Piramit ve Diğer Wallander Maceraları. Хеннинг Манкелль
Wallander çekmeceleri karıştırmaya devam etti. Anahtarlar, çeşitli ülkelerden madeni paralar, dikkatini çeken hiçbir şey yoktu. Yıpranmış ve yırtık çekmece astarının ortasında kahverengi bir zarf buldu. İçinde eski bir düğün fotoğrafı vardı. Arkasında stüdyonun adı ve tarihi vardı: 15 Mayıs 1894. Stüdyo Härnösand’daydı. Bir de not vardı: Manda ve ben bugün evlendik. Ailesi, diye düşündü Wallander. Dört yıl sonra oğulları doğmuş.
Çekmeceyle işi bittiğinde kitaplığa doğru yürüdü. Şaşırtıcı bir şekilde, Almanca birkaç kitap buldu. Sık kullanıldıkları belli oluyordu. Ayrıca Vilhelm Moberg’in birkaç kitabı, bir İspanyol yemek kitabı ve bir model uçak dergisinin birkaç sayısı vardı. Wallander şaşkınlıkla başını salladı. Hålén hayal edebileceğinden çok daha karmaşıktı. Kitaplıktan uzaklaştı ve yatağın altını kontrol etti. Bir şey yoktu. Daha sonra dolaba gitti. Giysiler düzgünce asılmıştı, temiz görünen üç çift ayakkabı vardı. Wallander yeniden, yalnızca yatak toplanmamış, diye düşündü. Uymuyordu.
Kapı zili çaldığında dolabın kapağını kapatmak üzereydi. Wallander irkildi. Bekledi. Bir kez daha çaldı. Wallander yasak bölgeye izinsiz girdiği hissine kapıldı. Beklemeye devam etti ama üçüncü kez çaldığında gidip kapıyı açtı.
Dışarıda gri montlu bir adam vardı. Wallander’e merakla baktı.
“Yanlış mı geldim?” diye sordu. “Bay Hålén’e bakmıştım.”
Wallander resmî bir ton takınmaya çalıştı.
“Kim olduğunuzu sorabilir miyim?” dedi gereksiz bir kabalıkla.
Adam kaşlarını çattı.
“Ya ben de aynısını sizden istesem?” diye sordu.
“Ben emniyettenim,” dedi Wallander. “Komiser Yardımcısı Kurt Wallander. Şimdi soruma cevap verme nezaketini gösterir misiniz, siz kimsiniz ve ne istiyorsunuz?”
“Ansiklopedi satıyorum,” dedi adam usulca. “Geçen hafta buradaydım ve kitaplarımı tanıtmıştım. Artur Hålén bugün gelmemi istemişti. Zaten sözleşmeyi ve ilk ödemeyi gönderdi. İlk cildi ve tüm yeni müşterilerin hoş geldin bonusu olarak kazandığı hediye kitabı teslim edecektim.”
Wallander’e doğruyu söylediğini göstermek istercesine çantasından iki kitap çıkardı.
Wallander giderek artan bir hayretle dinliyordu. Akla yatmayan bir şeylerin olduğu hissi güçlenmişti. Kenara çekildi ve satıcının içeri girmesi için başıyla işaret etti.
“Bir şey mi oldu?” diye sordu adam.
Wallander cevap vermeden onu mutfağa götürdü ve masaya oturmasını işaret etti.
Sonra Wallander bir ölüm haberi vereceği gerçeğini hatırladı. Her zaman korktuğu bir şeydi bu. Ancak bir akrabayla değil yalnızca bir ansiklopedi satıcısıyla konuştuğunu hatırlattı kendine.
“Artur Hålén öldü,” dedi.
Masanın diğer tarafındaki adam bunu anlamamışa benziyordu.
“Ama bugün onunla konuştum.”
“Onunla geçen hafta konuştuğunuzu söylediğinizi sanıyordum?”
“Bu sabah onu aradım ve bu akşam gelmemin uygun olup olmadığını sordum.”
“Ne dedi?”
“İyi olacağını. Yoksa neden geleyim ki? Ben ısrarcı bir insan değilim. İnsanların kapı kapı dolaşan satıcılar hakkında çok tuhaf ön yargıları var.”
Adam büyük ihtimalle yalan söylüyordu.
“Her şeyi baştan alalım,” dedi Wallander.
“Nasıl olmuş?” diye araya girdi adam.
“Artur Hålén öldü,” diye yanıtladı Wallander. “Bu noktada söyleyebileceklerim bu kadarla sınırlı.”
“Ama işin içinde polis varsa bir şeyler olmuş demektir. Araba mı çarptı?”
“Şimdilik söyleyebileceklerim bu kadar,” diye tekrarladı Wallander, aslında durumu neden aşırı dramatize ettiğini merak ediyordu.
Sonra adamdan ona tüm hikâyeyi anlatmasını istedi.
“Ben Emil Holmberg,” diye başladı adam. “Aslında bir okulda biyoloji öğretmeniyim. Ama bir ‘Borneo’ gezisine para biriktirmek için ansiklopedi satmaya çalışıyorum.”
“Borneo?”
“Tropik bitkilerle ilgileniyorum.”
Wallander devam etmesi için başını salladı.
“Geçen hafta bu mahalleyi kapı kapı dolaştım. Artur Hålén biraz ilgi gösterdi ve içeri girmemi istedi. Burada, mutfakta oturduk. Ona ansiklopediden, fiyatından bahsettim ve ciltlerden birinin bir kopyasını gösterdim. Yaklaşık yarım saat sonra sözleşmeyi imzaladı. Sonra bugün aradığımda bu akşam gelmemin uygun olacağını söyledi.”
“Geçen hafta hangi gün buradaydınız?”
“Salı. Saat dört buçuk civarı.”
Wallander o sırada görevde olduğunu hatırladı ama adama binada yaşadığını söylemeyi gereksiz buldu. Özellikle de komiser yardımcısı olduğunu iddia ettiği için.
“Hålén ilgi gösteren tek kişiydi,” diye devam etti Holmberg. “Üst katlarda oturan bir kadın, insanları rahatsız ettiğim için beni azarlamaya başladı. Böyle şeyler oluyor ama çok sık değil. Hatırladığım kadarıyla bunun bitişiğindeki evde kimse yoktu.”
“Hålén’in ilk ödemesini yaptığını mı söylediniz?”
Adam kitapların bulunduğu evrak çantasını açtı ve Wallander’e bir makbuz gösterdi. Geçen hafta cuma gününün tarihi vardı.
Wallander tekrar düşündü.
“Bu ansiklopedi için daha ne kadar süre ödeme yapması gerekiyordu?”
“İki yıl boyunca. Yirmi taksitin tamamı ödenene kadar.”
Bu hiç mantıklı değil, diye düşündü Wallander, hiç mantıklı değil. İntihar etmeyi planlayan bir adam iki yıllık bir sözleşme imzalamayı kabul etmez.
“Hålén hakkındaki izleniminiz neydi?” diye sordu Wallander.
“Ne demek istediğinizi anlamadım.”
“Nasıl görünüyordu? Sakin mi? Mutlu mu? Endişeli mi?”
“Pek bir şey söylemedi. Ama ansiklopediyle gerçekten ilgileniyordu. Bu kadarından eminim.”
Wallander’in başka sorusu yoktu. Mutfak penceresinin pervazında bir kalem vardı. Cebinde bir kâğıt parçası aradı. Bulduğu tek şey alışveriş listesiydi. Arkasını çevirdi ve Holmberg’den numarasını yazmasını istedi.
“Büyük ihtimalle bir daha görüşmeyeceğiz,” dedi. “Ama ne olur ne olmaz diye telefon numaranızı almak istiyorum.”
“Hålén tamamen sağlıklı görünüyordu,” dedi Holmberg. “Gerçekten ne oldu? Ya sözleşmeye ne olacak?”
“Bu ödemeyi üstlenebilecek akrabaları olmadığı sürece, para alabileceğinizi sanmıyorum. Size kesin olarak öldüğünü söyleyebilirim.”
“Ama ne olduğunu anlatamaz mısınız?”
“Korkarım söyleyemem.”
“Bana kötü bir şey gibi geliyor.”
Wallander konuşmanın bittiğini belirtmek için ayağa kalktı. Holmberg elinde çantasıyla olduğu yerde kalakaldı.
“Ansiklopediyle