Ben-Hur. Lew Wallace
Ben-Hur’u hakir görenler olmuştur. Bu sahne melodramı için de geçerli olan bir şeydir (genellikle melodram geleneklerine yabancı olan insanlardan kaynaklanır); aslında orada biz, başlangıçta art niyeti fark edilmeyen, hainliğin kendisini içine soktuğu olumsuz şartlardan sıyrılmayı başaran bir başka karakterin kötülüğünün dezavantajlı duruma düşürdüğü masum bireyin ya da kahramanın zalimlerini tanıyıp yenerek sonsuz bir mutluluğa kavuştuğu hikâyenin altında yatan örüntüyü ayırt edebiliriz. Bu, sadece on dokuzuncu yüzyılın hâkim teatral formu değil, yaygın bir edebi yöntemdir.
Ben-Hur eleştirmenlerinin gözden kaçırdıkları şey, Wallace’ın romanını ustalıkla işleme yeteneğidir; Yahuda’nın sadece yaşadığı zorluklar ve tatmin edici zaferler silsilesine değil, yaklaşık yirmi yıl boyunca başarılan manevi ve sosyal gelişimine de imkân veren bir yapı yaratmıştır. Yahuda, Messala ile tekrar bir araya gelişinin verdiği acıyla annesine neden kendisinin de bir Romalı gibi davranamadığını sorduğu andan itibaren hiç aceleye getirilmeyen bir yolculuğa çıkmıştır. Dönüşüm kaçınılmazdır, ama zamanından önce olamaz. Sonunda kutsal yazıların ana hatları, tarihî hikâyeler ve romanın bütün yapısını kontrol altına alan Yeni Ahit açıklamalarıyla örtüşmelidir. Wallace etkili ve sade bir düzyazı yazar: Anlatımı açıktır ve hiçbir muğlaklığı yoktur; insanları, mekânları ve olayları tasviri gayet iyi araştırılmış olup esere zenginlik katmaktadır; ama araştırmasının genişliği ve ağırlığı asla okurun keyfini bozmaz. Bir yazar pozuna bürünmemiştir. Victoria dönemi kurgusunun standartlarına göre kendisinin ve karakterlerinin hassasiyetlerini ortaya koyuşları genellikle yerinde ve dönemin diğer kurgularının tersine gayet ölçülüdür. Dindarlık söz konusudur, ama pek çok çağdaşı olan toga romanlarında ve bugün okunamaz ve oynanamaz durumdaki oyunlarda olduğu kadar bıktırıcı ve hararetli değildir.
Wallace, Ben-Hur için hazırlanırken, aynı şekilde yıllarca okumuş ve konuya odaklı araştırmalar yapmıştır. Böylelikle bu kaynakların kökenine inerek onun düşünce şekline ulaşabiliyoruz. Kendi kuşağından pek çok Amerikalı gibi hem Eski hem Yeni Ahit hem de Apokrif’e oldukça aşinadır. İncil’le de uyumluluk göstermiştir. Olaylara ve antik dünyanın mekânlarına yaptığı referanslardan anlaşıldığı kadarıyla, muhtemelen Tacitus’un Yıllıklar ve Edward Gibbon’ın Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi kitaplarını okumuş ve el altında bulundurmuştur. Wallace’ın aynı zamanda G. J. Whyte-Melville’in 1867 toga romanı Gladyatörler: Bir Roma ve Yahudiye Hikâyesi’ni de bilmesi muhtemeldir. Yahuda’nın profesyonel boksörler tarafından öldürülmek üzere Idernee Sarayı’na getirildiği bölüm Gladyatörler’deki bir bölümü akla getirmekte ve Whyte-Melville’in etkisini doğrulamaktadır. Her iki roman da askerlerin eserleridir. Whyte-Melville’in romanı Roma İmparatorluğu’nun gerileyişini ve hâkim vatandaşların -Britanyalılar, Yahudiler ve Hristiyanlar- imparatorluğa direnişini konu edinmektedir. Ama Whyte-Melville’in İngilizliğini ve Wallace’ın Amerikalılığını ortaya koyan bazı farklılıklar vardır. Gladyatörler’de cinsel arzu, entrika ve kudret -İngiliz toga roman ve oyunlarının tipik özellikleri- toplumsal sınıf engelini aşmaya ve ihlal etmeye yeltenir, ama hep başarısız olur. Romanın sonunda Romalı işgaline karşı çıkan Zealot İsyanı başarısız olmuştur. Kaos ve katliam vardır, ama aristokratlar ölümde bile hâlâ aristokratlara bağlıdırlar ve alt sınıflar ve mezhepler toplumsal düzene bir zarar vermeden bir araya gelirler. Tersine Ben-Hur bütün sınıf farklılıklarını zenginliğe ve sağduyulu, basiretli ticareti teamüllerin -rüşvet ve hazineye vergi ödemeleri de dâhil- zenginlere sağladığı güvenliğe maruz bırakmanın haricinde sınıf kavramına itibar etmez. Yahuda’nın İras’ın şantaj girişimini engellemesi çok etkileyici bir andır. Hayır, der Yahuda İras’a, Messala’nın altı talentini ve ilave yirmi talenti göndermeyecektir.
Bu ev, eşyalar, ticari mallar, Simonides’in büyük bir kârla ticaret yürüttüğü gemiler ve kervanlar imparatorluk koruması altında, iyiliğin bedelini keşfeden akıllı bir kafa ve hediye şeklinde gelen makul bir kazanımı kan gölünden ve kötülükten gelecek daha büyük kazanıma tercih eden Sejanus.
Burada zenginlik kudretten ayrılır. İkisi aynı şey değildir. Çok çeşitli Akdeniz ve Doğu kültürleri zenginliği elinde tutar, Romalılarsa gücü. Sonunda Yahuda’nın büyük servetini özel bir isyan ve bunun liderliğine değil de, hayırlı bir Hristiyan gayesine yatırması dikkate değerdir.
Whyte-Melville’in tersine, Wallace sınıflar arasındaki uçurumları reddetmektedir; sadece sınıf ahlaki ve demokratik davranışları engellediğinde, kısmen New Mexico deneyiminin bir sonucu olarak, milliyet ve ırk konusunda endişelenmektedir (tıpkı Messala’nın ricası üzerine Yahuda’nın düşündüğü gibi: “Romalının yüzünde de bir dilenci ya da dost ifadesi yoktu; her zamanki gibi bir asilzade alaycılığı vardı; kibirse mükemmel ve rahatsız ediciydi.”) Bununla birlikte, Wallace’ın İsa’yı kabul eden karakterleri, etnik farklılıkları başarıyla aşıp çok kültürlülükle uzlaşmaya doğru kolaylıkla ilerlemektedirler.
Wallace’ın elindeki diğer kaynaklar yazar ve dönemi konusunda çok şey söylemektedir. Bütün roman boyunca okur sık sık topoğrafik ayrıntılarla karşılaşmaktadır. Wallace’ın ilk paragrafı, sanki burada bir savunma ya da saldırı emri veriyormuş gibi bir kusursuzlukla Zubleh Dağı’nın yayılışını tanımlamaktadır. Ayrıntılı ve ölçeklendirilmiş topoğrafik haritalandırma Amerikan İç Savaşı’nın savaş meydanı gereksinimleriyle geliştirilmiştir ve Wallace da bu ölçekli haritaları kullanan ilk taktikçiler arasındadır. Böyle ayrıntılı haritaların etkinliği konusundaki haberler Avrupa’ya ulaşmış ve Alman haritacılar sadece askerî amaçlarla değil, yeni bir kütüphane tarzı ve yerel atlaslar için düzenli araştırmalar başlatmıştır. Wallace, Kutsal Topraklar’ın topoğrafik özelliklerini, köylerini ve şehirlerini ayrıntısıyla gösteren böyle bir Alman atlası edinmiştir ve romanını yazarken bu atlası açıp uzaklıkları gözüyle ölçtüğü, yükseklikleri hesapladığı ve belirgin noktaları ayırt ettiği aşikârdır.
Wallace, başka bir yerde, küçük ama büyümekte olan arkeolojik kütüphanelere son dönemde eklenmiş iki belgeyi tekrar tekrar kullanmıştır. Bugün bile arkeologlar Yunan ve Latin edebiyatı bilginleri için yararlı olan iki metin bulmuş ve bavulunda New Mexico’ya götürmüştür. Takma adını, bu ciltleri ilk düzenleyen Oxford âlimi William Smith’ten alan her iki metin gayriresmî “Smith’in Sözlüğü” olarak bilinmektedir ve romancılar için değil, ciddi âlimler için giderek daha çok açığa çıkan antik dünyanın anlaşılmasında yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır. Ama metinler İngilizce olsa da, bu sözlükleri kullananların indekslerde arama yapabilmek için Latince ve Yunanca bilmeleri gerekmektedir. Kazılmış alanların ve arkeolojik eserlerin tanımları Wallace’ın anlatısında canlı ayrıntılar yaratmasına olanak vermiştir. Özellikle de Smith’in Yunan ve Roma Eski Eserleri Sözlüğü’nün ikinci baskısını (1848) Yahuda’nın, korsanların çarptığı kalyondaki hizmetlerini ve Antakya Maximus Arenası’ndaki araba yarışını canlandırmak için kullanmıştır. Arenanın planı ve düzeni lamba oymalarında, mozaiklerde, fresklerde, mücevherlerde ve bronz rölyeflerde resmedilmiştir. Bu ciltte bir başka yerde rakiplerin arabaları da tanımlanmıştır. Smith’in iki ciltlik Yunan ve Roma Coğrafya Sözlüğü’nde Daphne Koruluğu kazılarının, Antakya, Kudüs, Beytüllahim ve Roma’nın başlıca binalarının tasvirleri bulunmaktadır. Wallace belki başka referans kaynaklarına da sahip olabilir. Şeyh İlderim’in çöldeki kamp yerinin ve Yahuda’nın orada kalış ayrıntılarının, 1870’lerde Cezayir’in Oued-Atmenia köyünde ortaya çıkarılan, Afrika Genel Valisi Pompeianus’un villasındaki mozaiklerin renkli reprodüksiyonlarından alınmış