Cesurun Gecesi . Морган Райс
yükselmeye başladığını hissetti. Her yanda donakalmış adamlarının zafer tezahüratları yükselmeye başlamıştı, hepsi inanamaz bir halde sulara doğru ilerliyor, hepsi yavaş yavaş kazanmış olduklarının farkına varıyordu. Tüm şartlara karşın hayatta kalmış, kendilerinden çok daha büyük bir orduyu alt etmişlerdi. Sonuçta Leifall başarmıştı. Duncan sadık askerlerine, Leifall’a, Anvin’e ve en önemlisi de oğluna karşı büyük bir minnettarlık hissetti. Tüm amansız olasılıklara karşın hiçbiri korkup geri çekilmemişti.
Uzaktan bir gümbürtü duyuldu ve Duncan ufka baktığında Leifall ve aralarında Anvin ve Aidan’ın da bulunduğu Leptuslular’ı görünce içi sevinçle doldu, hepsi onlarla yeniden birleşmek üzere Ebediakan’dan dönüyordu. Leifall’un küçük ordusu da onlara katıldı, yüzlerce adamın zafer naraları oradan bile duyulabiliyordu.
Duncan kuzeye baktı ve uzakta ufkun siyahla kaplı olduğunu gördü. Yaklaşık bir günlük bir mesafede Pandesia ordusunun geri kalanı bulunuyordu, askerler toparlanıyor, yenilgilerinin intikamını almaya hazırlanıyordu. Duncan, bir dahaki sefere binlerce askerle değil fakat yüzbinlere askerle geleceklerini biliyordu.
Duncan zamanlarının az olduğunu anladı. Bir kez şanslı olmuştu fakat dünyanın tüm numaralarını da denese yüzbinlerce kişilik bir orduya karşı direniş göstermelerinin hiçbir yolu yoktu. Ayrıca tüm numaraları tükenmişti. Yeni bir stratejiye ihtiyacı vardı ve bunu çok hızlı bulmak zorundaydı.
Adamları etrafında toplanırken Duncan adamlarının sert ve ağırbaşlı yüzlerine baktı; bu büyük savaşçıların kendisinden liderlik etmesini beklediklerinin farkındaydı. Bir sonraki kararı her ne olursa olsun yalnızca kendisini değil, adamların tamamını ve aslında Escalon’un kaderini etkileyecekti. Bir sonraki kararını bilgece vermeyi bu adamların hepsine borçluydu.
Duncan beynini zorladı, cevabı bulabilmeyi isterken herhangi bir stratejik hamlenin olası tüm yollarını hesaplıyordu. Tüm hamleler büyük risk taşıyordu, hepsi vahim sonuçlara yol açabilirdi ve hepsi de aşağıda, kanyonda yaptıklarından çok daha riskliydi.
“Komutanım?” diyen bir ses duyuldu.
Duncan dönüp baktığında, kendisine saygılı bir ifadeyle bakmakta olan Kavos’un ciddi yüzüyle karşılaştı. Onun arkasındaki yüzlerce adamın da bakışları onun üzerindeydi. Hepsi de emirlerini bekliyordu. Duncan’ı felaketin eşiğine kadar takip etmişler ve hayatta kalmışlardı, hepsi ona güvenmişti.
Duncan derin bir nefes alarak başıyla işaret verdi.
“Pandesialılarla açık arazide karşılaşacağız” diye söze girdi “ve kaybedeceğiz. Bizden hala yüze bir gibi bir oranda sayıca üstünler. Ayrıca bizden daha iyi dinlenmiş haldeler, daha iyi silahları ve donanımları var. Günbatımında ölmüş olabiliriz.”
Duncan iç geçirdi, adamları her bir kelimesini dikkatle dinliyordu.
“Fakat kaçamayız” diye devam etti “kaçmamalıyız da. Ülkeye saldıran troller ve tepemizde dolanan ejderhalar varken kaybedecek zamanımız veya gerilla savaşı için vaktimiz yok. Saklanmak da bizim için söz konusu değil. Bize, istilacıları yenmek ve onları ülkemizden sonsuza dek çıkartmak için gözü pek, hızlı ve etkili bir stratejiye ihtiyacımız var.”
Duncan yaklaşan imkânsız görevi düşünerek uzun bir süre sessiz kaldı. Duyabildiği tek ses çölden doğru esen rüzgârın sesiydi.
“Ne öneriyorsun Duncan?” diye sordu sonunda Kavos.
Kavos’un sözleri kafasının içinde yankılanırken Duncan, baltalı kargısını tutan elini sıkıp gevşeten ve dikkatli bir şekilde kendisine bakmakta olan Kavos’a baktı. Bu büyük savaşçılara bir strateji borçluydu. Yalnızca hayatta kalmak için değil; zafere giden bir yol…
Duncan Escalon’un arazisini değerlendirdi. Bildiği tüm savaşlar arazi yapısı sayesinde kazanılmıştı ve şimdi bu savaşta da elinde kalan tek avantaj anavatanının arazisini iyi tanıyor olması gibi duruyordu. Escalon’da arazinin doğal bir avantaj sağlayabileceği tüm bölgeleri düşündü. Kesinlikle çok özel bir yer olmalıydı, birkaç bin askerin yüzbinlerce askere karşı koyabileceği bir yer… Böyle bir şeye izin verebilecek, Escalon’da, hatta herhangi bir ülkede, çok az yer vardı.
Fakat Duncan babasının ve büyük babasının ona anlatıp içine işlediği efsaneleri ve hikâyeleri, incelediği muhteşem eski zaman savaşlarını hatırladıkça, zihninin en kahramanca, en destansı olanlara, az sayıda orduların çok daha büyük ordulara karşı koyduğu savaşlara kaydığını fark etti. Zihni her seferinde yeniden tek bir yere dönüp geliyordu: Şeytan Vadisi.
Kahramanların diyarı. Birkaç adamın bir orduya kafa tuttuğu, Escalon’un tüm büyük savaşçılarının test edildiği yer. Vadi tüm Escalon’daki en dar geçidi oluşturuyordu ve tüm ülkede belki de arazinin savaşın kaderini tayin edebildiği tek yerdi. Dik yamaçlar ve denize uzanan dağlar, geçmek için çok dar bir koridor bırakıyor, birçok can almış olan Vadi’yi oluşturuyordu. Askerleri tek sıra halinde geçmeye zorluyordu. Orduları tek sıra hale gelmeye zorluyordu. Yeterince iyi konumlanmış ve yiğit birkaç askerin bir orduyla savaşabileceği bir darboğaz yaratıyordu. En azından efsanelere göre böyleydi.
“Vadi” dedi Duncan sonunda.
Tüm gözler büyümüştü. Yavaşça herkes saygılı bir şekilde başını salladı. Vadi ciddi bir karardı; orası olabilecek son çareydi. Orası gidebilecek başka hiçbir yer kalmadığında gidilecek, ölümle yaşam arasında, birinin kurtarılabileceği veya tamamen kaybolacağı bir yerdi. Orası efsanelerin yurduydu. Kahramanların bölgesi…
“Vadi” dedi Kavos sakalını sıvazlarken uzun bir süre başını sallayarak. “Güçlü. Fakat hala bir problem kalıyor.”
Duncan ona baktı.
“Vadi, istilacıları dışarıda tutmak için tasarlanmış bir arazi, içeride değil” dedi. “Pandesialılar ise zaten içerideler. Belki yolu kapatıp onları içeride tutabiliriz. Fakat biz onların dışarı çıkmasını istiyoruz.”
“Atalarımızın zamanından beri hiç” diye ekledi Bramthos “bir istilacı ordu Vadi’yi geçtikten sonra tekrar oradan geçmeye zorlanmadı. Artık çok geç. Oradan çoktan geçtiler.”
Duncan başıyla onayladı; kendisi de aynı şeyleri düşünüyordu.
“Bunu göz önünde tuttum” dedi. “Fakat her zaman bir yol vardır. Belki de onları içeriye, diğer tarafa doğru çekebiliriz. Ve bir kez girdiklerinde yolu kapatır, savunmamızı yaparız.”
Adamlar ona bakarken kafalarının karıştığı belli oluyordu.
“Peki bu nasıl yapmamızı öneriyorsun?” diye sordu Kavos.
Duncan kılıcını çekti, kumda kuru bir alan buldu, ilerledi ve çizmeye başladı. Kılıcı kumda iz bırakırken tüm adamlar da etrafına toplanmıştı.”
“Birkaçımız onları peşimizden içeri çeker” dedi kılıcıyla kumda bir çizgi çizerek. “Geri kalanlarımız diğer tarafta, geçişi kapatmaya hazır halde bekler. Pandesialılara bizi kovaladıklarını, onlardan kaçtığımızı düşündürmeliyiz. Benim ordum vadiden geçtikten sonra tünellerden dönüp, Vadi’nin bu tarafına geri gelir ve geçişi kapatır. Daha sonra hep birlikte bir direniş gösterebiliriz.”
Kavos başını salladı.
“Ra’nın ordusunu o vadiye göndereceğini sana düşündüren nedir?”
Duncan içinde bir kararlılık hissetti.
“Ra’yı anlıyorum” dedi. “Yıkımımızı görmek için can atıyor. Topyekûn bir zafer için