Aylak bir adamdan aylak düşünceler. Джером К. Джером
postaya yetiştirilmesi gereken mektupların masamın üstünde birikip en yüksek noktaya ulaştığı zamandır. Akşam yemeğinden sonra en uzun süre oyalandığım zaman, önümde yoğun bir akşam çalışmasının beklediği zamandır. Ve eğer önemli bir nedenden dolayı sabah erken kalkmam gerekiyorsa, işte o zaman diğer bütün zamanların aksine, yatakta bir yarım saat daha uzanmayı seviyorum.
Oh! Ne güzel şeydir diğer yana dönüp tekrar uykuya dalmak: “Beş dakika daha”. Merak ediyorum, erkek çocukları için bir Pazar kursu masal kahramanı dışında gönüllü olarak kalkan kimse var mıdır? Bazı erkekler var ki onlar için doğru zamanda kalkmak imkansız. Eğer ki sekiz, dışarı çıkmaları gereken saatse buçuğa kadar uyurlar. Şartlar değişir de sekiz buçuk yeterince erken bir saat olursa o zaman da dokuzdan önce kalkamazlar; aynı, daima dakikası dakikasına yarım saat geç kaldığı söylenen devlet büyüğümüz gibidirler. Her türlü dalavereye vardırlar! Alarmlı saatler (şeytanca tasarlanmış, yanlış zamanda çalıp yanlış insanları uyandıran icatlar) alırlar. Sarah Jane’e kapılarını çalıp onları çağırmasını söylerler ve Sarah Jane de kapıyı çalıp onları çağırır; onlar da “erken” deyip krallar gibi tekrar uykuya dönerler. Yataktan çıkıp soğuk bir duş alan bir adamla tanışmıştım ama bu da bir işe yaramıyordu, çünkü sonrasında kendini ısıtmak için tekrar yatağa atlıyordu!
Şahsen ben, bir kere çıkmışsam yataktan uzak durabileceğime inanıyorum. Bana zor gelen şey, kafamı yastıktan kaldırması. İşin kötüsü, geceden yapılan hiçbir hazırlık bu işi daha kolay hale getirmiyor. Tüm geceyi heba ettikten sonra kendime “neyse, bu gece daha fazla çalışmayacağım; sabah erken kalkacağım,” diyorum ve o an tamamen kararımı vermiş oluyorum. Ancak sabah olduğunda bu fikir konusunda hevesim kaçmış oluyor ve gece geç saate kadar ayakta olsaymışım çok daha iyi olabileceğini düşünüyorum. Tabii bir de giyinme sıkıntısı var. İnsan bu konuyu ne kadar çok düşünürse, o kadar çok ertelemek istiyor.
Şu yatak dedikleri, üzerinde yorulmuş kol ve bacaklarımızı esnettiğimiz ve büyük bir sükûnetle sessizliğe gömülüp dinlendiğimiz sahte mezar, gerçekten ilginç bir şey. “Ah yatağım, vah yatağım, benim yorgun başıma dünya üzerindeki cennet yatağım,” zavallı Hood’un şarkısında söylediği gibi sen, biz huysuz erkek ve kız çocuklarının nazik ve yaşlı hemşiresisin. Zeki olalım, aptal olalım; yaramaz olalım, uslu olalım; sen hepimizi o anaç dizine kabul ediyor ve sevimsiz ağlamamızı dindiriyorsun. Bakımlı, güçlü adam; acılar içindeki hasta adam; sadakatsiz sevgilisine ağlayan küçük genç kız… Hepimiz ağrıyan başımızı çocuklar gibi senin beyaz göğsüne yaslıyoruz ve sen de nazik bir şekilde bizi uykuya taşıyorsun.
Bize yüzünü dönüp bizi teselli etmediğinde işimiz zor. Uyuyamadığımızda şafak ne kadar da uzak görünür! Ah, o ateşler ve ıstırap içinde bir o yana bir bu yana döndüğümüz geceler! Ah, o ölüler arasında yaşayan adamlar gibi kendimiz ve aydınlık arasında öyle aheste aheste ilerleyen karanlık saatlere baktığımız iğrenç geceler! Ve ah, o bir başkasının yanında acı içinde oturduğumuz, kısık ateşin zaman zaman azalan cürufuyla bizi ürküttüğü ve saat tik-takının her vuruşta başında durduğumuz kişinin hayatını biraz daha söküp alan bir çekiç gibi göründüğü daha da iğrenç geceler!
Ama bu kadar yatak ve yatak odası muhabbeti yeter. Aylak bir adam için bile onlardan çok bahsettim. Yataktan çıkıp biraz sigara içelim. O da aynı şekilde zamandan çalıyor ve o kadar da kötü görünmüyor. Tütün, biz aylaklar için bir nimet. Sir Walter’ın döneminden önceki devlet memurlarının zihinlerini neyle meşgul ettiklerini hayal etmek güç görünüyor. Orta Çağ genç erkeklerinin kavgacı mizaçlarını tamamen rahatlatıcı tütün isteğine bağlıyorum. Yapacak işleri yokmuş ve sigara içemiyorlarmış. Sonuç olarak da daima kavga ediyor, bağrışıyorlarmış. Sıra dışı bir ihtimal de olsa, savaşın olmadığı bir döneme denk gelindiyse yan komşuyla ölümüne bir kan davasına tutulurlar ve buna rağmen hâlâ boş zamanları varsa bu zamanları, kimin sevgilisinin en güzel göründüğünü tartışarak doldururlarmış. Argümanları da savaş baltasından, sopadan, vesaireden oluşurmuş. Zevk tartışmaları o günlerde çabuk sonuçlanırmış. Bir on ikinci yüzyıl genci aşka düştüğünde üç adım geri gidip, kızın gözlerinin içine bakıp ona çok güzel olduğunu söylemezmiş. Dışarı çıkıp icabına bakacağını söylermiş. Ve eğer dışarı çıktığında bir adamla karşılaşıp kafasını (diğer adamın kafasını yani) kırarsa bu, o kızın (yani birinci adamın sevdiği kızın) güzel bir kız olduğunun kanıtı olurmuş. Ama eğer diğer adam kafasını (kendi kafasını değil, diğer adamın kafasını) kırarsa diğer adam, ikinci adama, çünkü elbette ki diğer adam, onun için yalnızca diğer adam olabilir, ilk adam değil ki o da kafasını kırarsa, onun sevdiğinin, diğer adamın değil de öbür adamın… Bak şimdi: A, B’nin kafasını kırmışsa o zaman A’nın sevdiği kız güzel bir kızdır ama B, A’nın kafasını kırmışsa, o zaman A’nın sevdiği kız güzel değildir ama B’nin sevdiği kız öyledir. Sanat eleştirisinde de kullandıkları yöntem buymuş.
Günümüze gelindiğindeyse, biz bir pipo yakıyor ve kızları kendi aralarında kavgaya düşürüyoruz.
Bu işi çok da iyi yapıyorlar. Bizim bütün işimizi onlar yapıyor. Birer doktor, avukat ve ressam olabiliyorlar. Sinema salonu işletip para söğüşlüyor, yayınlamak üzere gazete hazırlıyorlar. Biz erkeklerin on ikiye kadar yatakta uzanmak; günde iki roman okumak; kendimize güzel, sevimli beş çayları hazırlamak; beynimizi pantolonda son modayı ve Bay Jones’un paltosunun neyden yapıldığı ve kendisine yakışıp yakışmadığı konusundaki tartışmalarla yormaktan başka yapacak bir şeyi olmadığı zamanları dört gözle bekliyorum. Bu, aylak adamlar için muhteşem bir gelecek beklentisi.
Âşık Olmak Üzerine
Elbette daha önce âşık olmuşsundur! Olmadıysan da olursun. Aşk kızamık gibidir; hepimizin başına gelir. Yine aynı kızamık gibi, bir kere başımıza gelir. Kişi ikinci kez yakalanmaktan asla korkmamalıdır. Bir kere bunu yaşamış olan bir insan en tehlikeli yerlere gidebilir ve en çılgın numaraları son derece güvenli bir şekilde yapabilir. Gölgelik bir ormanda piknik yapabilir, yapraklı yollardan salına salına geçebilir ve günbatımını seyretmek için yosun tutmuş oturakların üzerinde vakit geçirebilir. Sessiz bir kır evinden, en fazla kendi kulüp ortamından korktuğu kadar korkar. Ren Nehri üzerinde gezintiye çıkmak için bir aile partisine katılabilir. Bir arkadaşının kendi sonunu hazırlayışını görmek için onun evlilik törenine katılabilir. Büyüleyici bir vals dansının getirdiği baş dönmesine dayanabilir ve sonrasında karanlık bir yerde en kötü ihtimalle soğuk algınlığından daha ağır olmayan bir hastalığa yakalanıp dinlenmeye çekilebilir. Ay ışığında hoş kokulu sokaklarda yürümeye cesaret edebilir ya da kasvetli alacakaranlık zamanlarında kendine hâkim olabilir. Bir çit merdiveninin üstesinden sorunsuzca gelebilir, karman çorman bir engelden yakalanmadan geçebilir, düşmeden kaygan bir yokuştan aşağı inebilir. Çıplak gözle güneşe bakabilir ve gözleri kamaşmaz. Siren seslerini duyar ancak dümeninin yönünü değiştirmeksizin su üstünde ilerlemeye devam eder. Eli bembeyaz olan kimselerle tokalaşır ama hiçbir elektrik kuvveti onun bu insanların zarif baskıları altında kalmasına müsaade etmez.
Hayır, aşk hastalığına asla iki kez yakalanmayız. Cupid4 aynı kalp için ikinci bir ok heba etmez. Aşkın hizmetçileri bizlerin ömür boyu dostudur. Saygı, hayranlık ve sevgi için kapılarımız daima açık kalabilir ancak onların göklerdeki efendisi, asil yolculuğunda yalnızca bir kere ziyaret eder ve sonrasında ayrılır. Hoşlanırız, değer veririz, çok ama çok tutkun oluruz ama tekrar asla âşık olmayız. Bir erkeğin kalbi, sadece bir kez gökyüzüne doğru
4
Klasik mitolojide arzunun, şehvetin ve aşkın tanrısı. (ç.n.)