkça kalınlaşmıştı ve suların önümüze gerilmiş perdeye yansıyan aydınlığından daha yumuşaktı. Çok soluk beyaz renkteki devasa kuşlardan oluşan bir sürü, bu eşsiz örtünün ardında boyuna uçmaktaydı… O kataraktı aralayıp sanki bizi almak için oluşan bir girdabın çemberleri içine atıldık. Ama işte, yolumuzun ortasında, dünyada yaşayan kimsede görülemeyecek kadar büyük orantılara sahip örtünmüş bir insan figürü giyinmekteydi. Ve adamın derisinin rengi, karın mükemmel beyazlığındaydı.”
Ve öykü bu şekilde kesiliyor. Kim sonunu getirir ki? Benden daha gözü pek ve daha küstah biri, bu olanaksız şeyler arazisinde ilerleyecektir.
Bununla beraber, sonuçta bu garip yayını kendi yaptığına göre, Gordon Pym’in paçayı kurtarmış olduğunu düşünmek gerek; ama eserini tamamlayamadan ölüveriyor. Poe buna derinden üzülüyor ve boşlukların doldurulması görevini reddediyor.
İşte Amerikalı romancının önde gelen eserlerinin özeti. Bunları garip ve doğaüstü olarak nitelendirerek çok mu ileri gittim? Edebiyatta gerçekten yeni bir form yaratmadı mı? Onun kelimeleriyle ifade etmek gerekirse, ölçüsüz beyninin duyarlılığından kaynaklanan bir form?
Anlaşılmazlığı bir kenara bırakırsak, Poe’nun eserlerinde hayranlık duyulması gerekenler, durumların yeniliği, pek bilinmeyen olguların tartışılması, insanın anormal özelliklerinin gözlenmesi, nesnelerinin seçimi, kahramanlarının hep garip olan kişilikleri, onların hastalıklı ve sinirli huyları, kendilerini tuhaf ünlemlerle ifade etme tarzlarıdır. Ve bu arada, tüm bu imkânsızlıkların ortasında, bazen okuyucunun saflığını ele geçiren bir gerçeğe uygunluk da vardır.
Şimdi dikkati bu öykülerin materyalist taraflarına çekmeme izin verin. Asla beklenmedik müdahaleler hissedilmiyor; Poe, bunu itiraf edeceğe benzemiyor ve her şeyi fizik kanunlarıyla açıklarmış gibi yapıyor, ki gerektiğinde gerçekten icat da ediyor. Bu sefer de doğaüstü olana -sürekli- hayranlığının vermesi gereken hava hissedilmiyor. Tabiri caizse istemeye istemeye fantezi yapıyor, zira bu mutsuz adam materyalizmin bir başka havarisidir. Ancak bence bu kendi huyundan çok, Birleşik Devletler’in safça pratik ve endüstriyel olan halkının etkisinin suçu. O, Amerikalı pozitif insan üzerine yazdı, düşündü, hayal kurdu; bu eğilimleri göz önüne alarak, eserlerine hayranlıkla bakıyoruz.
Olağan dışı öykülerinden, Edgar Poe’nun içinde yaşadığı sürekli bir aşırı coşkunluğu kestirebiliyoruz. Ne yazık ki doğası ona yetmemekteydi ve aşırılıkları ona kendi sözleriyle korkunç alkol hastalığını vererek, sonunda da ölümüne neden oldu.”
Ön Söz
Birkaç ay önce, güney denizlerinde ve daha başka bölgelerde başıma gelen, ileriki sayfalarda anlatacağım olağanüstü serüvenlerden sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne geri döndüğümde, tesadüfler sonucu