Devlet. Платон
Sokrates. Ama herkes bilir ki bu, onların tartışmada noksanlıkları olmasından kaynaklanır. Söyleyecek bir şeyi kalmayana dek bir taraftan diğerine sürüklenir, tıpkı güçlü bir rakibin karşısında son hamleye kadar dara düşen yeteneksiz bir oyuncu gibi. Yine de her zaman haklı olabilir. Bu örnekte, felsefeyi hayat uğraşı yapan birinin kötü biriyse bir hilekâr, iyi biriyse bir budala olacağını bilebilir. Sen ne diyorsun?” Oldukça haklı olduğunu söylemeliyim. “Öyleyse filozofların krallar olması gerektiği ilkesiyle böyle bir kabul nasıl uzlaşabilir?”
Sana alegori uydurmada ne kadar hünersiz olduğumu da gösterecek kısa bir hikâyeyle cevap vereceğim. İyi insanla hükûmeti arasındaki bağ o kadar hususidir ki onları savunmak için kurgu dünyasından bir görüntü almalıyım. Bir gemi kaptanı hayal et; mürettebatın kalanından başı ve omuzları ile daha uzun fakat biraz sağır, kör ve denizcilik sanatından da biraz habersiz. Denizcilik hakkında bir şey bilmeseler ve bunun öğrenilemeyeceğini düşünseler de denizciler dümen tutmak istiyor. Eğer yönetim bunu reddederse kaptanın sıcak sütüne ilaç atar, elini ve ayağını bağlayıp geminin malını mülkünü alırlar. Başkaldırıya katılana iyi öncü denir. İyi öncünün rüzgârları ve yıldızları gözlemlemesi, hoşuna gitse de gitmese de onlarda ustalaşması gerektiğini bilmezler. Böyle birine onlar, ahmak, geveze veya amatör gök bilimci diyebilirler. Bu, niçin filozofun böyle kötü adlandırıldığını soran beyefendilere anlatmanı ve onun değil, onu kullanmayacak kimselerin bu faydasızlık için suçlu olduklarını açıklamanı isteyeceğim kısa hikâyem. Filozof, insanlardan onların yöneticisi olmayı istememelidir. Atasözünün dediği gibi bilge adam zenginin peşinden gitmemelidir ama zengin veya fakir herhangi biri ihtiyaç duyduğunda doktorun kapısını çalmalıdır. Burada öncü, filozoftur. Hikâyede amatör gök bilimci diyorlardı. İsyankâr denizciler de siyasetçilerin filozofu işe yaramaz gösteren ayaktakımıdır. Bunlar elbette felsefenin en büyük düşmanları değildir. Kendi açıklama yapan oğulları dünyada bozulduğu zaman daha çok kepaze olmuştur. Filozofun asıl görüntüsünü hatırlatmama gerek var mı? Gerçeği sevdiğini, yalandan nefret ettiğini, fenomen çokluğunda rahat edemeyeceğini ama kendi doğasında mutlak olanı tasarlamaya sempati ile sürüklendiğini biraz önce söylemedik mi? Liderleri olan gerçek gibi bütün erdemler onun ruhunda ikamet yeri edinmişlerdir. Fakat gözlemlediğiniz üzere, rotamızı gerçekliğe döndürdüğümüzde bu şekilde tanımlanmış kimselerin, küçük ve işe yaramaz kısmı hariç, tam anlamıyla hilekâr olduğunu görürüz.
Göz önünde tutulması gereken nokta, doğadaki bu bozulmanın kökenidir. Herkes filozofun, bizim tanımımızda, nadir bir varlık olduğunu kabul edecektir. Fakat bu nadir varlıkları mahvetmek için ne kadar sayısız neden vardır! Kötü bir şeye sebep olmayacak iyi bir şey yoktur; sağlık, servet, güç, rütbe ve erdemlerin kendileri, olumsuz durumlara sokulduğunda aynı sonu yaşayabilir. Çünkü hayvanlar ve bitkiler dünyasında en güçlü tohumlar iyi hava ve toprağın eşliğine ihtiyaç duyar. Bu yüzden insanların en iyi özellikleri, uygunsuz bir toprakta en kötüye dönüşür. Oysaki zayıf özellikler kayda değer bir zarar ya da iyilik yapmazlar. Onlar büyük kahramanlar ya da suçluların ana maddesi değillerdir. Filozof da aynı kıyasa uyar; insanlığın ya en iyisidir ya en kötüsüdür. Bazı kimseler Sofistlerin gençleri yoldan çıkardıklarını söylerler fakat bu, her yerdeki yani bu insanların arasındaki, meclisteki, mahkemelerdeki, ordugâhtaki, etraftaki dağlardan yankılanan tiyatro alkışlarındaki Sofistler için genel görüş müdür? Genç bir adamın kalbi bu uyumsuz seslerin arasına atlamaz mı? Hiçbir eğitim onu, sağanağın sürükleyip götürmesinden kurtarmaz mı? Bunların hiçbiri olmaz. Çünkü fikre uymazsa tatlı bir sürgün ya da ölüm baskısı gelir. Bu eşitsiz çekişmeden rakip Sofistlerin ya da diğerlerinin hangi prensibi galip çıkabilir? İnsandan daha fazla karakter çıkabilir ki bunlar da istisnalardır. Tanrı bir insanı kurtarabilir ama kendi gücünü kurtaramaz. Dahası, bu parayla tutulmuş Sofistin yalnızca dünyaya onun kendi görüşlerini geri verdiğini göz önüne almanızı isterim. O, ona nasıl yalakalık yapacağını veya öfkelendireceğini bildiği canavarın bekçisidir ve onun anlaşılmaz hırıltılarının anlamlarını gözlemler. İyi olan onu mutlu edendir, kötü de sevmediği şeylerdir. Gerçek ve güzellik yalnızca canavarın tadına bakmasıyla belirlenir. Sanatta da ahlakta da Sofistin bilgeliği ve gerçeği sınayan görüşleriyle halkın koşulları işte böyledir. Onaylanan şeyleri yaparken ve olurken onların üstüne bir lanet çöker ve ilk prensiplere giriştiklerinde başarısızlık gülünç olur. Bütün bunları düşünün ve kendinize dünyanın tek bir fikrin birliğine mi fenomenlerin çokluğuna mı inanacağını sorun. Bir fikre inanmayan bir dünyada filozof olamaz ve bu yüzden filozoflara eziyet çektiren birileri olur. Başka bir kötülük de vardır: Dünya, ona doğuştan verilen özellikleri kaybetmek istemez ve bu yüzden gençleri (Alkibiadis) kapasiteleriyle ilgili muhteşem fikirlerle göklere çıkarırlar. Uzun boylu, terbiyeli gençler kabarmaya başlar ve krallıklar ile imparatorlukların hayalini kurarlar. Eğer bu durumda birisi ona “Tanrı yardımcın olsun! Çok büyük bir ahmaksın.”12 cümlesini ve eğitilmesi gerektiğini fısıldarsa sence dinler mi? Ya da felsefeye bağlı daha iyi türden bir adamı ele alalım, onu mahvetmek için üstün çaba göstermez mi? Zenginlere olan sevgiden az olmayan bilgi sevgisinin onu başka yöne çekebileceğini söylemekte haklı değil miyiz? Bu sınıfın insanları (Critias) genelde siyasetçi olurlar. Devletlerdeki büyük hasarın sahibidirler ve bazen büyük faydanın. Bu yüzden felsefe doğal koruyucuları tarafından yalnız bırakılmıştır ve diğerleri içeri girip onu kepaze eder. Küçük adi zihinler o yerin açık olduğunu görürler ve sanatların hapishanesinden felsefenin tapınağına akın ederler. Vücudu gibi kaba bir ruha sahip olan akıllı bir tamirci, felsefenin talibi olursa kademe atlayacağını sanar. Çünkü felsefe, yenik durumdayken bile, kendine has bir itibara sahiptir ve o adam, küçük kel bir demirci çırağı gibi, biraz para kazandığında ve mahpusluktan çıktığında yıkanır, damat gibi giyinir ve efendisinin kızıyla evlenir. Bu evliliklerdeki sorun nedir? Onlar değersiz, alçak, hakikat ve nitelikten yoksun olmazlar mı? “Olurlar.” Öyleyse küçük bir kısım gerçek filozofların kalıntısıdır. Küçük devletlerin vatandaşları olup siyasetçilerin düşünmeye değer bulmadığı veya Theages’in hastalıklı dizginiyle alıkonan; benim harikulade durumumda, belirti neredeyse bahsetmeye değmeyecek kadar eşsiz ve nadirdir. Ve bu birkaçı, felsefenin zevklerinin tadını alınca ve aslında insan hayatı olan vahşi hayvanların yerleri ile hırsızların mağaralarına bakınca bir duvarın altına sığınıp fırtınadan saklanacak ve kendi masumiyetlerini korumaya çalışıp barış içinde öleceklerdir. “Büyük bir iş de başarmış olacaklardır.” Büyük, evet ama en büyüğü değil çünkü insan sosyal bir varlıktır ve yalnızca ona en iyi uyan toplulukta, en yüksek derecede gelişebilir.
Felsefenin bu kadar kötü adlandırılmasının nedenlerinden yeterince bahsettik. Diğer bir soru, var olan devletlerin hangisinin ona uygun olduğudur. Hiçbiri. Günümüzde değişik bir toprakta yetişen egzotik bir tohum gibi yalnızca ona uygun olan devlette eşsiz büyümesi görülebilir. “Peki bu uygun devlet bizimki midir yoksa başka mıdır?” Bizimkisi biri hariç tüm noktalardan biridir ama bu belirsizdir. Devlette, yaşayan bir zihin veya parlamentere tanık olacak birine gerek olduğunu söylediğimizi hatırlayabilirsin. O kadar zor bir konuya girmeye korkmuştuk ve şimdi o soru yinelendi ve basitleşmedi: Felsefe nasıl güvenli şekilde çalışılabilir? Bu soruyu gün ışığına çıkaralım ve bu soruşturmayı bitirelim.
İlk olarak, hiçbir şeyin günümüz çalışma yönteminden daha kötü olamayacağını cesaretle söyleyebilirim. Kişiler genelde gençliklerinin başında ve işteki molalarda bir miktar felsefeyi ele alırlar ama asla gerçek güçlükte, diyalektikte, uzman olamazlar. Sonrasında nadiren de olsa felsefe derslerine giderler. Yıllar geçer, felsefenin Heraklitos’unki gibi olmayan güneşi, bir daha asla doğup
12
W. Shakespeare’in