Bir Kahramanlık Ocağı . Морган Райс
yana devrildiğini gördü. Kule duvarı aşağıdaki yüzlerce insanın üzerine devrilirken ve insanlar dehşet içinde bakıp çığlık atarken yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Daha sonra bir patlama daha oldu.
Sonra bir daha.
Ve bir daha!
Her yanda birçok bina daha patladı ve devrildi. Binlerce insan yıkılan binaların, dev kaya parçaları ve molozun altında anında ezildi. Binalar birbiri üzerine devrilip, yere çarptığında parçalanırken, kaya parçaları sanki çakıl taşları gibi şehirde yuvarlanıyordu. Ve top gülleleri gelmeye, bir değerli bina ardına diğerini parçalamaya ve bu görkemli şehri bir moloz yığınına döndürmeye devam ediyordu.
Dierdre nihayer yeniden ayağa kalktı. Etrafına bakarken başı dönüyor, kulakları uğulduyordu. Toz bulutlarının arasından şehrin cesetlerle dolduğunu, kan gölüne döndüğünü gördü. Sanki şehir bir anda yeryüzünden silinmiş gibiydi. Denize doğru baktığında daha binlerce geminin saldırmak için beklediğini gördü ve yaptıkları tüm planın sadece kötü bir şaka olduğunu anladı. Ur çoktan yok edilmişti ve gemiler kıyıya yaklaşmamıştı bile! Şimdi tüm o silahlar, o zincirler ve sivri demirler ne işe yarardı?
Dierdre bir inilti duydu ve sesin geldiği yere dönünce, babasının bir adamının, bir zamanlar çok sevdiği, cesur bir adamın, yalnızca birkaç metre ötesinde, ölmek üzere olduğunu gördü. Adam, Dierdre tökezleyip yere düşmemiş olsa kendi üzerine düşmüş olacak bir kaya parçası tarafından ezilmişti. Adama yardım etmeye giderken gökyüzü yeni bir top güllesi saldırısının kükreme sesiyle yırtıldı.
Ve sonra tekrar!
Ardından ıslıksesi, daha fazla patlama, daha fazla yıkılan bina… Moloz yığını yükseliyor, daha çok insan ölüyordu. Dierdre bir kez daha yere devrildi ve büyük bir kaya parçası, onu kıl payı ıskalayarak yanına düştü.
Daha sonra atış sesleri kesildi ve Dierdre ayağa kalktı. Denizle arasında artık bir moloz yığını vardı fakat Dierdre Pandesia askerlerinin artık yaklaşmış olduğunu hissedebiliyordu. Kıyıya çıkmış olmalıydılar ve bu nedenle de top atışı kesilmişti. Havada devasa bir toz bulutu asılı kalmıştı ve ürkütücü sessizli içinde duyulan sadece etrafta ölmekte olanların iniltileriydi. Dierdre yakınlarındaki Marco’ya baktı. Delikanlı ıstırap içinde çığlık atıyor ve arkadaşlarından birinin bedenini çekmeye çalışıyordu. Dierdre yere baktığında delikanlının çoktan ölmüş olduğunu gördü. Bir zamanlar bir tapınağın duvarı olan dev bir kayanın altında ezilmişti.
Diğer kızları hatırlayıp etrafında döndü ve birçoğunun ezilerek ölmüş olduğunu görüp yıkıldı. Yalnızca üç kız kurtulmuş, nafile bir şekilde diğerlerini kurtarmaya çalışıyordu.
O sırada kıyıdan, Ur’a doğru, yaya olarak saldırıya geçen Pandesia askerlerinin bağrışları duyuldu. Dierdre babasının teklifini düşündü; babasının adamları hala onu oradan hızla uzaklaştırabilirdi. Orada kalmanın mutlak ölümü anlamına geldiğini biliyordu fakat onun da istediği buydu. Arkasını dönüp kaçmayacaktı.
Hemen yanında babası, alnında bir yarayla, molozların arasında ayağa kalkıp kılıcını çekti ve adamlarına, bir moloz yığını için savaşmak üzere, korkusuzca önderlik etti. Dierdre, babasının düşmanla karşılaşmak için acele ettiğini görüp gururlandı. Bu artık adam adama yapılan bir savaş olacaktı ve babasının arkasında yüzlerce adam toplanmış, hepsi de korkusuzca ileri atılmıştı. Bu görüntü Dierdre’nin gururla dolmasına neden olmuştu.
Kendisi de savaşta üstüne düşeni yapmak üzere kılıcını çekip, önündeki dev kayaların üzerine tırmanarak adamların peşine takıldı. Tepeye ulaştığında durdu. Gördükleri onu şoke etmişti. Kıyıyı dolduran, sarı mavi zırhları içindeki binlerce Pandesia askeri moloz yığınlarına doğru saldırıya geçmişti. Bu adamlar, sayıları yalnızca birkaç yüz olan, ellerinde kaba silahlar bulunan ve daha şimdiden yaralı olan babasının askerlerine kıyasla, iyi eğitimli, iyi donanımlı ve dinlenmiş adamlardı.
Bunun tam bir katliam olacağını biliyordu.
Fakat babası geri dönmedi. Dierdre babasıyla daha önce hiç, o andaki kadar çok gururlanmamıştı. Bunun kesin bir ölüm demek olduğunu bile bile orada gururla duruyordu ve düşmanla karşılaşmak için acele eden adamları etrafında toplanmıştı. Bu Dierdre için kahramanlığın vücut bulmuş haliydi.
Babası durduğu yerde, saldırıya geçmeden önce dönüp Dierdre’ye çok büyük bir sevgi ifadesiyle baktı. Gözlerinde, sanki kızını bir daha göremeyeceğini biliyormuşçasına bir veda ifadesi vardı. Dierdre’nin kafası karışmıştı. Kılıcı elindeydi ve babasıyla birlikte saldırıya geçmeye hazırdı. Babası neden ona şimdi veda ediyor olabilirdi?
Aniden güçlü ellerin kendisini arkasından yakaladığını ve geriye doğru çekmeye başladığını hissetti. Dönüp baktığında babasının en güvendiği iki komutanının kendisini çekmekte olduklarını gördü. Bir grup asker daha sağ kalan üç kızı, Marco ve arkadaşlarını yakalamış götürüyordu. Dierdre direndi ve itiraz etti fakat bir işe yaramamıştı.
“Bırakın gideyim!” diye bağırdı.
Adamlar itirazlarını görmezden geldi ve onu sürüklemeye devam etti. Babasının emriyle hareket ettikleri açıktı. Babası büyük bir savaş çığlığı atarak adamlarına moloz yığınının diğer tarafına doğru saldırıda liderlik ederken babasını son bir kez gördü.
“Baba!” diye bağırdı.
İçinin parçalandığını hissetti. Sevdiği babasına daha yeni tekrar hayranlık duymaya başlamışken babası ondan alınıyordu. Umutsuz bir şekilde babasının yanında olmak istiyordu fakat o çoktan gitmişti.
Dierdre kendini bir teknede buldu ve adamlar hiç vakit kaybetmeden, kanalda kürek çekerek denizden uzaklaşmaya başladılar. Tekne kanalların arasında dönerek gidiyor, duvarlardan birinin bir yanındaki gizli bir açıklığa doğru ilerliyordu. Önlerinde alçak bir taş kemer vardı ve Dierdre o an nereye gittiklerini anladı: yeraltı nehri. Bu, duvarın diğer tarafındaki coşkun bir akıntıydı ve onları şehirden hızla uzaklaştırabilirdi. Şehirden kilometrelerce uzakta, kırsal alanda bir yere sağ ve salim olarak ulaşabilirdi.
Kızlar ne yapmaları gerektiğini sorar gibi dönüp ona baktı. Dierdre anında bir karar verdi. Plana uyuyormuş gibi davrandı ve böylece hepsi yola çıkacaktı. Herkesin oradan kaçmasını, oradan kurtulmasını istiyordu.
Dierdre son ana kadar bekledi ve tekne kemere girmeden hemen önce tekneden kanal sularına atladı. Marco onu şaşırtan bir şekilde ne yaptığını fark etmiş ve ona katılmıştı. Artık kanalın içinde sadece ikisi kalmıştı.
“Dierdre!” diye bağırdı babasının adamları.
Dönüp onu yakalamaya çalıştılar fakat çok geç kalmışlardı. Dierdre’nin zamanlaması mükemmeldi ve diğerleri akıntının şiddetine kapılmıştı, tekne akıntıda sürüklenmişti.
Dierdre ve Marco dönüp hızla terk edilmiş bir tekneye doğru yüzüp tekneye çıktı. Teknenin içinde, üzerlerinden sular damlayarak oturup birbirlerine bakarlarken, ikisi de soluk soluğa ve tükenmişti.
Dierdre dönüp geldikleri yere baktı. Ur’un kalbi, babasının yanından ayrıldığı yer! Gitmeleri gereken yer de orasıydı, bu kendi ölümü anlamına gelse bile!
BÖLÜM ÜÇ
Merk, Ur Kulesi’nin tepesindeki gizli odanın girişinde duruyordu. Hain Pult ölü bir şekilde ayaklarının dibinde yatıyordu. Gözlerini parıldayan ışığa