Şimdi ve Sonsuza Dek . Sophie Love
hayatı buna bağlıymış gibi küreği yakaladı. O kadar heyecanlanmıştı ki ayakkabılarını giymeyi unuttu. Eli arka kapı kulpunun tam üzerindeydi ki orada bıraktığı çantasından koşu ayakkabılarının kendini gösterdiğini gördü. Hızlıca ayakkabıları ayağına geçirdi ve kapıyı açtı, elinde o çok değerli küreği tutuyordu.
Kar fırtınasının büyüklüğü ve kuvveti anında gözlerinin önünde serilmişti. Camdan dışarıyı izlemek bir şeydi ama bir metrelik karın buzdan bir duvar gibi önünde durması başka bir şeydi.
Emily hiç zaman kaybetmedi. Elindeki küreği kardan duvara daldırdı ve evden dışarıya bir patika açmaya başladı. Zor olacak gibiydi; birkaç dakika içerisinde sırtından akan terleri, kollarının ağrıdığını hissedebiliyordu. İşi bitirdiğinde elinde nasırlar oluşacağına ve su toplayacağına emindi.
Bir metre ilerledikten sonra tempo oturmuştu. Bu kar küreme işi için harcanan gücün rahatlatıcı bir yanı vardı. Hatta, işin verdiği fiziksel rahatsızlık bile eforun karşılığını aldığını gördükçe azalıyordu. New York’tayken en sevdiği egzersiz şekli koşu bandında koşmaktı ama bu, hayatı boyunca yaptığı en yoğun fiziksel çalışma olmuştu.
Emily evin arkasındaki arazide üç metrelik bir yol açabilmeyi becermişti.
Ama boru çıkışının en az on metre ileride olduğunu görünce çaresizliğe büründü, oysa ki o çoktan tükenmişti.
Umutsuzluğa düşmemeye çalışıyordu, nefeslenmek için biraz ara vermeye karar verdi. Bu sırada bahçenin uzak tarafında, kışın yapraklarını dökmeyen ağaçların dibinde bakıcının evini gördü. Bacadan bir miktar duman çıkıyor, pencerelerden de içerideki sıcak ışık görülebiliyordu. Emily, Daniel’ı içeride, sıcak çayıyla müthiş bir sıcaklık ve keyif içinde hayal etmekten kendini alamadı. Daniel ona yardım edebilirdi, buna şüphesi yoktu ama o kendini kanıtlamak istiyordu. Dün akşam onunla acımasızca dalga geçiyordu, ayrıca yüksek ihtimalle Eric’i arayan da oydu. Daniel onu zor durumdaki dul bir kadın olarak algılamış olmalıydı ve Emily onu haklı çıkarmak ve bu tatmini yaşatmak istemiyordu.
Ama midesi hala şikayetçiydi ve yorulmuştu. Devam etmek için fazla yorulmuştu. Emily, yarattığı nehrin üzerinde duruyordu, yapılmayı bekleyen iş onu bir anda bunaltmıştı; yardım istemek içinse fazlasıyla gururlu, yapılması gereken şey içinse fazla zayıftı. Hayal kırıklığı göz yaşlarına dönüşene kadar içinde büyüdü. Göz yaşı dökmek onu daha da kızdırıyordu, işe yaramaz olduğu için kızıyordu. Hayal kırıklığına uğramış haliyle kendini azarlıyordu, huysuz ve inatçı bir çocuk gibi karlar erir erimez eve dönmeye karar verdi.
Küreği bir kenara attı ve eve doğru sert adımlar atmaya başladı, ayakkabıları kara batıyordu. Ayakkabılarını kapının yanına fırlattığı gibi ateşin yanına, ısınmaya gitti.
Kendini tozlu kanepenin üstüne bıraktı ve telefonunu eline aldı, Amy’yi aramak ve ona şu çok beklenen haberleri vermek için hazırlanıyordu; ilk ve tek kendine yeterlilik girişiminde başarısız olmuştu. Ama telefonun pili bitmişti. Çığlığı bastı ve işe yaramaz telefonu kanepenin üstüne attı, ardından kendini de bıraktı, tamamen yenik düşmüştü.
Emily ağlarken dışarıdan kazıma sesleri duydu. Doğruldu, gözlerini sildi ve pencereye koşup dışarıya baktı. Daniel oradaydı, Emily’nin bıraktığı küreği eline almış, beceremeyip yarım bıraktığı işe devam ediyordu. Karı nasıl bu kadar hızlı şekilde kürediğine inanamıyordu, bu işe ne kadar da uygundu, sanki bu araziye bakmak için doğmuştu. Hayranlığı kısa sürdü. Daniel’a minnet duymak veya gaz borusuna kadar yol açtığını gördüğüne sevinmek yerine ona kızmıştı; kendi kendisine duyması gereken acizlik duygusunu ona yöneltiyordu.
Emily, ne yaptığını düşünmeksizin su içindeki ayakkabılarını kaptığı gibi ayağına geçirdi. Düşünceler aklında uçuşuyordu; onu dinlemeyen, onu ‘kurtarmaya’ çalışan bütün eski erkek arkadaşlarının anıları gelip gidiyordu. Sadece Ben değil; ondan önce aşırı korumacı tavırlarıyla onu boğan Adrian ve ondan önce de Emily’ye kırılgan bir süs gibi davranan Mark. Her biri geçmişini öğrendikten sonra ona korunmaya ihtiyacı olan bir şey gibi davranmıştı, babasının kayboluşu buzdağının sadece görünen kısmıydı. Onun bu hale gelmesinin en büyük sebebi geçmişindeki bu adamlardı ve artık bunu daha fazla katlanmayacaktı.
Hızla dışarıya çıktı.
"Hey!" diye bağırdı. "Ne yapıyorsun?"
Daniel sadece kısa bir süre durakladı. Ona omzunun üzerinden bile bakmadı, sadece küremeye devam etti, ardından "Yol açıyorum."
"Bunu görebiliyorum," dedi Emily. "Benim demek istediğim neden yaptığın, üstelik yardımına ihtiyacım olmadığını söylediğimde bile?"
"Çünkü öbür türlü donarsın," diye yanıtladı Daniel, basit bir şekilde, hala ona bakmıyordu. "Biraz önce suyu da açtım, o da donardı."
"Yani?" Emily tersledi. "Donsam sana ne?" Bu benim hayatım. İstersem donarım."
Daniel Emily ile iletişim kurmak için acele etmiyordu, onun başlatmaya çalıştığı bu tartışmaya katkıda bulunmaya da niyeti yoktu. Sanki Emily orada değilmiş gibi sistemli ve sakin bir şekilde küremeye devam etti.
Daniel yanıtladı. "Arkama yaslanıp ölmene izin vermeye hazır değilim,"
Emily kollarını bağladı. "Bu sence de biraz dramatik değil mi? Biraz üşümekle ölmek arasında büyük bir fark var."
Sonunda Daniel küreği karın üstüne sertçe dayadı ve doğruldu. Göz göze geldiler ama Daniel’ın ifadesi okunamıyordu. "Bu kar o kadar yüksek ki egzoz borusunu kapatıyor. Kazanı çalıştırabilsen bile bütün duman evin içine dolar. Yaklaşık yirmi dakika içerisinde karbon zehirlenmesinden ölürsün." O kadar net bir şekilde söyledi ki Emily şaşırdı. "Ölmek istiyorsan, bunu boş zamanında yapabilirsin. Ama benim gözetimimde olamaz." Ardından küreği yere attı ve kendi kaldığı eve doğru gitmeye başladı.
Emily orada duruyor onun gidişini izliyordu, kızgınlığı eriyip gitmiş yerini utanç duygusuna bırakmıştı. Daniel ile böyle konuştuğu için berbat hissediyordu. O sadece yardım etmeye çalışıyordu, Emily ise şımarık bir çocuk gibi reddediyordu.
Ona koşup özür dilemek istedi ama tam bu sırada kamyon sokağın başında belirdi. Emily kalbinin hızla attığını hissetti, sadece yakıt kamyonunun geldiği için bu kadar sevindiğine şaşırmıştı. Maine’deki bu evde olmak New York’taki evinde olmaktan tamamen farklıydı.
Emily, Eric’in kamyondan inişini izledi, bu kadar yaşlı biri için fazla çevikti. Petrol lekeli tulumuyla bir çizgi film karakterini andırıyordu. Nazik bir yüzü vardı ama hava şartlarından nasibini almıştı.
"Merhaba," dedi, tıpkı telefondaki emin olamayan tonuyla.
"Ben Emily," dedi Emily, sıkması için elini uzatmıştı. "Ben burada olmanıza gerçekten sevindim."
Eric sadece başını salladı ve doğruca işe koyuldu. Pek konuşkan biri olmadığı anlaşılıyordu ve Emily orada durmuş rahatsız bir şekilde Eric’in çalışmasını izliyordu. Eric’in gözleri sanki orada olmasından duyduğu şaşkınlığı anlatırcasına arada bir Emily’ye bakıyor, Emily de bunu her fark ettiğinde zayıf bir gülümseme ile karşılık veriyordu.
Her şeyi ayarladıktan sonra "Bana kazanı gösterebilir misin?" dedi.
Emily bodrum katını düşündü, oradaki büyük makinalardan nasıl nefret ettiğini ve yıllarca oraya ağ örmüş örümcekleri düşündü.
"Evet,