Büyülü Gökyüzü . Морган Райс
başını kaldırınca binlerce ceset gördü ve Godfrey orada olsa bile onu bulup bulamayacaklarını düşündü.
Reece de diğerleri gibi tek başına cesetten cesede gitti ve onları çevirdi. Kendi halkının insanlarının suratlarını gördü; bazılarını tanıyordu, bazılarını da tanımıyordu, ama tanıdıkları birlikte savaştığı, babası için savaşmış kişilerdi. Reece vatanını bir veba gibi saran felakete hayret etti ve bunun artık gerçekten sona ermiş olmasını diledi. Ona bir ömür boyu yetecek kadar savaş ve ceset görmüştü. Artık barış dolu bir hayat yaşamaya, kendisine gelmeye ve yerle bir olan yerleri yeniden inşa etmeye hazırdı.
“BURADA!” diye bağırdı Indra heyecan dolu bir sesle. Birsinin tepesinde durmuş ona bakıyordu.
Illepra dönüp derhal yanına gitti ve diğerleri de oraya yöneldi. Illepra yerde yatan kişinin yanına çömeldi ve yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı. Reece de yanına çömelip, hayretle erkek kardeşine baktı.
Godfrey.
Şişkin karnı daha da belirgindi, tıraşsızdı, gözleri kapalıydı, suratı fazla solgundu ve elleri soğuktan mosmor kesilmişti. Ölmüş gibi gözüküyordu.
Illepra eğilip onu tekrar tekrar sarstı, ama Godfrey yanıt vermedi.
“Godfrey! Lütfen! Uyan! Benim! Illepra! GODFREY!”
Onu sarsmaya devam etti, ama Godfrey uyanmadı. En sonunda, çaresizlik içinde diğerlerine döndü ve kemerlerine baktı.
“Şarap!” diye bağırdı O’Connor’a.
O’Connor belindeki çantadan şarabı alıp ona Verdi.
Illepra bunu Godfrey’in suratına tutup dudaklarına damlattı. Başını kaldırıp ağzını açtı ve birkaç damla diline akıttı.
Godfrey aniden tepki verip dudaklarını yaladı ve şarabı yuttu.
Öksürüp doğruldu, şarabı kaptı ve gözlerini açmadan kana kana tek dikişte hepsini bitirdi. Gözlerini yavaşça çatı ve elinin tersiyle ağzını sildi. Şaşkın ve aklı karışmış bir halde etrafına bakınıp geğirdi.
Illepra sevinçle bir çığlık attı ve eğilip ona sıkı sıkı sarıldı.
“Hayattasın!” diye bağırdı.
Reece kardeşi şaşkınlıkla ama gayet sağlıklı bir halde etrafına bakınırken derin bir oh çekti.
Elde ve Sema Godfrey’in kollarının altından tutup onu ayağa kaldırdılar. Godfrey ilk başlarda sendeleyerek durdu ve şaraptan uzunca bir yudum daha alıp yine elini tersiyle ağzını sildi.
Boş bakışlarla etrafına bakındı.
“Neredeyim?” diye sordu. Uzanıp başını ovuşturdu. Başında kocaman bir şişlik vardı; acıyla gözlerini kıstı.
Illepra şişliği ustaca kontrol etti, elini başında ve saçlarındaki kurumuş kanların üstünde gezdirdi.
“Yaralanmışsın,” dedi. “Ama kendinle gurur duyabilirsin: Hayattasın. Güvendesin.”
Godfrey düşecek gibi olunca, diğerleri onu hemen tuttular.
“Ciddi bir yaralanma değil,” dedi Illepra şişliğe bakarak. “ama dinlenmen gerek.”
Belindeki çantadan bir bandaj çıkardı ve güzelce başının etrafına doladı. Godfrey irkildi ve ona baktı. Sonra, etrafına bakınıp alandaki cesetleri gördü ve gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Hayattayım,” dedi. “İnanamıyorum.”
“Başardın,” dedi Reece ağabeyinin omzunu mutlulukla sıkarak. “Başaracağına emindim.”
Illepra kollarını boynuna dolayıp ona sarılınca, Godfrey de ağır ağrı ona sarıldı.
“Demek bir kahraman olmak böyle bir his,” dedi Godfrey. Diğerleri bunu duyunca güldü. “Bana böyle daha çok içki verin, belki o zaman daha çok kahramanlık yaparım.”
Godfrey şaraptan yine uzunca bir yudum aldı ve en sonunda dengeli ayakta durmasına yardım eden Illepra’ya yaslanarak ve kolunu omzuna atarak onlarla birlikte yürüyecek hale geldi.
“Diğerleri nerede?” diye sordu Godfrey yürürlerken.
“Bilmiyoruz,” dedi Reece. “Batı’da bir yerde olduklarını umuyoruz. Oraya doğru gidiyoruz. Kraliyet Sarayı’na ulaşmaya çalışıyoruz. Kimlerin geride kaldığını görmek istiyoruz.”
Reece bunları söylerken yutkundu. Ufka baktı ve halkının Godfrey’yle aynı kaderi paylaştığını umdu. Thor’u, kız kardeşi Gwendolyn’i, kardeşi Kendrick ve sevdiği daha birçok kişiyi düşündü. Ama İmparatorluk ordusunun büyük bir kısmının hala ileride olduğunu biliyordu ve gördüğü yaralıların ve ölülerin sayısından daha en kötüsüyle henüz karşılaşmadıklarını tahmin ediyordu.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Thorgrin, Kendrick, Erec, Srog ve Bronson İmparatorluk ordusuna karşı tek bir duvar gibi duruyorlardı; askerleri arkalarındaydı, silahlarını kaldırmışlardı ve İmparatorluk birliklerini yok etmeye hazırlardı. Thor bunun bir ölüm saldırısı, hayattaki son savaşı olacağını biliyordu, ama endişeli değildi. Orada, düşmana karşı savaşarak, ayaklarının üstünde, kılıcı elinde, asker arkadaşları yanı başında savaşacak ve vatanını koruyacaktı. Yaptıklarını ve kendi halkına karşı savaşmasını telafi etmesi için bir şansı olacaktı. Hayatta bundan daha fazla istediği bir şey yoktu.
Thor Gwendolyn’i düşündü ve keşke onun için daha fazla vakti olsaydı diye düşündü. Steffen’ın onu sağ salim oradan kaçırdığını ve cephenin ardında güvende olduğunu umdu. Var gücüyle savaşmaya, elimden geldiğinde çok İmparatorluk askeri öldürmeye niyetliydi. Bunu sırf Gwen’e bir şey olmasın diye yapacaktı.
Thor orada dururken korkusuz, cesurca orada duran ve savaşmaya hazır asker kardeşlerinin gücünü hissedebiliyordu. Bunlar krallığın en iyi savaşçıları, Gümüş’ün, MacGiller’in ve Silesialılar’ın en iyi şövalyeleriydi. Hepsi birlik olmuştu ve kötü şartlara rağmen hiçbiri korkuyla geri çekiliyordu. Hepsi de vatanlarını korumak için canını vermeye hazırdı. Hepsi şerefe ve özgürlüğe canlarından daha fazla değer veriyordu.
Thor İmparatorluk borazanlarının düşman askerlerin saflarında çaldığını duydu ve sayısız askerin düzgün gruplar halinde dizildiğini gördü. Karşısındakiler disiplinli, acımasız ve hayatları boyunca savaşmış komutanları olan askerlerdi. Liderlerinin ölümü karşısında savaşa devam etmek için eğitim almış iyi yağlanmış bir makineyi andırıyorlardı. Yeni ve isimsiz bir imparatorluk komutanı öne çıktı ve birliklerin başına geçti. Düşman askerleri çok kalabalıktı ve Thor onları o kadar az adamla yenemeyeceklerini biliyordu. Ama artık bunun bir önemi kalmamıştı. Ölseler de fark etmezdi. Asıl mesele, nasıl ölecekleriydi. Gerçek erkekler gibi ayaklarının üstünde, son bir kahramanca çarpışmada öleceklerdi.
“Onların bize gelmesini mi bekleyelim?” diye sordu Erec bağırarak. “Yoksa onlara MacGil karşılamasını mı sunalım?”
Thor diğerleri gibi gülümsedi. Ufak bir ordunun daha büyük bir orduya saldırması gibi bir şey yoktu. Hem tehlikeliydi, hem de yürekliliğin en üst aşamasıydı.
Thor ve adamları hep birlikte aniden bir savaş çığlığı attılar ve saldırıya geçtiler. Hızla koşarak iki ordu arasındaki mesafeyi kapatmaya başladılar; savaş çığlıkları etrafta yankılanırken askerleri de hemen peşlerindeydi. Thor kılıcını havaya kaldırmış, kalbi gümbür gümbür atarken ve buz gibi