Japon Kültürü. Masaharu Anesaki
saharu Anesaki
Japon Kültürü
Masaharu Anesaki, 1873’te Kyoto’da doğdu. 1896’da Tokyo Üniversitesi’nden mezun oldu ve Avrupa ve Hindistan’a pek çok seyahat gerçekleştirdi. Daha sonra mezun olduğu okulda profesör oldu. Japon dinleri ve sanatın hayattaki sembolik doğası üzerine eğitimlerini sürdürdü ve dersler verdi. Batının Japon sanatına olan ilgisinin gelişmeye başladığı yirminci yüzyılın ilk otuz yılında Amerika ve Avrupa’ya birkaç gezi yaptı. İngilizce çalışmaları arasında, mevcut kitabın yanı sıra, Buddhist Art in Relation to Buddhist Ideals ve History of Japanese Religion da yer almaktadır. Dr. Anesaki 1949’da ölmüştür.
Cemal Can Tarımcıoğlu, 1988 yılında Üsküdar’da doğdu. 2012’de İstanbul Üniversitesi tarih bölümünü felsefe yandal programıyla birlikte tamamladı. 2014’te ise askeri tarih alanında yüksek lisansını bitirdi. Aynı sene İstanbul Üniversitesi’nde yakınçağ tarihi alanında doktorasına başladı ancak 2018’in sonlarına doğru çeviri yapmaya başladıktan sonra doktorayı yarıda bıraktı. O tarihten itibaren kitap çevirileri yapmaya devam ediyor, ayrıca Marmara Üniversitesi’nde İngilizce öğretmenliği okuyor.
GİRİŞ
Bu kısa ama son derece değerli kitapta Masaharu Aneseki, Japon sanatının ruhuna özellikle vurgu yaparak Japon kültürünün panoramik bir görünümünü sunuyor. Kitap aslında bir klasik olarak kendini kanıtlamıştır ve Okakura Kakuzo’nun benzer bir temayı ele aldığı Çay ve Zen gibi, zamanının diğer değerli eserleri arasında yer almaktadır.
Anesaki, kitabının ilk çıktığı dönemde olduğu kadar bugün de önemli olan bir mesajı iletmek için anlaşılır bir dille kendini ifade etmiştir. Barışı ve sanat ile doğanın güzelliğine doğru içe dönüşü savunur. Mütevazı bir köylünün sessiz düşüncelerine olduğu kadar Zen felsefesine, eski bir saray asilzadesinin duygularına da aşinadır.
Japonya’nın sanatsal ve felsefi mirasının modern dünya için özel bir anlamı vardır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl boyunca Japon düşüncesi ve Japon sanatı, batı düşüncesi üzerinde güçlü bir etki yarattı. Bu kitap bizi Japon kültürünün köklerine ve bu etkinin temellerine götürmektedir.
Hogai’nin kaleminden batı tarzı bir dokunuşu gösteren Meiji döneminin en önemli tablosu: Müşfik Anne
YENİ BASKI İÇİN GİRİŞ
Batılıların, Marco Polo’nun Çin’e yaptığı destansı yolculuğundan çok önce doğu keşiflerindeki ilham kaynağı, yüzyıllar boyunca ipek ve baharat arzusuydu. Batı dünyası, doğunun en büyük zenginliğinin egzotik lükslerde değil, derin dinlerinde, sanatlarında ve doğaya karşı alçakgönüllü olma felsefesinde olduğunu 19. yüzyılın sonlarına kadar fark etmedi.
Doğunun ruhu, Amerika’ya ilk kez Henry Thoreau, Ralph Waldo Emerson ve Walt Whitman gibi ulaşabildikleri doğu kitaplarının ilk çevirilerini hevesle okuyan kişiler tarafından götürüldü. Şimdi, doğu hakkındaki temel fikirler ve kavramlar basmakalıptır, ancak bunların içsel anlamları kolayca kavranmaz. Profesör Masaharu Anesaki’nin Japon Kültürü adlı çalışması, batının doğu düşüncesini daha iyi anlamasına yardımcı olan klasik kitaplardan biridir. Bu eser, her şeyden önce, içsel anlamları açıklayan bir kitaptır.
Japonların yaklaşık iki buçuk asırdır dış dünyadan soyutlanmasına son veren 1868 Meiji Restorasyonu, Japonya ile batının birbirini daha iyi anlamasının yolunu açtı. Bununla birlikte batılılar, on yıllar sonra Japonları doğuluların en esrarengizi olarak görmeye devam ederken çoğu Japon, batıdan gelen “barbarların” tuhaf kıyafetlerinin içine gizlenmiş kuyrukları olduğuna dair eski şüphelerine sadık kalmış gibi görünüyorlar. Yüzyılın başlangıcından önce, Mahayana Budizmini, Zen sanatlarını, çay içmenin inceliklerini veya Bushido’yu duyan çok az batılı vardı. Japon sanatının hazinelerini ve geleneksel Japon kültürel yaşamının cazibesini batıya gösterenler Masaharu Anesaki’nin kuşağının bilginleriydi.
Anesaki, aslında batı dünyası hakkında bilgi edinmek için dışarı açılmakta özgür olan ikinci nesil Japon bilim insanlarındandı. Bu yeni Japon bilim insanlarından bazıları, alacakları kadar verecekleri de olduğunu keşfettiler. Özellikle, Japonya’ya ilgi duyan Boston, Paris ve Londra’daki gruplar, bilgi aktarmak için can atıyorlardı. Anesaki’nin daha yaşlı çağdaşı Okakura Kakuzo, Amerika Birleşik Devletleri’nde müze müdürü olarak kaldı. Belki de Japonya’dan çıkan bilim insanlarından en ünlüsü olan Daisetsu (Daisetz) Teitaro Suzuki, yetmiş yıl kadar süreyle batıya Zen düşüncesini öğretti.
Zen, tıpkı Okakura Kakuzo’nun Ideals of the East ve Çay ve Zen adlı eserlerinde olduğu gibi bu kitabın da ana temasıdır. Bu üç kitap da Zen aydınlanmasının aynı genel mesajını taşır ve aynı zamanda Japon kültürünün merkezine dair net bir görüş sunar. Japon sanatının estetiği kesinlikle doğulu olmayanların kavrayamayacağı kadar yabancı değildir. Farklı olan onların mitleridir.
ÖNSÖZ
Bu kitap, Harvard Üniversitesi Fogg Müzesi’nde yıllar önce halka açık şekilde verilen bir dizi derse dayanmaktadır. Kitap, daha sonra Japonya’daki çağdaş yaşam ve sanat üzerine bir bölüm ekleme düşüncesiyle yarım bırakılmıştı. Ancak değişimler ve koşuşturmanın ortasında yaşayan yazar, duruma uygun bir bakış açısı bulmakta zorlandı. Şimdi, Japan Society of New York’un, yirmi beşinci yıl dönümü münasebetiyle bu cildi yayımlamaya yönelik nazik teklifini kabul eden yazar, değişen durum hakkında kısa bir açıklama ve çökmekte olan duygusallık üzerine bir bölümle birlikte, biraz değiştirilmiş olarak bu cildi halka sunmaya girişiyor.
Bir kişi, Tokyo’da yaşadığında ve meydana gelen hem fiziksel hem de ahlaki değişiklikleri gözlemlediğinde eski Japonya’nın geride kaldığını hisseder; ancak Kyoto gibi bir şehir veya bir kırsal bölge ziyaret edildiğinde, değişiklikler oldukça yüzeysel görünür ve bu cildin ilk iki bölümündeki ifadeler hâlâ geçerlidir. Gerçekten de Japon ulusunun dikkate değer bir özelliği, yaşanan birçok değişikliğe ve özümsenmesi gereken yeni etkenlerin ortaya çıkmasına rağmen, mirasında en değerli olanı, Japon hayatının ve ruhunun ayırt edici unsurlarını değiştirmeden korumasıdır. Bu cildin amacı, bu noktayı örneklemektir.
Kaynaklar idareli kullanılmıştır. Belki de yazarın, dinle ilgili birçok noktanın daha önceki yayınlarında daha ayrıntılı olarak ele alındığından bahsetmesine izin verilebilir:
Buddhist Art in Relation to Buddhist Ideals (Houghton Mifflin, Boston, 1916).
History of Japanese Religion (Tuttle, Rutland, Vermont and Tokyo, 1963).
BİRİNCİ BÖLÜM
Japonya’da Sanat, Yaşam ve Doğa
Sanat bir ilham, hayat ise bir gerçekliktir. Sanatsal bir ilhamın algılanması ve ifade edilmesi daha çok hayat şartlarına ve durumlarına bağlıdır; ancak hayat tarzları genellikle sanatsal düşünceler, şiirsel veya dini ilhamlarla şekillenir. İdeal ile gerçek nadiren çatışma içindedir ancak birbirlerine zorunlu olarak karşıt değillerdir. Hayat ile sanatın dışında doğa bulunur. Doğa, ya acımasızlıkla ya da merhametli bir şekilde fiziki varlığımızı belirler. Bununla birlikte insan arzusunun ve ilhamının da kaynağıdır. Gücün, enerjinin, hayatın ve güzelliğin hiç bitmeyen tezahürlerini oluşturur. Sürekli olarak değişir ancak insan hayatının narinliğiyle dalga geçercesine baki kalır. Doğada ilahın bir vahyini keşfeden pek çok din ve ondan derin ilhamlar çıkaran pek çok sanatçı yok mudur?
Burada, hayatın “mutlak gerçeklerinin” insanın zihinsel veya duygusal hayatını ne kadar etkilediğini veya doğanın yalnızca mekanik ve fiziksel olarak mı işlediğini ele almak gibi bir niyetimiz yok. Biyologlar veya sosyal teorisyenler ne derse desin, insanlık tarihinde sanat, hayat ve doğanın, ister uyum ister çatışma içinde olsun, her zaman karşılıklı ilişki içinde olduğu tartışmasız bir gerçektir. Japonya’da sanat ile hayat ve bu ikisinden her birinin doğa ile kurduğu yakın ilişki bizim asıl amacımızdır. Sanatın, sanatsal tasarım yoluyla görünür kılınan insan yaşamının özel