Duman Olan Adam. Пер Валё
ve… nasıldır bilirsin… her şey birden durur, gözlerin kararır, kıpkırmızı olur… ne yaptığımın farkında değildim.”
Adamın omuzları deli gibi titriyordu.
“Bu kadar yeter,” dedi Kollberg, kayıt cihazını kapatarak. “Şuna yiyecek bir şeyler verin, doktora sorun bakalım sakinleştirici alabilir miymiş.”
Kapının dibindeki polis ayağa kalktı, katili kolundan sıkıca tutup dışarı çıkardı.
“Şimdilik hoşça kal. Yarın görüşürüz,” dedi Kollberg dalgınca.
Aynı anda önündeki kâğıda mekanik bir tavırla yazıyordu. “Gözyaşları içinde suçunu itiraf etti.”
“Değişik bir tip,” dedi.
“Önceden darptan beş sabıkası var,” dedi Melander. “Her seferinde inkâr etmişti. Onu çok iyi hatırlıyorum.”
“Ayaklı arşiv konuştu,” yorumunu yaptı Kollberg.
Ağır bir hareketle ayağa kalkıp Martin Beck’e uzun uzun baktı.
“Sen burada ne arıyorsun?” dedi. “Hadi iznine çık, tatiline git ve bırak da alt sınıfların yediği haltlarla biz uğraşalım. Nereye gidiyorsun bu arada? Adalara mı?”
Martin Beck başıyla onayladı.
“Akıllıca,” dedi Kollberg. “Ben önce Romanya’ya gidip kızardım, Mamaia denen yerde. Sonra eve gelip haşlandım. Harika oldu. Orada telefonun da olmayacak değil mi?”
“Olmayacak.”
“Şahane. Her neyse, ben duş almaya gidiyorum. Hadi çık artık.”
Martin Beck biraz düşündü. Bu önerisinin bazı avantajları vardı. Hepsinden öte, bir gün erken yola çıkabilirdi. Omuz silkti.
“Ben çıkıyorum. Hoşça kalın, çocuklar. Bir ay sonra görüşürüz.”
2
Çoğu kişinin tatili bitmişti ve Stockholm’ün ağustos sıcağında ısınan sokakları temmuzda yağmurlu birkaç haftayı çadırlarda, karavanlarda ve kırsaldaki pansiyonlarda geçiren insanlarla dolmaya başlamıştı. Son birkaç gündür metro yine kalabalıklaşmıştı ancak şu anda mesai saatlerinin ortasındaydılar ve Martin Beck vagonda neredeyse yalnızdı. Dışarıdaki yeşilliğe bakarak oturdu ve hevesle beklediği tatilinin sonunda gelip çatmasına seviniyordu.
Ailesi zaten bir aydır adalara gitmiş tatil yapıyordu. Bu yaz şanslarına, karısının bir uzak akrabasının kır evini kiralama fırsatını bulmuşlardı. Takımadaların ortasındaki bir adada, tek başına tam ortada duran bir kulübeydi bu. Karısının akrabası yurt dışına çıktığından bu sırada kulübe tamamen onlara aitti. Hem de çocukların okulu açılana kadar.
Martin Beck kapıyı açıp boş evine girdi, doğruca mutfağa gitti ve dolaptan bir bira çıkardı. Lavabonun yanında dikilerek birkaç yudum aldı, sonra şişeyi elinde taşıyarak yatak odasına geldi. Soyundu, üstünde yalnızca şortuyla balkona çıktı. Bir süre güneşte oturdu, ayaklarını balkonun parmaklıklarına dayayıp birasını bitirdi. Dışarıdaki sıcaklık neredeyse tahammül edilemez derecedeydi ve şişe boşalınca Martin Beck bir nebze daha serin olan içeriye girdi.
Kol saatine baktı. Vapurun yola çıkmasına iki saat kalmıştı. Kalacağı ada, takımadaların öyle bir bölgesinde yer alıyordu ki şehirden oraya gidiş geliş hâlâ buharlı vapurla yürütülüyordu. İşte bu tatil fırsatının en iyi yanı bu, diye düşündü.
Mutfağa girdi, boş şişeyi kilerde yere koydu. Kilerdeki bozulabilecek her şey temizlenmişti ama Martin Beck ne olur ne olmaz diye kapıyı kapatmadan önce bir daha kilere göz attı. Sonra buzdolabının fişini çekti, buzlukları lavaboya koydu ve kapıyı kapatmadan önce mutfağa son kez şöyle bir bakarak yatak odasına gitti.
İhtiyaç duyacağı eşyaların çoğunu zaten önceden orada geçirdiği bir hafta sonu adaya götürmüştü. Karısı ve çocukları, istediklerinin listesini ona vermişti ve Martin Beck hepsini toparladığında iki çantayı doldurmuştu bile. Aynı zamanda süpermarketten bir kutu yiyecek de alması lazımdı, bu yüzden taksi tutmaya karar verdi.
Vapurda çok yer vardı, Martin Beck çantalarını yerleştirdikten sonra güverteye çıkıp oturdu.
Sıcak hava tüm şehre yayılmıştı ve neredeyse yaprak kımıldamıyordu. XII. Karl Meydanı’ndaki yeşillik tazeliğini kaybetmişti, Grand Hotel’in bayrakları sünmüştü. Martin Beck kol saatine bakıp aşağıdaki adamların iskeleyi çekmesini sabırsızlıkla bekledi.
Motorun çalışmasıyla gelen ilk titreşimleri hissedince ayağa kalkıp vapurun kıç tarafına gitti. Vapur iskeleden uzaklaşırken parmaklıklara yaslandı ve pervanelerin suda dönüp beyazımsı yeşil köpükler çıkartışını izledi. Vapur düdüğünün kulak çınlatan sesiyle beraber vapur sarsıla sarsıla Saltsjön’e doğru dönerken Martin Beck parmaklıkta durup yüzünü serin rüzgâra verdi. Birdenbire kendini özgür ve tüm sıkıntılardan uzak hissetti; kısacık bir an için, çocukluğunda yaz tatilinin ilk günlerinde duyduğu hissi bir daha yaşadı.
Yemek salonunda yemek yedi, sonra tekrar çıkıp güvertede oturdu. İnecek olduğu iskeleye yanaşmadan önce vapur gideceği adanın önünden geçti, sonra Martin Beck sahildeki kulübeyi, rengârenk sandalyeleri ve karısını gördü. Suyun dibinde çömelmişti ve galiba patates temizliyordu. Karısı doğrulup ona el salladı ancak ikindi güneşi gözüne girerken karısı o mesafeden onu seçebilir miydi Martin Beck bundan pek emin değildi.
Çocuklar sandalla onu karşılamaya geldi. Martin Beck kürek çekmeyi severdi. Oğlunun itirazlarına aldırmaksızın kürekleri aldı, iskeleyle ada arasındaki mesafede kıyıya kadar kürek çekti. Birkaç gün sonra on beşini dolduracak olmasına rağmen hâlâ Ufaklık diye çağrılan kızı Ingrid arka tarafta oturmuş, bir köy dansından bahsediyordu. On üç yaşında olan ve kızlardan hiç hoşlanmayan oğlu Rolf zıpkınla avladığı turna balığını anlatıyordu. Martin ise kürek çekmenin tadını çıkara çıkara yarım kulakla dinledi onları.
Şehir giysilerini üstünden attıktan sonra kayalıklardan denize girip biraz yüzdü, sonra mavi pantolonuyla üstünü giydi. Akşam yemeğinden sonra kulübenin dışında oturup karısıyla sohbet etti, güneşin ayna gibi denizin arkasında gözden yitişini izledi. Oğluyla suya ağ attıktan sonra erkenden yattı.
Çok uzun zaman sonra ilk kez, başını yastığa koyduğu gibi uyumuştu.
Uyandığında güneş ufukta alçaktaydı, Martin Beck çiy kaplı çimenlere yalınayak basarak kulübenin dışındaki kayaya oturdu. Sanki bugün de bir önceki kadar güzel bir gün olacaktı fakat güneş henüz ısıtmadığından Martin Beck pijamalarla üşümüştü. Bir süre sonra tekrar içeri girdi, bir fincan kahveyle verandada oturdu. Saat yedi olunca giyinip oğlunu uyandırdı, çocuk istemeye istemeye yataktan çıktı. Sandalla suya açılıp ağları topladılar, bir avuç yosun ve su bitkisi dışında bir şey takılmamıştı ağa. Geri döndüklerinde diğer ikisi de kalkmıştı ve kahvaltı sofrası hazırdı.
Kahvaltıdan sonra Martin Beck balıkçı kulübesine inip ağları asmaya ve temizlemeye koyuldu. Sabrını sınayan bir işti bu ve ileride, aileye balık getirme sorumluluğunu oğluna yüklemeye karar verdi.
Tam sonuncu ağı bitirecekken arkasında motorlu bir teknenin kesintili gürültüsünü işitti, küçük bir balıkçı motoru köşeden dönüp doğruca üstüne geliyordu. Martin Beck teknedeki adamı hemen tanıdı. Nygren’di bu, yandaki adada yaşayan, küçük bir kayıklığın sahibiydi ve onların en yakın komşusuydu. Beck’lerin adasında içme suyu olmadığından suyu ondan alıyorlardı. Nygren’de aynı zamanda