Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları. Артур Конан Дойл
onun zirveye eriştiğini ve bu hayvanı yukarıda gördüğünü varsayabiliriz. Bu yüzden biliyoruz ki yukarıya giden bir yol var. Aynı zamanda bunun çok zorlu bir yol olduğunu da tahmin edebiliyoruz. Aksi hâlde yaratıklar aşağıya inerek yakın bölgeye yayılmış olacaklardı. Herhâlde bu yeteri kadar açık, değil mi?”
“Ama orada var olmalarını nasıl izah edeceğiz?”
“Tahminime göre bu o kadar da çetrefilli bir problem değil.” dedi profesör. “Ancak bir tek açıklama olabilir. Güney Amerika, senin de duymuş olabileceğin gibi, granit bir kıta. İçerilerdeki bu bölgede, çok uzun bir dönem önce, ani bir volkanik hareketlenme meydana gelmiş olmalı. Bu uçurumların bazalt yapısına dikkatini çekerim; dolayısıyla bunlar plutonik. Muhtemelen Sussex kenti büyüklüğünde bir bölge, içindeki bütün canlılarla birlikte blok hâlinde yükselerek, çevresindeki dikey uçurumlar sayesinde kıtanın geri kalan kısmını etkileyen erozyona karşı doğal bir barikat oluşturdu. Peki, sonuç? Tabii ki doğal yaşam koşulları olduğu gibi korundu. Hayatta kalma mücadelesini etkileyen çeşitli faktörler nötralize edildi veya değiştirilmiş oldu. Böylece, belki de aksi hâlde nesli tükenecek yaratıklar, yaşamaya devam ettiler. Farkına varacağın gibi pterodactyl ve stegosaurus, Jura Dönemi’nin canlıları, yani yaşam döngüsünün çok önemli bir çağına aitler. Bu pek garip tesadüfi şartlar altında hayatta kalmışlar.”
“Ama deliliniz gayet inandırıcı. Yapmanız gereken, sadece bunu ehliyetli otoriteler önünde sergilemeniz olsa gerek.”
“Ben de basit olarak böyle düşünmüştüm.” dedi profesör acı acı. “Ancak söylemeliyim ki sonuç hiç de öyle olmadı. Her seferinde kısmen aptallıktan doğan kısmen de kıskançlıktan gelen bir inanmazlıkla karşılaştım. Ama benim yapımda, hiç kimseye yaltaklanmak yoktur bayım veya sözümden şüphe edildi diye kanıtlar aramak. İlk ataktan sonra elimde kanıt olabilecek hiçbir şeyi göstermeye tenezzül etmedim. Bu konu benim için artık nefret verici bir olay hâline gelmişti. Hakkında konuşmak istemiyordum. Senin gibi, halkın aptalca merakını temsil eden adamlar mahremiyet haklarıma tecavüz ettiğinde onlara karşı gerekli ağırbaşlılığı gösteremedim. Kabul ediyorum ki yapı itibarıyla çok ateşliyim ve kışkırtıldığımda şiddete başvurma eğilimim var. Korkarım, bunu sen de gözlemledin.”
Sessizce gözümü ovuşturdum.
“Karım, bu konuda benimle daima tartışma hâlinde kalmıştır, ancak bence her onurlu adam, benim gibi hissederdi. Yine de bu gece, iradenin duyguları nasıl kontrol edebileceğine dair uç bir örnek vermeyi tasarlıyorum. Seni sergiye davet ediyorum.”
Masasından bir kart uzattı.
“Gördüğün gibi popüler bir üne sahip olan Doğa Bilimci Bay Percival Waldron’ın da saat 08.30’da Zooloji Enstitüsü Salonu’nda ‘Çağların Kaydı’ adlı bir konferans vereceği ilan edilmiş. Konuşmacıya teşekkür etmek için özellikle ben de kürsüye davet edildim. Bunu yaparken de büyük bir dikkat ve incelikle dinleyicilerin ilgisini çekecek ve belki de mesele hakkında daha derinlemesine düşünmelerini sağlayacak birkaç söz atacağım ortaya. Kışkırtıcı değil tabii, anlıyorsun ya yalnızca bu işin daha derin olduğuna ilişkin sözler olacak bunlar. Mümkün olduğunca kendimi dizginleyeceğim, bakalım bu yöntem bana daha verimli bir sonuç getirebilecek mi?”
“Ve ben de gelebilirim demek?” diye hevesle sordum.
“Elbette!” diye cevapladı içtenlikle.
Arkadaş canlısı olduğunda da en az saldırgan olduğu kadar muazzam bir samimiyete sahipti. Yüzündeki iyilik timsali tebessüm harikulade bir şeydi, yarı açık yarı kapalı gözleriyle siyah sakalı arasında kalan yanakları sanki iki kırmızı elmaya dönüşüyordu böyle güldüğü zaman.
“Gel tabii! Her ne kadar yetersiz ve konu hakkında cahil olsa da dinleyiciler arasında bir destekçimin olması beni rahatlatır. Bana öyle geliyor ki Waldron için epey bir kalabalık gelecek; tepeden tırnağa bir şarlatan olmasına rağmen hayli tutkulu bir taraftar kitlesine sahiptir. Şimdi Bay Malone, sana planladığımdan çok daha fazla zaman ayırmış bulunmaktayım. Dünyaya mal olmuş bilgiyi bireylerin tekeline bırakmak doğru değil. Seni bu akşamki konferansta görmekten mutluluk duyacağım. Bu arada, sana gösterdiğim materyalin hiçbir şekilde basına aksettirilmemesi gerekliliğini anlıyorsun, tabii…”
“Fakat Bay McArdle -haber editörüm, biliyorsunuz- ne yaptığımı bilmek isteyecektir.”
“Ne istersen söyle ona. Bu arada, eğer başka birini casusluk için gönderirse onu kamçıyla karşılayacağımı da söyleyebilirsin. Her neyse bunun basında çıkmaması işini sana bırakıyorum. Çok güzel. O hâlde saat 08.00’de Zooloji Enstitüsü Salonu’nda görüşmek üzere.”
Beni kapıdan geçirirken edindiğim son izlenim, kırmızı yanakları, mavi siyah dalgalı sakalı ve tahammülsüz gözleri olmuştu.
5. BÖLÜM
“Soru!”
Profesör Challenger’la yaptığımız birinci görüşmenin fiziksel, ikincisinin ise zihinsel şokuyla kendimi bir kez daha Enmore Park’ta bulduğumda, iyice bitkinleşmiş bir gazeteciydim artık. Ağrıyan kafamda nabız gibi atan bir düşünce varsa o da bu adamın hikâyesinde bir gerçeklik olduğuydu. Bu olağanüstü bir şeydi ve bir şekilde gazetede yayımlama iznini aldığımda inanılmaz bir haber oluşturacaktı. Yolun sonunda bekleyen bir taksiye atladığım gibi çabucak ofise döndüm. McArdle her zamanki gibi görevi başındaydı.
“Ee!”diye bağırdı hevesle. “Bir iş çıkacak mı? Delikanlı, bana öyle geliyor ki sen boğuşmuşsun. Sakın adamın sana saldırdığını söyleme bana!”
“Başlangıçta pek anlaşamadık.”
“Nasıl biri olduğunu bilirim ben onun! Ne yaptın?”
“Eh, bir müddet sonra sakinleşti ve bir az sohbet ettik. Ama hiçbir şey alamadım ondan; yani yayımlamak için hiçbir şey.”
“Ben bundan pek emin değilim. Ondan bir mor göz almışsın ve bu da yayımlanmaya değer. Bay Malone, bu şiddete göz yumamayız. Bu adama haddini bildirmeliyiz. Yarın onun hakkında bir başmakale hazırlayacağım, bu biraz yankı getirecektir. Sen yeter ki bana hikâyeni ver, bu adamı sonsuza dek damgalayacağım. ‘Profesör Munchausen’ nasıl, iç başlık için iyi mi? Sir John Mandeville -Cagliostro- tarihteki bütün üçkâğıtçılar ve zorbalar! Onun nasıl bir sahtekâr olduğunu ortaya çıkaracağım.”
“Sizin yerinizde olsam bunu yapmazdım efendim.”
“Nedenmiş o?”
“Çünkü hiç de sahtekâr biri değil o.”
“Ne!” diye gürledi McArdle, “Yani sen şimdi bütün bu mamut, mastodon4 ve büyük deniz ejderhası hikâyelerine inandığını mı söylüyorsun?”
“Bunları bilemem. Zaten onun da böyle şeyler iddia ettiğini zannetmiyorum. Ama yeni bir şeyler bulduğu kesin.”
“O zaman yaz da görelim şunu, Tanrı aşkına!”
“Bunu ben de çok istiyorum. Ancak bütün bildiklerimi, bana yazmamam koşuluyla anlattı.”
Profesörün hikâyesini birkaç cümleye sıkıştırarak anlattım.
“İşte böyle.”
McArdle’ın yüzünde derin bir inanmazlık ifadesi vardı.
“Pekâlâ, Bay Malone.” dedi sonunda. “Bu geceki şu bilimsel toplantıya gelelim, bu konuda bir gizlilik olamaz nasılsa. Bunu hiçbir gazetenin yazacağını sanmıyorum. Çünkü zaten
4
Nesli tükenmiş, fil benzeri bir hayvan (ç.n.).