Amok Koşucusu. Стефан Цвейг

Amok Koşucusu - Стефан Цвейг


Скачать книгу
birisi ile yan yana oturmanın ne kadar garip ve nahoş olduğunu anlatamam. Benim gözlerimi ona diktiğim gibi o insanın da gözlerini bana diktiği duygusuna kapıldım gayriihtiyari: Ancak üzerimizdeki beyaz pırıltılarla akan ışık o kadar güçlüydü ki kimse kimsenin karanlıktaki silüetinden fazlasını göremezdi. Sadece nefesini duyuyor gibiydim ve piposunu emerken çıkardığı tıslamayı.

      Suskunluk dayanılmazdı. Çekip gitmeyi isterdim ama bu fazla kaba, çok ani olur gibi geldi. Sıkıntıdan bir sigara çıkarttım. Kibrit yandığında ışığı bir saniye kadar dar alanda parladı. Gözlük camlarının arkasında hiçbir zaman güvertede görmediğim, ne yemek zamanında ne bir koridorda rastladığım bir yüz gördüm; ister gözlerimi acıtan ani çakan bir alev ister bir halüsinasyon olsun, korkunç bir şekilde gergin, asık ve masallardaki cinlerinkine benzer bir yüzdü. Ancak ben ayrıntıları iyice görene kadar karanlık yine bir an için aydınlanan çizgileri yuttu, sadece silüetin dış hatları fark ediliyordu; karanlığa gömülmüş bir karartı ve ara sıra boşlukta piponun yuvarlak kırmızı ateş halkası. Kimse konuşmuyordu ve bu suskunluk tropik hava gibi nemli ve boğucuydu.

      Sonunda artık dayanamadım. Kalktım ve kibarca “İyi geceler.” dedim.

      Karanlıktan cevaben boğuk, sert, paslanmış gibi bir ses “İyi geceler.” dedi.

      Direkteki yelkenin yanından güçlükle öne doğru ilerledim. O anda arkamdan hızlı ve dengesiz bir ayak sesi geldi. Biraz önceki komşumdu. Gayriihtiyari durdum. Çok yakınıma gelmedi, karanlığın içinde adımlarının sesinden bir biçimde korku ve sıkıntı hissettim.

      “Kusura bakmayın…” dedi alelacele, “sizden bir şey rica edebilir miyim? Ben… Ben…” Kekeliyor ve konuşmasına devam etmekten çekiniyordu. “Ben… Benim özel… Evet çok özel sebeplerim var… Buraya saklanmamın özel sebepleri… Bir matem durumu var… Gemideki insanlarda uzak duruyorum… Sizi kastetmiyorum… Hayır, hayır… Sadece şunu rica ediyorum… Gemideki kimseye beni burada gördüğünüzü söylemezseniz minnettar olurum… Bunlar, yani şimdi insanların arasına karışmama engel olan özel sebepler… Evet… Şimdi… İnsanlar birisinin geceleri burada olduğunu öğrenirlerse ayıp olur…”

      Kelimeler yine boğazına takıldı. Kendisine bu isteğini yerine getireceğime dair söz vererek sıkıntısını giderdim. Karşılıklı olarak ellerimizi birbirimize uzattık. Sonra kamarama döndüm ve ağır, garip, birbirine karışmış resimlerle dolu karmakarışık bir uykuya daldım.

***

      Verdiğim sözü tuttum ve gemideki hiç kimseye, -şeytana uyup anlatma isteği pek az olmasa da- garip karşılaşmamdan bahsetmedim. Zira bir gemi yolculuğunda en ufak bir şey bile olay hâline geliyordu; ufukta görünen bir yelkenli, havaya sıçrayan bir yunus, yeni keşfedilen bir flört, ufak bir şaka. Oysa bu sıra dışı yolcu hakkında daha fazla şey öğrenmek için yanıp tutuşuyordum: Yolcu listesinde ona ait olabilecek isimleri araştırdım, diğer insanları onunla bir ilgisi olabilir mi diye inceledim; asabi bir sabırsızlık bütün gün içimde güçlenip durdu, aslında sadece akşam olmasını bekledim, onunla yine karşılaşır mıyım diye. Esrarengiz, psikolojik şeylerin üzerimde huzursuz edici bir gücü vardır, bağlantıları ortaya çıkarmak kanıma kadar beni cezbeder, sıra dışı insanlar sadece varlıkları ile onları tanımak isteğimi ateşler ve bu isteğim bir kadına sahip olma arzusundan daha az değildir. Benim için gün uzadıkça uzadı ve parmaklarımın arasından bomboş akıp gitti. Erkenden yattım: Gece yarısı uyanacağımı biliyordum, uyandırılacağımı biliyordum.

      Ve gerçekten bir önceki gün uyandığım saatte uyandım. Radyumlu saat kadranının yelkovanı ile akrebi üst üste gelmiş, parlak bir çizgi oluşturuyordu. Alelacele bunaltıcı kamaramdan daha da bunaltıcı geceye çıktım.

      Yıldızlar bir önceki gece gibi parlıyor ve titreyen geminin üzerine dağınık bir ışık saçıyorlardı, yukarıda Güneyhaçı parıldıyordu. Her şey dünkü gibiydi -tropik bölgelerde günler ile geceler birbirlerine bizdekinden daha çok benzerler- sadece benim içimde dünkü gibi o yumuşak, akıcı, rüyamsı salınım yoktu. Bir şey beni çekiyor, kafamı karıştırıyordu ve beni nereye çektiğini biliyordum: Geminin ucundaki o karaltıya. Acaba esrarengiz adam yine hareket etmeden orada oturuyor muydu? Yukarılardan geminin çanı çaldı. Bu beni hareketlendirdi. Adım adım hem istemeyerek hem de o tarafa çekilerek kendime yenik düştüm. Henüz tam uca ulaşmamıştım, orada birdenbire kırmızı bir göz gibi bir şey parladı: Pipo. Demek ki adam orada oturuyordu. Ürktüm ve gayriihtiyari geri çekildim. Bir an sonra gidecektim. Karşıda, karanlıkta bir şey ayağa kalktı, iki adım attı ve birdenbire tam önümde sesini duydum, kibar ve bezgin.

      “Özür dilerim…” dedi, “belli ki yine yerinize gitmek istiyorsunuz ve beni gördüğünüzde geri gitmek istediniz gibi geldi bana. Lütfen oturun, ben gidiyorum zaten.”

      Alelacele ona kalmasını, sadece onu rahatsız etmemek için geri gittiğimi söyledim.

      “Beni rahatsız etmiyorsunuz…” dedi biraz acı bir sesle, “tam tersine, bazen yalnız olmadığıma seviniyorum. On günden beri tek kelime etmedim… aslında yıllardan beri… O zaman da böyle zor oluyor, belki de her şeyi içine attığı için boğuluyor insan… Artık kamarada oturamıyorum, bu… bu tabutta… artık yapamıyorum… Ama diğer taraftan da bütün gün güldükleri için insanlara tahammül edemiyorum… şimdi bu sesleri duymak istemiyorum… kamarama kadar duyuluyor ve kulaklarımı tıkıyorum… Tabii siz bilmiyorsunuz ki… bilmiyorsunuz ve sonra bu, yabancıları neden ilgilendirsin ki…”

      Yine durakladı. Sonra birdenbire ve aceleyle “Ama sizi rahatsız etmek istemem… Gevezeliğimi mazur görün!” dedi.

      Önümde eğildi ve gitmeye yeltendi. Ama ısrarla itiraz ettim. “Beni kesinlikle rahatsız etmiyorsunuz. Ben de burada birkaç sakin kelime duymaktan memnunum… Bir sigara alır mısınız?”

      Bir tane aldı. Sigarasını yaktım. Yüzü yine güvertenin siyah kenarından parlayarak öne çıktı ama bu defa tamamen bana dönüktü: Gözlüğün arkasındaki gözler yüzümü inceliyordu, merakla ve delice bir şiddetle. İçime bir korku düştü. Bu insanın konuşmak istediğini, konuşmak zorunda olduğunu hissediyordum. Ve ona yardım edebilmek için de benim susmak zorunda olduğumu.

      Tekrar oturduk. Yanındaki ikinci sandalyeyi bana verdi. Sigaralarımızın ateşi parlarken onun sigarasının ucundaki ışık çemberinin karanlıkta huzursuzca oynamasından ellerinin titrediğini fark ettim. Ancak konuşmadım, o da sustu. Sonra birdenbire usulca sordu:

      “Çok yorgun musunuz?”

      “Hayır, hiç değilim.”

      Karanlıktan gelen ses yine tereddütlüydü:

      “Size bir şey sormak istiyorum… Yani size bir şey anlatmak istiyorum. Biliyorum, kesinlikle biliyorum, bu çok anlamsız bir şey, karşıma çıkan ilk kişiye açılmak ama… ben… ben psikolojik olarak korkunç bir durumdayım… birisiyle konuşmak zorunda olduğum bir noktadayım… yoksa mahvolacağım… beni anlayacaksınız, eğer… yani eğer size anlatırsam… bana yardım edemeyeceğinizi biliyorum… ancak bu suskunluk beni hasta ediyor… ve hasta bir insan diğerleri için hep gülünçtür…”

      Sözünü kestim ve kendisine böyle işkence etmemesini istedim. Bana anlatabilirdi… Tabii kendisine söz veremezdim ancak insanın yardıma hazır olduğunu bildirmesinin bir görev olduğunu söyledim. Bir başkasını zor bir durumda gördüğünde…

      “Görev… Yardıma hazır olduğunu bildirmek… Görev, demek… Yani siz, siz de insanın yardıma hazır olduğunu bildirmesinin bir görev olduğunu düşünüyorsunuz.”

      Cümleyi üç kere tekrarladı. Bu tekrarlamalar sırasındaki duygusuz ve küskün tavrı beni korkuttu. Bu insan deli miydi? Sarhoş muydu?

      Sanki


Скачать книгу