Şeref Yemini . Морган Райс
ucunda kumun üzerinde durmakta olan devasa bir demir top vardı.
Conven aşağıya doğru sarkarak zinciri hızla çekti. Tüm gücünü sarf ederek inledi, ama onu kaldırmayı başaramadı.
“Çok ağır,” diye homurdandı.
Conval ve Thor onun yanına gelerek yardım ettiler. Üçünün birden yakalayıp yukarıya çekmeye çalıştıkları zincirin ağırlığı Thor’u şaşırtmıştı: üç kişi olmalarına rağmen zinciri sadece bir kaç ayak kadar kaldırabilmişlerdi. Sonunda dayanamayıp bıraktılar ve zincir yeniden kumların üzerine düştü.
"Ben de yardım edeyim," dedi Elden, öne doğru bir adım gelerek.
Elden devasa cüssesiyle hepsinin tepesinden bakıyordu. Eğilerek zinciri çekmeye başladı ve onu tek başına kaldırmayı başardı. Thor hayretler içinde kalmıştı. Diğerleri de hemen el verdiler ve zinciri tek beden halinde her seferinde bir ayak kadar olmak üzere çekmeyi ve çıpayı parmaklıkların üzerinden güverteye almayı başardılar.
Gemi hemen kıpırdandı ve dalgaların üzerinde sallanmaya başladı ama büyük bir kısmı hâlâ kumlara saplanmış bir şekilde duruyordu.
"Kürekler!" diye bağırdı Reece.
Thor geminin her iki yanında, her biri neredeyse yirmi ayak uzunluğunda iki tahta kürek olduğunu gördü ve bunların ne işe yaradığını hemen anladı. Bir tanesini Reece ve o, diğeriniyse Conval ve Conven aldılar.
“Kıyıdan açıldığımızda, siz de yelkenleri açın!” diye haykırdı Thor.
Sonra eğilerek kürekleri kuma sapladılar ve bütün güçleriyle itmeye başladılar; Thor bunu yaparken inliyordu. Gemi ağır ağır hareket etti ama belli belirsiz bir şekilde… Aynı anda, Elden ve O’Connor geminin ortasına doğru koştular ve branda bezinden yapılmış yelkenleri kaldırmak için büyük bir gayretle ipleri, her seferinde bir ayak olmak üzere çektiler. Şanslarına, güzel bir rüzgâr vardı. Thor ve diğerleri bu şaşırtıcı derecede ağır olan gemiyi kumdan kurtarmak için tüm güçleriyle kumları ittirirken, yelkenler de açıldı ve rüzgârı tutmaya başladı.
Nihayet, gemi altlarında sarsıldı ve aşağı yukarı sallanarak, hiç ağırlığı yokmuş gibi suların üzerinde kaymaya başladı. Çok fazla güç sarf ettiği için Thor’un omuzları titriyordu. Elden ve O’Connor yelkenleri fora ettiler. Az sonra denize açılmışlardı bile.
Elden ve O’Connor’a kürekleri yerlerine koymak ve iplerini bağlamak için yardım ettikten sonra hep birlikte zafer çığlıkları attılar. Bütün bunlardan heyecanlanan Krohn da onlarla birlikte cıyak cıyak bağırmaya başladı
Gemi başıboş bir şekilde sürüklenmeye başlamıştı. Thor hemen dümene geçti. O’Connor da onun yanına geldi.
"Dümene geçmek ister misin?” diye sordu Thor, O’Connor’a.
O’Connor’un yüzüne kocaman bir gülücük yayıldı.
"Hem de nasıl…”
Birden iyiden iyiye hızlandılar ve rüzgârı arkalarına alarak Tartuvian’ın sarı suları üzerinde seyretmeye başladılar. Sonunda, gemiyi harekete getirmeyi başarmışlardı. Thor derin bir soluk aldı. Yola çıkmışlardı.
Thor, Reece ile birlikte pruvaya doğru yöneldi. Krohn ikisinin arasına girerek Thor’un bacağına yaslandı. Thor eğilerek onun yumuşak beyaz kürkünü sıvazladı. Krohn, Thor’a abanarak onu yaladı; Thor küçük bir torbaya elini daldırdı ve Krohn için bir parça et çıkardı. Krohn bir hamlede eti kaptı.
Thor bakışlarını önlerindeki uçsuz bucaksız denize çevirdi. Ufukta İmparatorluk’un simsiyah gemileri birer nokta halinde görünüyordu. Büyük bir ihtimalle Halka’nın McCloud tarafına gitmek üzere yola çıkmışlardı. Neyse ki, onları fark etmemişlerdi. Tek başına seyreden küçük bir gemiyi arıyor olmaları mümkün değildi. Gökyüzü açıktı, arkalarından esen rüzgâr oldukça kuvvetliydi ve hız almaya devam ediyorlardı.
Thor bakışlarıyla çevreyi tarayarak, ileride neler olabileceğini kestirmeye çalıştı. İmparatorluk topraklarına ne kadar zamanda varabileceklerini ve onları orada nelerin beklediğini merak ediyordu. Kılıç’ı nasıl bulacaklar ve bu hikâye nasıl sona erecekti? Önlerinde sürüyle engel vardı ve başarılı olma şanslarının fazla olmadığını biliyordu, ama yine de bu yolculuğa nihayet çıkabilmiş olmakta dolayı müthiş bir coşku içindeydi. Buraya kadar gelebilmiş olmak ona heyecan veriyordu ve Kılıç’ı geri alma arzusuyla yanıyordu.
"Ya orada değilse?” diye sordu Reece.
Thor dönerek ona baktı.
“Kılıç, yani,” diye ekledi Reece. “Ya orada değilse? Ya kaybolmuşsa? Veya parça parça edilmişse? Ya onu asla bulamazsak? Ne de olsa, İmparatorluk’un toprakları uçsuz ve bucaksız…”
“Ya İmparatorluk onu nasıl kullanacağını keşfetmişse?” diye sordu Elden yanlarına gelerek, kalın sesiyle.
“Peki ya Kılıç’ı bulduğumuz halde geri getirmezsek?” diye sordu Conven.
Karşılarında duran ve yanıtı olmayan bu soru deniziyle tedirgin olmuş bir şekilde orada öylece kalakaldılar. Bu yolculuk bir çılgınlıktı, Thor bunu biliyordu.
Hem de tam bir çılgınlık…
BÖLÜM DÖRT
Gareth, babasının çok değer verdiği ve şatonun üst katında bulunan çalışma odasının taş zemini üzerinde volta atarak, ne varsa tek tek kırıp döküyordu.
Gareth kitaplıktan kitaplığa giderek, asırlardan beri ailesinin mülkiyetinde olan deri kaplı tüm değerli kitapları bir vuruşta aşağıya indirdi, ciltlerini paraladı ve sayfalarını paramparça etti. Havalara fırlattığı sayfalar, kar taneleri gibi başının üzerine yağdı, bedenine ve salyalar akan yanaklarına yapıştı. Bu sarayda babasının sevdiği her şeyi, her kitabı tek tek ortadan kaldırmaya kararlıydı.
Köşedeki masaya doğru ilerledi, afyon çubuğunu titreyen elleriyle yakalayarak içinde kalanları güçlüce içine çekti. Buna şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardı. Bir afyon bağımlısıydı, fırsat bulduğu an tüttürüyordu. Rüyalarında ve hatta artık uyanık olduğu vakit bile onu rahat bırakmayan babasıyla ilgili tüm imgeleri ortadan kaldırmak zorunda olduğunu hissediyordu.
Gareth çubuğu yerine koyarken babasının, çürüyen bir ceset olarak, tam karşısında durduğunu gördü. Ona her göründüğünde, bir öncekinden daha çürümüş ve daha çok iskelete benzemiş oluyordu. Gareth bu korkunç görüntüyü görmemek için başını çevirdi.
Eskiden olsa Gareth ona saldırmayı denerdi ama bunun bir işe yaramadığını artık öğrenmişti. O yüzden şimdi sadece başını çevirmekle ve başka yerlere bakmakla yetiniyordu. Hep aynı şey oluyordu: Başında paslı bir taç olan babası, ağzı açık bir şekilde, ona iğrenmiş gibi bakıyor ve bir parmağını suçlar gibi ona doğru uzatıyordu. O korkunç bakış Gareth’a günlerinin sayılı olduğunu hissettiriyor ve babasıyla buluşmasının sadece bir zaman meselesi olduğunu hatırlatıyordu. Babasını görmekten dünyadaki her şeyden daha çok nefret ediyordu. Onu öldürmekle eline bir lütuf geçmiş olsaydı, hiç olmazsa onun yüzünü görmekten kurtulabilseydi… Ama ironik olarak, şimdi onu her zamankinden daha sıklıkla görüyordu.
Gareth aniden dönerek afyon çubuğunu hayaletin üzerine fırlattı. Yeterince hızlı atabildiği takdirde, hedefi tutturabileceğini umuyordu.
Ama çubuk sadece havada uçtu ve duvara çarparak tuzla buz oldu. Babasıysa hâlâ orada duruyor ve öfkeyle ona bakıyordu.
“Bu uyuşturucular