Öldürme Nedeni . Блейк Пирс
anlamadık. Şey, aslında ben anlıyorum galiba. Yakışıklı ve ailesi çok varlıklı. Cindy’nin asla çok parası olmadı. Sanırım, insan yoksul olunca, bu tür kişiler cazip geliyor.”
Evet, biliyorum, diye düşündü Avery. Paranın, itibarın ve hukuk şirketindeki önceki işinin onu Ohio’dan ayrılan ürkek ve kararlı genç kızdan farklı biri olduğuna nasıl inandırdığını hatırlıyordu.
“Winston nerede oturuyor?” diye sordu.
“Winthrop Meydanı’nda. Buraya çok yakın. Ama Cindy oraya hiç gitmemiş. Winston Pazar sabahı erkenden buraya gelip onu aradı. Planlarını unuttuğunu ve sızdığını düşünmüş. İkimiz Cindy’nin evine gittik. Orada da yoktu. Ondan sonra polisi aradım zaten.”
“Başka bir yere gitmiş olabilir mi?”
“Kesinlikle, hayır,” dedi Rachel. “Cindy asla böyle bir şey yapmaz.”
“Tamam, o halde buradan ayrıldığında Winston’ın evine gideceğinden emindin.”
“Kesinlikle.”
“Planlarını değiştirecek herhangi bir şey olmuş olabilir mi? Gecenin başlarında, hatta sonlarında da olabilir.”
Rachel başını salladı.
“Hayır, ama belki de olabilir,” dedi. “Hiç önemli olmadığına eminim, ama senelerdir Cindy’ye âşık olan bir çocuk var. İsmi George Fine. Yakışıklı, sert görünümlü, yalnız takılan, ama biraz garip bir çocuk. Anlarsınız ya? Egzersiz yapar ve sık sık kampüste koşar. Geçen sene, onunla birlikte ortak bir ders almıştım. Kendi aramızda hep ilk seneden beri neredeyse her dönem Cindy’yle ortak bir ders aldığı konusunda şakalaşırız. Cindy’ye kafayı takmış durumda. O da cumartesi gecesi buradaydı ve işin en çılgınca yanı, Cindy’nin onunla dans etmiş olması. Hatta onu öptü. Cindy’nin asla yapağı bir şey değil. Yani, Winston’la çıkıyor. Gerçi kusursuz bir ilişkileri yok, ama Cindy o gece çok sarhoştu ve çok eğleniyordu. Öpüştüler, dans ettiler ve Cindy gitti.
“George peşinden gitti mi?”
“Bilmiyorum. Gerçekten de bilmiyorum. Cindy gittikten sonra onu gördüğümü hatırlamıyorum, ama çok sarhoş olduğumdan fark etmemiş olabilirim.”
“Cindy’nin sat kaçta gittiğini hatırlıyor musun?”
“Evet,” dedi Rachel. “Saat tam iki kırk beşti. Cumartesi gecesi geleneksel Bir Nisan partimizdi ve süper bir şaka yapacaktık. Ama herkes o kadar çok eğleniyordu ki, bu şaka Cindy gidince aklımıza geldi.”
Rachel başını önüne eğdi. Bir süre havayı sadece boşluk kapladı.
“Peki, tamam,” dedi Avery. “Bunlar faydalı oldu. Teşekkür ederim. Kartvizitimi vereyim. Başka bir şey hatırlarsan veya kız birliğinden arkadaşlarının anlatmak istediği bir şey olursa, bunları dinlemeyi çok isterim. Bu, devam etmekte olan bir soruşturma. O yüzden, en ufak bir ayrıntı bile bize bir ipucu verebilir.”
Rachel başını kaldırıp, gözlerinde yaşlarla ona baktı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, sesi sakindi ve titremiyordu.
“O, öldü, değil mi?”
“Rachel, bilgi veremem.”
Rachel tamam der gibi başını salladı, sonra elleriyle yüzünü örtüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Avery eğilip ona sıkı sıkı sarıldı.
ALTINCI BÖLÜM
Avery dışarıya çıkınca yüzünü güneşe çevirdi ve derin derin iç çekti.
Church Sokağı işlek bir yerdi ve mağazaların girişlerinde çok sayıda kamera vardı. Gecenin bir yarısı da olsa, kızın orada kaçırıldığına inanamıyordu.
Nereye gittin? dedi içinden.
Telefonunda kısa bir arama yapıp, Winthrop Meydanı’na giden en kestirme yolu buldu. Church’te biraz yürüdü, Brattle’dan sola saptı. Brattle Sokağı Church’ten daha genişti ve orada da bir o kadar mağaza vardı. Brattle Tiyatrosu ‘nun sokağın karşısında olduğunu gördü. Binanın bir yanında ufak bir ara sokak vardı ve bir kafe sokağı kaplamıştı. Ağaçlar bölgeyi gölgelere boğmuştu. İlginç bir yerdi. Avery sokağın karşısına geçip, binaların arasındaki dar sokağa girdi.
Tekrar Brattle’a çıktı ve Church Sokağı’nın her iki yanında bir blok çapında bulunan bütün mağazaların girişine baktı. Dışında kameralar olan en az iki mağaza vardı.
İçki ve sigara satan ufak bir dükkâna gitti.
Kapının zili çınladı.
“Yardımcı olabilir miyim?” dedi yaşlı ve Rasta saçlı beyaz bir hippi.
“Evet. Dışarıda bir kameranız olduğunu fark ettim. Sokağın ne kadarını görüyor?”
“Tamamını,” dedi adam. “Her iki yönü de görüyor. İki sene önce taktırmak zorunda kaldım. Lanet olasıca üniversiteliler. Herkes Harvardlı gençlerin çok özel olduğunu sanıyor, ama onlar da herkes gibi serseriler. Senelerdir camlarımı kırıyorlar. Bir tür üniversiteli şakası, değil mi? Benim için değil. O camlar kaça patlıyor biliyor musunuz?”
“Bunu duyduğuma üzüldüm. Bakın, yanımda arama iznim yok,” dedi Avery rozetini gösterip. “Ama bu salak çocuklardan bazıları bu sokağın ilerisinde bir olay çıkarmış olabilir. Orada hiç kamera yok. Sizin kamera kayıtlarınıza bakmam mümkün mü? Saatini biliyorum. Çok uzun sürmez.”
Adam kaşlarını çatıp söylendi.
“Bilmiyorum,” dedi. “Dükkâna göz kulak olmam gerek. Burada benden başka kimse yok.”
“Zamanınıza karşılık size ödeme yaparım.” Gülümsedi. “Elli kâğıt nasıl?”
Adam hiçbir şey demeden başını eğdi, tezgâhın ardından çıktı ve kapıdaki ‘açık’ levhasını döndürerek ‘kapalı’ya çevirdi.
“Elli kâğıt mı?” dedi. “İçeri gelin!”
Dükkânın arka tarafı sıkışık ve karanlıktı. Adam kutuların ve yedek ürünlerin arasında kalan ufak bir televizyonu çıkardı. Televizyonun üstündeki daha yüksek bir rafta buna bağlı olan bir dizi elektronik alet duruyordu.
“Bunları pek sık kullanmam,” dedi. “Sadece bir olay olduğunda bakarım. Kasetler her hafta pazartesi gecesi silinir. Dediğiniz şu olay ne zaman oldu?”
“Cumartesi gecesi.”
“Tamam, şanslısınız o halde.”
Adam televizyonu açtı.
Ekranda beliren siyah beyaz görüntü dükkânın hemen önünü gösteriyordu. Avery dükkânın girişinin yanı sıra, sokağın ta Brattle’a kadar uzanan karşı tarafını da gayet iyi görebiliyordu. Özellikle incelemek istediği alansa yaklaşık olarak eli metre ötedeydi. Görüntü daha kumluydu ve ara sokağın önündeki şekilleri seçmek neredeyse imkânsızdı.
Ufak bir farenin yardımıyla geriye doğru tarama yapılabiliyordu.
“Saat kaçta oldu demiştiniz?” diye sordu adam.
“İki kırk beş,” dedi Avery. “Ama başka zamanlara da bakmam gerek. Şuraya otursam da kendim baksam bir sakıncası olur mu? Siz dükkâna geri dönebilirsiniz.”
Adam şüpheyle kaşlarını çattı.
“Bir şey çalmayacaksınız, değil