Devlet. Платон
bir adam, bir ödül beklentisi ya da ceza korkusu olmazsa hiç yönetici olmayı kabul eder miydi? Burada bahsettiğimiz ödül tabii ki para ya da saygınlık, ceza da kendinden daha kötü biri tarafından yönetilmek. Ayrıca, bir devlet (ya da Kilise) sadece iyi adamlardan oluşsaydı yalnızca nihai amacın etkisiyle çalışırlardı ve günümüzdeki zıttındaki kadar ‘nolo episcopari’3 olurdu…”
Var olan hükûmetlere yapılan eleştiri, basit ve görünüşe göre alenen meydana gelen tutumun son yorumu sunmasıyla yükseltilir. İnsan ırkının amirlerinin makamda olmayı sevmeyip ödeme talep etmeleri de benzer bir ironiye sahiptir.
…“Bu kadarı yeter.” diyen Thrasymakhos’un diğer iddiası çok daha önemlidir: “Adaletsiz yaşam adaletli olandan daha kazançlıdır. Şimdi, Glaukon, sen ve ben ikna olmadığımıza göre ona bir cevap vermeliyiz. Ama eğer her birinin kazançlarını tek tek kıyaslamaya kalkarsak bir hakemin bizim yerimize karar vermesi gerekir. Bu yüzden her bir doğruyu karşılıklı kabul ederek ilerlesek daha iyi olur.”
Thrasymakhos kusursuz adaletsizliğin kusursuz adaletten daha kazançlı olduğunu öne sürer ve kısa bir duraklamadan sonra Sokrates onu, adaletsizliğin erdem, adaletin ise bir kusur olduğu paradoksunu kabul etmeye ikna eder. Onun dürüstlüğünü över ve bunun, tek amacı karşıtlarını anlamak olan birinin davranışı olduğunu farz eder. Aynı zamanda Thrasymakhos’un düşeceği bir ağ atıyordur. Adaletsiz adamın amacı ikisinden birinden daha fazla çıkar sağlamak iken adil adamın tek amacının hem adilden hem adaletsizden daha çok çıkar sağlamak olduğu itirafını ondan alır. Bu sözü sınamak için Sokrates bir kere daha sanatları karşılaştırmaktan yararlanır. Müzisyen, doktor gibi herhangi bir türün yetenekli sanatçısı, diğer yeteneklilerden daha çok kazanmaya bakmaz. Yeteneksizlerden daha çok kazanmaya bakar. (Bu demek oluyor ki bir kurala, standarda, usule uyarak çalışıyor ve onu aşmıyor.) Öte yandan yeteneksiz olan, abartılı şekilde rastgele bir çaba sarf eder. Bu yüzden yetenekli olan iyinin tarafındadır, yeteneksiz de kötünün ve adaletsiz kişi de yeteneksizdir.
Thrasymakhos’u konuya getirmek zor olmuştu. O gün hararetliydi ve terler boşanıyordu. Hayatında ilk kez bu kadar kızardığı görülmüştü. Ama adaletsizliğin adaletten güçlü olduğu tezi hâlâ reddedilmemişti ve Sokrates şimdi onu, Thrasymakhos’un yardımıyla çözeceğini umuyordu. İkinci tez ilk bakışta biraz terbiyesizcedir ama Sokrates’in makul ellerinde yeniden hoş bir mizaca döner: Hırsızlarda onur yok mudur? Adaletsizliğin gücü sadece adaletten geriye kalanlar mıdır? Salt adaletsizlik aynı zamanda salt güçsüzlük müdür? Kendi arasında anlaşmazlık olan ev halkı ayakta kalamaz. Münakaşa eden iki adam birbirinin gücünü azaltır ve kendiyle savaşta olan biri, hem kendisiyle hem tanrılarla düşmandır. Bu durumda devletlerde büyüyen şey tam olarak kötülük değil yarı kötülüktür. Birliğin devamı için biraz iyilik kalıntısı gereklidir. Dünya üzerinde salt kötülükten oluşan bir krallık yoktur.
Bir başka soru yanıtsız kalmıştır: Adil olan mı adaletsiz olan mı daha mutludur? Buna şöyle cevap verebiliriz; her sanatın bir gayesi ve o gayeye ulaşmayı sağlayan bir seçkinlik veya bir meziyet vardır. Ruhun gayesi mutluluk ve ruhun mutluluğa erişmesini sağlayan seçkinlik de adalet değil midir? Burada, adalet ve mutluluğun ayrılmaz olduğu görülür. Adaletlinin mi adaletsizin mi daha mutlu olduğu sorusu ortadan kaybolur.
Thrasymakhos şöyle karşılık verir: “Bendis festivalinde eğlen bakalım, Sokrates.” Evet ve senin nezaketinle dolu bir eğlence. Artık azarlamayı bıraktın. Ama güzel bir eğlence değil. Tabii bu benim suçum çünkü çok sayıda şeyin tadına baktım. İlk olarak, adaletin doğası bizim incelememizin konusuydu. Daha sonra ise adaletin bir erdem ve bilgelik mi, yoksa kötü ve ahmakça bir şey mi olduğuydu. Ve en son, adalet ve adaletsizliğin faydalarını kıyasladık. Bütün bunların özeti ise şudur; adaletin ne olduğunu bilmeden adaletlinin mutlu olup olmadığını nereden bilebilirim?..
Böylece sofistike yapı, en çok maharetlerin ortak yönleri dolayısıyla yıkılmış oldu. “Adalet de maharetler gibidir: (1) Görünen bir çıkarı yoktur, (2) aşırılığa yönelmez ve (3) çalışanlar, mutluluğa ulaşmak için işlerine adalet eklerler.” Modern okuyucunun, Platon’un bunları yazdığı dönemde becerilerin ve erdemlerin (tıpkı ahlaki ve düşünsel beceriler gibi) birbirinden ayrılmamış olduğunu unutması, onu tökezlemeye meyilli kılar. İnsan eylemlerinin ilk araştırmalarında, yorumların boşluğunu doldurmaya bilimler yardımcı olmuştur ve beceriler ile erdemler arasındaki farklar onlara mantıksız gelmemiştir. Sadece aralarında uyuşan noktaları görmüşlerdir, farklılıkları değil. Erdem, tıpkı beceri gibi, bir sonuca varmalıdır. Edep hem bir beceri hem bir erdemdir. Huy genelde bir heykelin tasviriyle tanımlanır ve daha birçok bilimden ahlaka kolayca aktarılabilen mecazlar vardır. Bir sonraki nesil bu bulanıklıkları açıklığa kavuşturdu ya da en azından yıllar yıllar sonra daha ileri analizlerinin yapılmasını sağladı. Platon ile aynı dönemlerdeki kişiler bir geçiş sürecindeydi ve henüz Aristo’nun, “Erdem davranışlara bağlıdır, beceri ise üretmeye.” ya da “Beceri sadece bilgi gerektirirken erdem hem niyet hem de amaca sebata işaret eder.” ayrımının tamamen farkına varamamışlardı. Ve karşılaştırmanın bazı kullanımlarını takip eden bazı abesliklerde, erdemin beceriden fazlası olduğunu gösteren bir ima olduğu görülür. Bu, “Adalet bir hırsızdır.” (reductio ad absurdum)4 ve en son sonuçta Sokrates’in ifade ettiği hoşnutsuzlukta anlaşıldığı gibidir.
Bütün bilimlerde “ortak” olduğu ifade edilen “para kazandıran bir bilim” ifadesi, dilin normal kullanımına uygun değildir. Platon ya da bir başka Yunan yazar tarafından da hiçbir yerde kullanılmamıştır. Tartışma sırasında ortaya atılmıştır ve bilimin kapsamını sadece bir eylemi gerçekleştiriyor olmaktan, ortaya bir ürün çıkarmaya kadar genişletir. Kullanılan dilin bir başka kusuru ya da hatası da şu sözcüklerden anlaşılabilir; “Zarar görmüş insanlar daha da vicdansızlaşırlar.” Zarar görmüş kişiler illaki daha kötü birisi olmazlar, sadece birinden kötülük görmüş veya suistimale uğramışlardır.
Bahsi geçen üç görüşten ikincisi, “adaletin aşırılıkta gözünün olmaması”, anlaşılmaz bir şekilde sunulsa da gerçekten bir anlam taşımaktadır. İyiliğin sonlu bir doğası olması alışılmışın dışında Eski Yunan’a ait bir düşüncedir. Erdemden afiyette olmak, özgürlükten de yasalara itaat olarak bahseden bazı çağdaş yazarların dilleriyle karşılaştırılabilir. Sınırın matematiksel ya da mantıksal bir kavram olduğu fikri, kolayca ahlaki bir kavrama dönüşür ve kıskanma fikrinde mitolojik bir ifade bulur. Ölçü, eşitlik, düzen, birlik, orantı fikirleri hâlâ ahlakçıların yazılarında oyalanmaktadır ve güzel sanatların gerçek ruhu, üstünlük kelimelerinden ziyade bu terimlerle ifade edilmelidir.
“Zanaatkârlar iyinin de iyisini yapmaya çalıştıklarında Sanatlarını mahvederler açgözlülükle.” (Kral John’un Yaşamı ve Ölümü)
Ruhun ve bedenin uyumu ve de ruhun parçalarının birbirleriyle uyumu, “Müzik notalarından daha hoştur.” İnsan doğasının kusursuzluğu işte bu satırlarda gerçek Yunan üslubuyla ifade edilmiştir.
Thrasymakhos ile olan konuşmanın kapanışı olarak değerlendirilebilecek olan kısmında Platon, sadece modern zamanda teolojistler ve filozofların ele aldığı, kötülüğün olumsuz tarafı bahsine değinerek kötülüğün, gücün değil uyumsuzluğun ve dağılmanın bir esası olduğunu savunur. Son tartışmada, sonlara doğru, Aristo’nun amaç ve erdem ilkesinin izini görebiliriz ki o da yine bilimlerle belirtilmiştir. Adalet, mutluluk, bireyin ve devletin benzerliği konularındaki son uzlaşım da açıklanmıştır. Sokrates, “hiçbir şey bilmeyen” rolünü tekrar üstüne alır. Aynı zamanda tartışmanın
3
Latince anlamı “Piskopos olmak istemiyorum.” olmakla beraber, genelde bir duruma karşı çıkmak için kullanılan söz. (ç.n.)
4
Latince: “Saçma olana indirgeme.” anlamına gelir ve bir iddiayı doğru kabul ederek saçma bir sonuca varıp iddianın yanlış olduğu sonucuna ulaşıldığı bir mantık yöntemidir. (ç.n.)