Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4. Артур Конан Дойл
böylece yaklaşık bir saat sonra, Exeter’a giden birinci sınıf kompartımanların birinde buldum kendimi. Kulaklıklı kasketi, dikkatli ve hevesli görünen yüzüyle Sherlock Holmes, Paddington’dan satın aldığı çok sayıda yeni baskı gazeteye iyice dalmıştı. Reading’i epey geçmiştik ki son gazetesini koltuğun altına sıkıştırarak bana bir puro uzattı.
“Epey yol aldık.” dedi pencereden dışarı baktıktan sonra saatine göz atarak. “Şu anki hızımız saatte elli üç buçuk mil.”
“Çeyrek milleri belirten tabelaları görmemişim.” dedim.
“Ben de görmedim. Bu bölgedeki telgraf direklerinin aralıkları altmış yarda ve sonrasını hesaplamak pek de zor değil… John Straker cinayeti ve Gümüş Şimşek’in kayboluşu hakkında bilgin olduğunu tahmin ediyorum.”
“ ‘Telegraph’ ve ‘Chronicle’ın yazdıklarını okudum.”
“Bu öyle bir olay ki Watson, yapılması gereken şey, yeni delil bulmaktan çok eskileri ayıklamak olacak. Cinayetin benzersizliği ve etkilediği insan sayısının çok fazla oluşu yüzünden sayısız tahmin ve hipotez üretilmiş. Karşılaşacağımız ve üstesinden gelmemiz gereken sorun, mutlak ve inkâr olunamaz gerçeklerin, kuramcılar ve gazeteciler tarafından süslenmesidir. Sağlam bir temeli saptadıktan sonra çıkacak sonuçları harmanlayıp gizemin önemli noktalarının üzerinde durmak gerekir. Salı akşamı hem atın sahibi Albay Ross hem de davayla ilgilenen ve benimle iş birliği yapmak isteyen Müfettiş Gregory’den telgraf aldım.”
“Salı akşamı mı?” diye bağırdım. “Bugün perşembe! Neden dün gitmedin?”
“Çünkü yanıldım sevgili Watson, beni sadece senin yazdığın hikâyelerden tanıyanları şaşırtacak belki ama oldukça sık yaptığım bir hatadır… Doğrusunu istersen Dartmoor’un kuzeyi gibi çok az insanın ikamet ettiği bir yerde, İngiltere’nin en muhteşem atının saklı kalacağını düşünmemiştim. Dün, her geçen saatte, atın bulunduğuna dair bir haber almayı bekledim ve kaçıran kişinin aynı zamanda John Straker’ın katili olduğunu duyacağımı umdum; ancak sabah olduğunda genç Fitzroy Simpson’ın tutukluluğu dışında hiçbir gelişme olmadığını duyunca benim bu işte aktif rol almam gerektiğini anladım. Yalnız bazı bakımlardan dünün pek de boşa harcanmadığı kanaatindeyim.”
“O hâlde bir teori oluşturdun bile.”
“En azından olayın en önemli bulgularını yakaladım. Bunları sana tek tek sıralayacağım çünkü başka birine anlatmak, olayları aydınlatmak için en iyi yoldur ve ayrıca sana en başından anlatmazsam yardımını da bekleyemem.”
Puromu tüttürerek minderlere iyice yaslandım. Bu gezimize sebep olan olayları bir bir açıklarken Holmes uzun, ince işaret parmağı ile sol avcunun içine vuruyordu.
“Gümüş Şimşek…” diye başladı. “Somomy ırkındandır ve ünlü atası kadar mükemmel bir sicili vardır. Şu an beş yaşında ve şanslı sahibi Albay Ross’a sürekli ödül kazandırmış. Bu felaket yaşanmadan önce, bire üç bahisle Wessex Kupası’nı kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Yarışlara meraklı halk için gözde bir attı ve ona yatırılan büyük miktarlardaki para kimseyi hayal kırıklığına uğratmamıştır. Bu nedenle gelecek salı günü olacak yarışta onu engellemek isteyen birçok kişinin olması doğaldır.
Bu olay, albayın ahırı olan King’s Pyland’de gerçekleşmiş. Favori atı korumak için her türlü önlem alınmıştı. Seyisi John Straker tartıda ağır çekene kadar albayın atlarına binmiş eski bir jokeydir. Beş yıl albayın jokeyliğini yapmış, yedi yıldır da seyisi olarak görev yapıyormuş ve her zaman gayretli, dürüst bir çalışan olarak ön plana çıkmış. Ahırda onunla beraber sadece üç çocuk çalışıyordu çünkü topu topu dört at olduğundan küçük bir ahır vardı. Her akşam bu çocuklardan biri ahırda nöbet tutarken diğerleri samanlıkta uyurlardı. Üçünün de çok iyi karakteri vardı zaten. John Straker evliydi ve ahırların yaklaşık iki yüz yarda uzağında ufak bir villada yaşıyordu. Çocuğu yoktu, bir hizmetçisi vardı ve maddi sorunu bulunmuyordu. Etraf çok ıssız ama yaklaşık yarım mil kuzeyinde birkaç villa bulunuyor. Tavistock’lu bir müteahhit buraları, sakatlar ve Dartmoor’un temiz havasından faydalanmak isteyenler için inşa etmiş. Tavistock iki mil batıya uzanıyor; fundalık boyunca ki o da yaklaşık iki mil kadar uzunlukta. Bu yerde, Silas Brown tarafından idare edilen, Lord Backwater’a ait Mapleton ahırları bulunuyor. Diğer yönlere uzanan fundalık tamamen el değmemiş bölgeler ve sadece birkaç gezginci Çingene’den başka hiçbir canlıya rastlanmıyor. İşte geçen pazartesi günkü felakete kadar durum buydu.
O gece her zamanki gibi atlara egzersizlerini yaptırdılar, sonra suları verildi ve saat dokuzda ahırlarına kilitlendiler. Çalışanlardan ikisi, seyisin evine giderek mutfakta akşam yemeğini yediler ama üçüncüsü, Ned Hunter, nöbetçi kaldı. Dokuzu birkaç dakika geçe Hizmetçi Edith Baxter, baharatlı koyun pirzolasından oluşan akşam yemeğini ahırlara götürdü. Ahırda çeşme vardı ve kural olarak nöbetteyken içki içmeleri yasak olduğundan yemeğin yanında herhangi bir içecek götürmemişti. Hava çok karanlıktı ve yol fundalığın içinden geçtiği için hizmetçi fener ile gitmişti.
Edith Baxter ahırlara yaklaşık otuz yarda yaklaştığında karanlıkta aniden bir adam çıktı karşısına ve ona durmasını söyledi. Fenerin yaydığı sarı ışığın önüne geldiğinde gri, tüvit bir takım giymiş ve kumaş bir kasket takmış, centilmen görünümlü bir erkek gördü. Tozluk giymiş ve tokmaklı bir bastonu varmış. ancak adamın yüzünün solukluğu ve tedirgin davranışları hizmetçinin dikkatini çekmişti. Yaşının otuzun biraz üstünde olduğunu düşünüyor.
‘Nerede olduğumu öğrenebilir miyim?’ diye sormuş adam. ‘Sizin fenerinizin ışığını görene kadar fundalıkta uyumaya karar vermiştim.’
‘King’s Pyland ahırlarına yakın bir yerdesiniz.’ demiş hizmetçi.
‘Oh, elbette! Ne kadar şanslıyım!’ diye bağırmış. ‘Sanıyorum seyis yamağı orada her gece tek başına uyuyor. Elinizdeki yemeği ona götürüyorsunuz herhâlde. Eminim yeni bir elbise parası kazanmak için fazla gurur yapmazsınız, değil mi?’ Yelek cebinden katlanmış, beyaz bir kâğıt parçası çıkarmış ve ‘Bu elimdekini bu gece o çocuğa verirsen paranın satın alabileceği en güzel elbiseye sahip olacaksın.’ demiş.
Hizmetçi, adamın samimi tavırlarından çekinmişti ve her zaman yemekleri uzattığı pencereye doğru koştu. Pencere açıktı ve Hunter da içeride küçük bir masada oturuyordu. Olanları anlatmaya başlamıştı ki yabancı yanlarına geldi.
‘İyi akşamlar!’ dedi adam pencereden içeri bakarak. ‘Sizinle konuşmak istiyordum.’ Adam konuşurken yumruk yaptığı elinde ufak, kâğıda sarılmış bir paket gördüğüne yemin ediyor kızcağız.
‘Burada ne arıyorsunuz?’ diye sordu seyis yamağı.
‘Ceplerinizi parayla doldurabilecek bir iş için geldim.’ dedi. ‘Wessex Kupası için iki atınız yarışıyor: Gümüş Şimşek ve Bayard. Bana doğru tüyoları verirseniz hiçbir şey kaybetmezsiniz. Son iki yüz metrelik mesafede Bayard’ın diğerinin önüne geçeceği ve ahırdakilerin ona para yatırdığı doğru mu?’
‘Demek sen o lanet simsarlardan birisin!’ diye bağırdı seyis yamağı. ‘King’s Pyland’de sizin gibilere nasıl davranıldığını göstereceğim şimdi!’ Derhâl ahırın karşı tarafına koşarak köpeği serbest bırakmak niyetindeydi. Hizmetçi kız hemen eve doğru koşmaya başladı ama koşarken arkasına dönüp baktığında adamın hâlâ pencereden içeri doğru sarktığını fark etti. Bir dakika