Gölge Diyarı . Морган Райс
su içeride çok fazla yol kat etmişti, artık daha fazla gidebileceği bir yer yoktu ve Dierdre kısa süre sonra kendini suların çekilip, denize döndüğü ve onu yalnız bıraktığı, çim bir alanda buldu.
Dierdre, yüzü sırılsıklam çimlere gömülü, acıdan inleyerek yüzükoyun yattı. Hala soluk soluğaydı, ciğerleri acıyor, derin nefes alıyor ve her nefesin tadını çıkarıyordu. Başını zor da olsa döndürmeyi başardı ve omzunun üzerinden geriye baktı. Bir zamanlar muhteşem bir şehir olan bölgede artık sudan başka bir şey olmadığını görüp dehşete kapıldı. Yalnızca çan kulesinin ucunun, suyun yüzeyinden birkaç metre yukarıya çıktığını fark etti ve kulenin bir zamanlar onlarca metre yüksekliğinde olduğunu hatırlayıp şaşkına döndü.
Aşırı şekilde bitkin olan Dierdre sonunda kendini saldı. Olduğu yerde yatarken yüzü yere kapandı ve başından geçen her şeyin acısının onu ele geçirmesine izin verdi. İstese bile kıpırdayamazdı.
Saniyeler içinde hızla uykuya dalı, dünyanın uzak bir köşesinde yaşamla ölüm arasında bir çizgideydi. Fakat bir şekilde hayatta kalmayı başarmıştı.
“Dierdre,” diyen bir ses duyuldu ve nazik bir dürtme oldu.
Dierdre gözlerini araladı ve güneşin batmakta olduğunu görüp şaşırdı. Buz gibi soğuktu, kıyafetleri hala ıslaktı. Kendini toparlamaya çalışırken ne zamandır orada yattığını merak ediyor, hayatta mı ölü mü olduğunu anlamaya çalışıyordu. Derken omzundaki dürtme tekrar oldu.
Dierdre yukarı baktı ve bunun Marco olduğunu görüp çok rahatladı. Marco hayattaydı ve Dierdre onu gördüğüne çok fazla sevinmişti. Marco dayak yemiş gibi, bitkin, aşırı solgun ve sanki yüzlerce yıl yaşlanmış gibi görünüyordu. Fakat yine de hayattaydı. Bir şekilde hayatta kalmayı başarmıştı.
Marco onun yanında diz çöktü, gülümsüyordu fakat gözlerinde hüzün vardı; gözleri bir zamanlar dolu olan yaşam enerjisiyle parlamıyordu.
“Marco” dedi cılız bir sesle, sesinin rahatsız ediciliği kendisini de sarsmıştı.
Marco’nun yüzünde kanayan bir yara fark etti ve endişeli bir şekilde uzanıp yaraya dokundu.
“Ben ne kadar kötü hissediyorsam, sen de o kadar kötü görünüyorsun” dedi.
Marco onun ayağa kalkmasına yardım etti. Tüm vücudu, aldığı darbeler, kolları ve bacaklarını baştan aşağı dolduran kesik ve çiziklerin acısıyla zayıf düşmüştü. Fakat kaburgalarını kontrol ettiğinde, hiç olmazsa herhangi bir kırık olmadığını anladı.
Dierdre derin bir nefes aldı ve dönüp arkasına bakarken iradesini sağlamlaştırmaya çalıştı. Arkasında tam da korktuğu gibi bir kâbus vardı, sevdiği şehri yok olmuştu, artık denizin bir parçasından başka bir şey değildi ve görülen tek şey çan kulesinin ucuydu. Ufukta ise siyah gemileriyle Pandesia donanması, içeriye doğru hareket ediyordu.
“Burada kalamayız” dedi Marco aceleyle. “Geliyorlar.”
“Nereye gidebiliriz?” diye sordu Dierdre çaresizlik içinde.
Marco boş gözlerle ona bakarken, kendisinin de bir fikri olmadığı anlaşılıyordu.
Dierdre gün batımına doğru bakıp düşünmeye çalışırken kulakları zonkluyordu. Tanıdığı ve sevdiği herkes ölmüştü. Yaşamaya değer hiçbir şey, gidecek hiçbir yer kalmamış gibi hissediyordu. Anavatanınız yok edilmişse nereye gidebilirdiniz ki? Dünyanın tüm yükü omuzlarınıza yüklenirken?
Dierdre gözlerini kapatıp acı içinde başını salladı, her şeyi uzaklaştırabilmeyi diledi. Babasının da orada ölmüş olduğunu biliyordu. Askerleri ölmüştü. Tüm hayatı boyunca tanıdığı ve sevdiği tüm o insanlar, hepsi ölmüştü, hepsi de Pandesialı canavarlar yüzündendi. Artık onları durduracak kimse kalmamıştı. Devam etmesine sebep olabilecek ne vardı ki?
Dierdre daha fazla dayanamadı ve gözyaşlarına boğuldu. Babasını düşünürken dizlerini üstüne çöktü, yıkılmış hissediyordu. Hiç durmadan ağladı, orada ölmeyi istedi, ölmüş olmayı diledi, hala hayatta olduğu için lanet etti. Neden o dalgaların içinde boğulup gitmemişti ki? Neden diğerleriyle birlikte öldürülmemişti? Neden yaşamla lanetlenmişti?
Omzunda teskin edici bir el hissetti.
“Tamam, sorun yok” dedi Marco yumuşak bir sesle
Dierdre irkildi, utanmıştı.
“Özür dilerim” dedi sonunda, hıçkırarak. “Yalnızca… Babam… Artık hiçbir şeyim yok.”
“Her şeyini kaybettin” dedi Marco, onun da sesi ağırdı. “Ben de öyle. Ben de devam etmek istemiyorum. Fakat devam etmek zorundayız. Burada yatıp ölemeyiz. Bu onları onuruna leke sürer. Halkımızın, uğruna yaşadığı ve öldüğü her şeyin onuruna leke sürer.
Ardından gelen uzun sessizlikte Dierdre doğruldu, Marco’nun haklı olduğunun farkına varmıştı. Ayrıca Marco’nun ona merhamet dolu bakan kahverengi gözlerine baktığında aslında hala birine sahip olduğunu fark etti. Marco’ya sahipti. Ayrıca babasının ona bakan, onu gözleyen ve güçlü olmasını dileyen ruhuna sahipti.
Her şeyi kafasından atmaya çalıştı. Güçlü olmak zorundaydı. Babası onun güçlü olmasını isterdi. Kendine acımanın kimseye bir faydası olmadığını fark etti. Ayrıca ölmesinin de kimseye faydası yoktu.
Bakışlarını Marco’ya kilitlediğinde onun gözlerinde merhametten fazlasının olduğunu gördü; gözlerinde Dierdre’ye karşı bir aşk vardı.
Ne yaptığının tam olarak farkında olmadan, Dierdre kalp çarpıntısı içinde uzanıp Marco’nun dudaklarına hiç beklenmedik bir öpücük kondurdu. Bir anlığına başka bir dünyaya geçmiş gibi hissetti ve tüm endişeleri yok oldu.
Dierdre yavaşça geri çekilip, şoke olmuş bir şekilde Marco’ya baktı. Marco da aynı şekilde şaşırmış görünüyordu. Dierdre’nin elini tuttu.
O sırada Dierdre cesaretlenmiş, umutla dolmuştu, yeniden sakin bir şekilde düşünebiliyordu ve bir anda aklına bir fikir geldi. Bir yerde biri daha vardı, gidecek bir yer, dönülecek bir kişi…
Kyra.
Dierdre aniden umutla dolduğunu hissetti.
“Nereye gitmemiz gerektiğini biliyorum” dedi heyecanlı bir şekilde, aceleyle.
Marco merak içinde ona baktı.
“Kyra” dedi Dierdre. “Onu bulabiliriz. Bize yardım edecektir. Her neredeyse, şu an savaşıyordur. Ona katılabiliriz.”
“Fakat onun hayatta olduğunu nerden biliyorsun ki?” diye sordu.
Dierdre başını salladı.
“Bilmiyorum” dedi. “Fakat Kyra her zaman hayatta kalmayı başarır. O, tanıdığım en güçlü kişi.”
“Nerede peki?” diye sordu Marco.
Dierdre düşündü ve Kyra’yı son gördüğünde onun kuzeye doğru yol aldığını, Kule’ye gittiğini hatırladı.
“Ur Kulesi” dedi.
Marco şaşırmış bir şekilde ona baktı; sonra gözlerinden bir iyimserlik pırıltısı geçti.
“Gözcüler orada” dedi. “Diğer savaşçılar da orada. Bizimle savaşabilecek adamlar.” Heyecanlı bir şekilde başıyla onayladı. “İyi bir seçim” diye ekledi. “O kulede güvende olabiliriz. Ve eğer arkadaşın oradaysa çok daha iyi olur. Buradan sadece bir günlük mesafede. Hadi gidelim. Çabuk hareket etmeliyiz.
Marco