Kraliçelerin Yönetimi . Морган Райс
omuz silkti.
“Benim hayatım halkımızın hepsinin hayatına değmez.”
Darius kızgınlık içinde, yürürlerken ne diyeceğini bilmiyordu. Fark etmeye başlıyordu ki, Loti anlaşılmazı zor, güç bir kızdı. Ebeveynlerinin, kendi halklarının katı düşüncesiyle çok fazla beyni yıkanmıştı.
“Yani o zaman benden nefret ediyorsun,” dedi. “Seni kurtardığım için benden nefret ediyorsun.”
Loti ona bakmamakta ısrar ederek yürümeyi sürdürdü.
Gururla, “Ben de seni kurtardım,” diye karşılık verdi. “Hatırlamıyor musun?”
Darius kızardı; onu anlayamıyordu. Çok gururluydu.
Nihayet, “Senden nefret etmiyorum,” diye ekledi. “Ama bunu nasıl yaptığını gördüm. Ne yaptığını gördüm.”
Darius, Loti’nin sözlerinden incinmiş vaziyette, içinden titremeye başladığını hissetti. Sözleri ağzından bir suçlama gibi çıkıyordu. Bu adil değildi, özellikle biraz önce onun hayatını kurtarmış olduğu dikkate alındığında.
“Ve bu o kadar korkunç bir şey mi?” diye sordu. “Benim hangi gücü kullanmış olduğum?”
Loti cevap vermedi.
“Ben kimsem oyum,” dedi Darius. “Bu şekilde doğdum. Bunu ben istemedim. Bunu ben de tamamen anlamıyorum. Ne zaman gelip ne zaman gittiğini bilmiyorum. Hayatta bir daha kullanıp kullanamayacağımı da bilmiyorum. Onu kullanmayı ben istemedim. Bu sanki…onun beni kullanması gibi bir şeydi.”
Loti karşılık vermeden, onunla göz göze gelmeden yere bakmaya devam etti ve Darius içini sıkan bir pişmanlık hissetti. Onu kurtarmakla bir hata mı yapmıştı? Kendisinin kim olduğundan utanması mı gerekiyordu?
“Kullandığım her ne idiyse. . .onu kullanmış olmam yerine ölmeyi mi tercih ederdin? diye sordu” Darius.
Yine Loti yürürlerken cevap vermedi ve Darius’un duyduğu pişmanlık derinleşti.
“Bundan hiç kimseye söz etme,” dedi. “Bugün burada ne olduğundan asla söz etmemeliyiz. Yoksa her ikimiz de aforoz ediliriz.”
Köşeyi döndüler ve köyleri önlerinde göründü. Ana toprak yoldan aşağı yürüdüler ve ilerlerken büyük bir neşe çığlığı atan köylüler tarafından görüldüler.
Bir an içinde büyük bir hareketlenme oldu ve yüzlerce köylü onları karşılamak için ortalığa döküldü. Hepsi heyecanla Loti ve Darius’u kucaklamak için koştular. Loti’nin annesi kalabalığı yararak ona doğru ilerledi. Yanında babası ve iki erkek kardeşi vardı. Hepsi uzun boylu, geniş omuzlu, kısa saçlı ve gururlu çeneleri olan birer erkekti. Hepsi tepeden Darius’a bakarak onu tarttılar. Yanlarında Loti’nin diğerlerinden daha ufak ve bir ayağı aksak olan üçüncü erkek kardeşi duruyordu.
“Sevgili yavrum,” dedi Loti’nin annesi; kalabalığın arasından hızla gelip onu kucakladı ve sıkı sıkı sarıldı.
Darius ne yapması gerektiğini bilemeden geride kaldı.
“Ne oldu sana?” diye sordu annesi. “İmparatorluk seni alıp götürdü sandım. Nasıl ellerinden kurtuldun?”
Köylülerin hepsi ciddiyetle sessizleştiler ve bütün gözler Darius’a çevrildi. Darius ne söyleyeceğini bilemeden orada öylece duruyordu. Bu yaptığı şey için büyük bir sevinç ve kutlama anı olmalıydı diye düşündü, büyük gurur duyacağı ve kendi evinde bir kahraman olarak karşılanacağı bir an. Ne de olsa, hepsinin içinde sadece kendisi Loti’nin peşinden gitme cesaretini göstermişti.
Bunun yerine, bu kendisi için zihin karışıklığı yaşadığı bir an oldu. Ve belki de utanç duyduğu bir an. Loti sanki sırlarını açıklamaması için kendini uyarır gibi ona anlamlı bir bakış fırlattı.
“Hiçbir şey olmadı, Anne,” dedi Loti. “İmparatorluk fikrini değiştirdi. Beni bıraktılar.”
Annesi, “Seni bıraktılar mı?” diye tekrarladı, şaşkınlık içinde.
Loti başını evet der gibi salladı.
“Beni buradan uzaklarda bıraktılar. Ormanda kayboldum ve Darius beni buldu. Geri dönmeme yardım etti.”
Köylü sessizlik içinde hep birlikte kuşkuyla bir Darius’a, bir Loti’ye bakıyordu. Darius onlara inanmadıklarını sezdi.
“Suratındaki şu iz ne?” diye sordu babası, ona yaklaşarak başparmağıyla yanağını ovup incelemek için başını kendisine doğru çevirerek.
Darius oraya baktı ve büyük ve mor bir kırbaç izi gördü.
Loti tereddütle başını kaldırıp babasına baktı.
“Ayağım… Takıldı,” dedi. “Bir ağaç köküne takıldım. Dediğim gibi, ben iyiyim,” diye ısrar etti, meydan okurcasına.
Bütün gözler Darius’a döndü ve köy muhtarı Bokbu öne çıktı.
“Darius, bu doğru mu?” diye sordu sıkkın bir sesle. “Onu kavgasız gürültüsüz sen mi geri getirdin? İmparatorlukla hiç bir çatışman olmadı mı?”
Darius kalbi hızla çarparken, üzerinde yüzlerce göz, orada öyle durdu. Eğer onlara çatışmadan söz ederse, ne yaptığını anlatırsa, gelecek misillemeden korkuya kapılacaklarını biliyordu. Ve kendi büyüsünden bahsetmeden onları nasıl öldürdüğünü izah edebileceği bir yol yoktu. O zaman kendisi ve Loti aforoz edilecekti… Tüm bu insanların kalbine korku salmak istemiyordu.
Darius yalan söylemek istemiyordu. Ama başka ne yapacağını bilmiyordu.
Onun için, yalan söylemektense, Darius konuşmadan başıyla onaylamakla yetindi. Bunu nasıl isterlerse öyle yorumlasınlar, diye düşündü.
İnsanlar yavaş yavaş içleri rahatlayarak, hep birlikte dönüp Loti’ye baktılar. Nihayet, onun erkek kardeşlerinden biri öne çıkarak bir kolunu Loti’nin omzuna attı.
“O, sağ ve salim!” diye seslendi gerginliği bozarak. “Önemli olan tek şey bu!”
Gerginlik ortadan kalkarken köyden büyük bir bağrışma yükseldi ve Loti ailesi ve diğerleri tarafından kucaklandı.
Darius orada durup olanları izledi. Loti ailesiyle dönüp halkla köyün içine götürülürken bir kaç kişi Darius’un sırtını isteksizce sıvazladı. Darius bir kez dahi olsa geriye dönüp kendisine bakmasını bekleyerek ve ümit ederek Loti’nin uzaklaşmasını izledi.
Ama onun hiç geriye bakmadan etrafındaki kalabalığın arasında kayboluşunu izlerken kalbi solup kurudu.
DOKUZUNCU BÖLÜM
Volusia güneşte ışıldayan altın teknesinin üstüne konulmuş olan altın arabasının üzerinde mağrur biçimde duruyor, kolları iki yana açılmış, halkının hayranlığını içine sindirirken ağır ağır Volusia’nın suyollarından aşağıya sürüklenip gidiyordu. Binlercesi onu görmeye gelmiş, suyollarının kenarına yığılmış, sokaklara ve geçitlere dizilmiş, her yönden onun adını haykırıyorlardı.
Şehrin içinden dolanıp geçen dar suyollarından kayıp giderken, Volusia neredeyse uzanıp hepsi ismini söyleyen, ağlayan ve ona hayranlığını göstermek için çığlık atan halkına dokunabilecek kadar yakındı. İnsanlar hepsi değişik renklerdeki yırtılmış kâğıt rulolarını havaya atıyor, bunlar yağmur gibi üzerine düşerken ışıkta parıldıyordu. Bu halkının sunabileceği en büyük saygı ifadesiydi. Bu onların geri dönen bir kahramana hoş geldin deme yollarıydı.
“Çok yaşa