12 yıllık esaret. Соломон Нортап
Masaya servis yapan melez bir kadın bizim durumumuzla ilgilenmiş, neşelenmemizi, yılmamamızı söylemişti. Kahvaltıdan sonra kelepçeler tekrar takıldı ve Burch geminin kıçına gitmemizi emretti. Birlikte kutuların üzerinde oturduk ve Burch yanımızdayken hiçbir şey konuşmamaya devam ettik. Zaman zaman yolcular gelip bize bakıyor sonra sessizce geri gidiyordu.
Çok hoş bir sabahtı. Irmağın kenarları boyunca devam eden tarlalar yemyeşildi. O mevsimde görmeye alışık olduğumdan çok daha önce görüyordum bu manzaraları! Güneş sıcacık parlıyor, kuşlar ağaçlarda şarkılar söylüyordu. Neşeli kuşlar! Onları kıskanmıştım. Onlarınki gibi kanatlarımın olmasını diledim. Böylece havada süzülüp Kuzey’in serin ikliminde boş gözlerle babalarının gelmesini bekleyen yavru kuşlarıma uçabilirdim.
Vapur öğleden önce Aquia Deresi’ne ulaşmıştı. Yolcular oradaydı. Burch ve beş kölesi özel olarak onlarla ilgileniyordu. Çocuklarla birlikte gülüyordu. Hatta bir durakta onlara zencefilli çörek bile aldı. Bana başımı dik tutmamı ve akıllı durmamı söyledi. Uslu durursam iyi bir efendim olabilirmiş. Cevap vermedim. Yüzü nefret doluydu ve bakmaya dayanamıyordum. Köşeye oturmuş hala tükenmemiş umudumu, bir gün anavatanımdaki efendiyle tanışma hayaliyle canlı tutuyordum.
Fredericksburgh’da posta arabasından bir otomobile transfer edildik ve karanlık bastırmadan Virginia’nın baş şehri olan Richmond’a vardık. Burada arabalardan indirildik ve sokak boyunca ilerleyip demiryolu deposu ve ırmağın arasında, Bay Goodin adındaki bir adamın köle hücresine getirildik. Burası Washington’daki William’ın yerine benziyordu; sadece biraz büyüktü ve bahçenin iki köşesinde iki tane küçük ev vardı. Bu tarz evler genelde köle bahçelerinde bulunur. Alıcılar pazarlığa oturmadan önce mal gibi alınıp satılan kölelerin incelenmesinde kullanılır. Atlardaki gibi kölelerdeki solgunluk da parasal değerlerinden eksiltirdi. Eğer garanti verilmemişse, zenci ticaretinde de yakından bir muayene yapmak önemlidir.
Bay Goodlin’in bahçe kapısında beyefendinin kendisiyle tanıştık. Yuvarlak, dolgun yüzlü, siyah saçlı ve sakallı, neredeyse kendi zencileri kadar esmer tenli, kısa, şişman bir adamdı. Sert, amansız bir bakışı vardı ve sanırım yaşı elli civarındaydı. Burch’la büyük bir içtenlikle selamlaştılar. Belli ki eski arkadaşlardı. Burch adamın elini sıkarken yanında birilerinin olduğunu belirtip geminin ne zaman kalkacağını sordu. Aldığı cevap geminin ertesi gün hemen hemen aynı saatlerde kalkacağı yönündeydi. Goodin sonra bana dönüp kolumu tuttu, biraz kendi etrafımda döndürdü, iyi mal kontrolü yapabilen adam edasıyla keskin keskin bana baktı ve belli ki içinden ne kadar ettiğimi düşündü.
“Söyle bakalım, nereden geldin sen?”
Bir an şaşırıp “New York’tan,” diye cevap verdim.
“New York mu? Neler yapıyordun o tarafta?” diye şaşkınlıkla sordu.
Burch’un sinirlendiği her halinden anlaşılan yüzüne baktıktan hemen sonra, New York’a kadar çıkmış olsam bile oraya veya bir başka eyalete ait olmadığımı kastederek “Şey, orada sadece kısa bir süreliğine bulundum,” dedim.
Goodin daha sonra Clem’e, sonra da Eliza ve çocuklara dönüp teker teker onları inceledi. Onlara bazı sorular sordu. Çocuğun tatlı yüzünü gören herkes gibi o da Emily’den hoşnut kalmıştı. Onu ilk gördüğüm günkü kadar temiz değildi; saçları biraz dağılmıştı ama bakımsız ve derbeder görüntüsünün altından dünya sevimlisi suratı hâlâ parlıyordu. “Biz birlikte fena sayılmayan bir kafileydik. Fena halde iyiydik,” diyerek fikrini Hıristiyan sözlüklerinde bile bulunmayan birden çok sıfatla pekiştirdi. Sonra bahçeye geçtik. Otuz kadar köle dolanıyorlar veya kulübe içindeki banklarda oturuyorlardı. Hepsi iyi giyimliydiler; erkeklerin şapkası, kadınların eşarbı vardı.
Burch ve Goodin bizden ayrıldıktan sonra ana binanın arkasındaki merdivenlerden çıkıp kapı eşiğine oturdular. Konuşmaya başladılar ama ne hakkında konuştuklarını duyamadım. Sonra Burch bahçeye gelip kollarımı çözdü ve beni o küçük evlerden birine götürdü.
“O adama New Yorklu olduğunu söyledin!” dedi.
Cevap verdim: “New York’a kadar çıktığımı söyledim ama oralı olduğumu veya özgür biri olduğumu söylemedim. Kötü bir niyetim yoktu Efendi Burch. Bilseydim söylemezdim.”
Beni parçalamaya hazırmış gibi bir an bana baktı ve sonra arkasını dönüp gitti. Birkaç dakika sonra geri döndü. “Bir daha New York’la veya özgürlüğünle ilgili bir laf ettiğini duyarsam, sonun ben olurum. Seni öldürürüm. Bundan emin olabilirsin,” diye kükredi.
O zamanlar özgür bir adamı köle diye satmanın tehlikesini ve cezasını benden daha iyi bildiğine hiç şüphem yok. İşlediği suça karşılık benim ağzımı kapatma ihtiyacı duymuştu. Elbette ki öyle bir durumda hayatım bir kuş tüyünden fazla değere sahip olamazdı. Şüphe yok ki ne dediyse onu kastetti.
Bahçenin bir tarafındaki kulübede sert bir masa, üst tarafta da uyumak için tavan arası vardı. Tıpkı Washington’daki hücre gibi. Bu masada akşam yemeğimiz olan domuz etini ve ekmeği yedikten sonra oldukça yapılı ve besili, çehresi hüzünlü koca bir adama kollarımdan kelepçelendim. Zeki ve bilge bir adamdı. Birlikte zincirlenmiş olmaktan dolayı birbirimizin hikayesini öğrenmekte fazla gecikmedik. İsmi Robert’tı. Benim gibi o da özgür doğmuştu ve Cincinnati’de bir eşi, iki de çocuğu vardı. Güneye, oturduğu şehirden onu kiralayan iki adamla birlikte geldiğini söyledi. Özgürlüğünü belgeleyen kağıtlar olmadığı için Fredericksburgh’da ele geçirilmiş, hapsedilmiş ve sonra da aynı benim öğrendiğim gibi sessizlik politikasını öğrenene kadar dövülmüştü. Yaklaşık üç hafta Goodin’in hücresinde kalmıştı. Bu adama çok bağlanmıştım. Birbirimizle empati kurabiliyor, birbirimizi anlayabiliyorduk. Aradan çok da zaman geçmeden buruk kalbi ve gözyaşlarıyla ölüşünü görecek ve son kez cansız bedenine bakacaktım.
Robert ve ben, yanımda Clem, Eliza ve çocuklarla birlikte battaniyelerimiz üstümüzde, bahçedeki küçük evlerden birinde uyuduk. Bizden başka, evde aynı çiftlikten alınıp satılmış, artık güneye doğru yolculuk edecek olan dört kişi daha vardı. İkisi de melez olan David ve eşi Caroline oldukça sarsılmışlardı. Şeker kamışı ve pamuk tarlalarına götürülme düşüncesi onları ürpertiyordu ama en büyük endişe ayrılma fikriydi. Uzun, kıvrak, simsiyah bir kız olan Mary, hem bitkin, hem de olan bitene karşı kayıtsızdı. O sınıftan birçoğu gibi, özgürlük diye bir kelime olduğunu bilmiyordu. Vahşi birinin cehalet çatısının altında büyümüş olduğu için onun da vahşi birininkinden fazla zekası yoktu. Efendisinin kırbacından başka bir şeyden korkmayan, efendisinin sesinden başkasına boyun eğmeyenlerdendi, ki onlardan çokça bulunuyordu. Bir diğeriyse Lethe idi. Onun tamamen farklı bir kişiliği vardı. Uzun, düz saçları vardı ve zenci bir kadın görünümden çok Kızılderili bir görünüme sahipti. Keskin ve kinci gözleri vardı ve devamlı olarak nefret ve intikam lafları ederdi. Kocası satılmıştı. Nerede olduğunu bilmiyordu. Başka bir efendinin de diğerlerinden daha kötü olmayacağına emindi. Nereye götürüleceği pek umurunda değildi. Çaresiz varlığı yüzündeki yara izlerini bir adamın kanıyla temizlemek umuduyla güç bulurdu.
Böyle böyle birbirimizin korkunç hikayelerini öğrenirken Eliza bir köşeye oturup ilahiler söyler, çocuklarına dua ederdi. Bense uykusuzluktan yorgun düşmüş, o “tatlı dinlendiricinin” çağrılarına daha fazla cevapsız kalamamıştım. Yerde Robert’ın omzuna dayanıp başımdaki belayı unutup gün ağarıncaya kadar uyudum.
Sabah olduğunda Goodin’in gözetiminde bahçeyi süpürüp kendimizi yıkamamızın ardından battaniyelerimizi toplamamız, yolculuğumuzun devamı için hazır olmamız emredildi. Clem Ray’e bizimle daha fazla gelmeyeceği söylendi. Burch