Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6. Артур Конан Дойл
bir duygu hâli, bu kötü kalpli adamdan ne ölçüde beklenebilirse…). Bu bir çiftçinin kızıymış ve Baskerville Malikânesi’nin yakınında oturuyorlarmış. Ketum ve saygın bir kişiliğe sahip olan kız mütemadiyen ondan kaçarmış. Onun uğursuz ismini duyunca bile çok korkarmış. Bir Aziz Micheal Yortusu’nda Hugo, aylak ve kötü beş altı arkadaşıyla, babası ve ağabeyleri de evdeyken kızın evini kundaklamış ve onu kaçırmış. Kızı malikâneye getirdiklerinde onu üst katta bir odaya yerleştirmişler. Bu arada Hugo ve arkadaşları her akşam âdetleri olan içki âlemine oturmuşlar. Zavallı kızcağız alt kattan gelen şarkılar, bağrışmalar ve kötü küfürleri duyunca çok korkmuş. Neredeyse aklını kaçıracakmış. Dediklerine göre Hugo Baskerville sarhoş olduğu zaman öyle öfkeli sözler söylüyormuş ki bazen kendisine bile küfrediyormuş. En sonunda kızcağız korkudan çok gerilmiş ve en cesur ya da en atik bir erkeğin bile göze alamayacağı bir şey yapmış. Şimdi bile var olan güney duvarını kaplayan oldukça büyük sarmaşığın yardımıyla saçakların altına inmiş. Oradan da bozkıra geçip evine doğru koşmuş. Malikâne ile babasının çiftliği arasında da üç mil gibi bir mesafe varmış.
Tesadüfen kısa bir süre sonra Hugo, misafirlerini bırakarak kıza yiyecek ve içecek götürme bahanesiyle -muhtemelen daha kötü şeyler yapmak için- yukarıya, esirinin yanına çıkmış ama bir de bakmış ki kafesin kapağı açılmış ve kuş uçmuş. Bunun üzerine içindeki şeytan ortaya çıkmış ve merdivenlerden aşağıya koşarak doğruca yemek odasına dalmış ve donatılmış masanın üzerine fırlayarak kulplu sürahileri, tahta tabakları, kısacası eline geçirdiği her şeyi kırıp dökmüş. Bütün misafirlerin önünde çılgınca bağırmaya başlamış ve eğer o kızı yakalayamazsa vücudunu ve ruhunu kötülüklerin ruhuna teslim edeceğine dair yemin etmiş. Oradaki bütün eğlence düşkünü adamların Hugo’nun öfkesi karşısında ödleri patlamış. Ama bir tanesi, belki ondan daha zalim ya da daha sarhoşu, ortaya atılıp kızın peşine köpekleri salmayı önermiş. Hugo bunu duyar duymaz evden fırlamış ve seyislere atını eyerlemelerini ve bütün köpekleri kulübelerinden çıkarmalarını emretmiş. Köpeklere kızın mendilini koklatıp onları sıraya dizdikten sonra serbest bırakmış ve hepsi çığlık çığlığa ay ışığında bozkırlara doğru koşmuş.
Bu eğlence düşkünü adamlar kısa bir süre ağızları açık öylece kalakalmışlar, etraflarında olup biteni anlamaya çalışmışlar. Sersemlemiş kafaları, çok geçmeden eylemin mahiyetini algılayabilmiş. Etraf karmaşa içindeymiş, kimisi tabancasının, kimisi atının getirilmesi için bağırıyormuş, hatta bazıları bir şişe şarap istiyormuş. Aradan bir süre geçtikten sonra çıldırmış adamlar bazı şeyleri idrak etmeye başlamışlar ve hepsi, yani on üçü de birer at alıp kızın peşinden gitmişler. Yan yana, dörtnala kızın evine giden yoldan ilerliyorlarmış. Ay da gökyüzünde pırıl pırıl parlıyormuş.
Bir iki mil ilerlemişlerken o kıraç arazilerde bir gece çobanıyla karşılaşmışlar ve peşine düştükleri avı görüp görmediğini sormuşlar ona. Adam o kadar korkmuş ki uzun bir süre konuşamamış ama en sonunda talihsiz kızı ve peşindeki köpekleri gördüğünü söyleyebilmiş. ‘Ama ben daha fazlasını gördüm.’ demiş. ‘Bir siyah atın üzerinde Hugo Baskerville’in yanımdan geçtiğini gördüm. Fakat peşinde cehennem gibi bir köpek vardı ki Tanrı beni öyle bir köpekten korusun!’
Sarhoş adamlar çobana küfrü bastıktan sonra yollarına devam etmişler. Ancak aradan bir süre geçtikten sonra bozkırlarda dörtnala giden bir atın sesini duymuşlar; her tarafı beyaz köpüklerle kaplı siyah at, arkasından dizginlerini sürükleyerek ve boş bir eyer ile yanlarından geçtiğinde hepsinin kanı donmuş. Bu eğlence düşkünü adamlar atlarını birbirlerine iyice yaklaştırmışlar, çok korkmalarına rağmen yine de bozkırda ilerlemeye devam etmişler. Oysa tek başlarına olsalarmış her biri, atının başını geldikleri yöne çevirmekten büyük mutluluk duyarmış. Yavaş yavaş ilerlerken en sonunda köpeklerin bulunduğu yere ulaşmışlar. Cesaretleri ve cinsleriyle ünlü olan bu köpekler, büyük bir çukurun ya da bizim deyimimizle bir hendeğin başında toplanmış uluyorlarmış. Aralarından bazıları gizlice kaçmaya çalışırken diğerleri de kabarmış tüyleriyle önlerinde bulunan dar vadiye doğru öylece gözlerini dikip bakıyorlarmış.
Adamlar artık durmuşlar ve sizin de tahmin edeceğiniz gibi biraz daha ayılmışlar. Çoğunun ilerlemeye niyeti yokmuş ama aralarından üç tanesi, belki en cesurları, belki de en sarhoşları, atlarını hendeğe doğru sürmüş. Burası çok geniş bir vadiye açılıyor ve her iki tarafında da bugün bile görebileceğimiz iki tane çok büyük kaya parçası duruyor. Ay oradaki alanı pırıl pırıl aydınlatıyormuş ve tam ortaya baktıklarında korkudan ve yorgunluktan ölmüş olan zavallı genç kızı görmüşler; fakat kızın cesedi ya da onun biraz uzağında yatan Hugo Baskerville’in vücudu, o üç gözü pek adamın tüylerini diken diken eden şey değilmiş. Onları asıl korkutan; Hugo’nun boğazını dişleyen, devasa, tazı cinsinde ama bugüne dek hiçbir gözün görmediği irilikte bir hayvanmış. Onlar bakarken o yaratık, Hugo Baskerville’in gırtlağını dişlemeye devam etmiş. İşi bittiğinde alev saçan gözlerini ve kan damlayan çenesini onlara doğru çevirmiş. Bunun üzerine üçü de korkudan çığlık çığlığa son sürat kaçmaya başlamış. Dediklerine göre bir tanesi gördüklerine dayanamayıp o gece ölüvermiş. Diğer ikisine gelince; onlar da hayatlarının sonuna kadar yarım akıllı kalmışlar.
Ortaya çıkıp ailemize fena bir lanet getiren bu köpeğin hikâyesi de böylece bitmiş oldu. Sevgili oğullarım, bunları neden yazdım? Çünkü bilinen bir şeyin ima edilene veya tahmin edilene göre daha az korkunç olduğu gerçeği yüzünden. Ayrıca ailemizdeki acı ölümlerin çoğunun ani, kanlı ve gizemli olduğunu da inkâr edemem. Tanrı’nın sonsuz iyiliğine sığınalım. Kutsal kitapta da yazdığı gibi o, üçüncü ya da dördüncü kuşaktan sonra masum kişileri sonsuza kadar cezalandırmayacaktır. Sizi Tanrı’ya emanet ediyorum oğullarım. Şeytanın güçlerinin çok engin olduğu o karanlık saatlerde o bozkırlardan geçmemeye dikkat etmenizi tavsiye ediyorum.
(Hugo Baskerville’den, oğulları Rodger ve John’a, kız kardeşleri Elizabeth’e bundan söz etmemeleri emriyle…)”
Dr. Mortimer bu ilginç hikâyeyi bitirdiğinde gözlüklerini alnına kaldırıp gözlerini Bay Sherlock Holmes’a dikti. Holmes ise esneyerek bitmiş sigarasını şöminenin içine fırlattı.
“Eee?..” dedi.
“İlginç bulmadınız mı?”
“Bir peri masalı koleksiyoncusu için evet.”
Bu sefer Dr. Mortimer cebinden katlanmış bir gazete çıkardı.
“Şimdi Bay Holmes, size daha güncel bir şeyler anlatayım. Elimdeki, ‘Devon İlçe Gazetesi’dir ve bu senenin 14 Haziran’ına aittir. Bu tarihten birkaç gün önce ölen Sör Charles Baskerville’in vefatıyla ortaya çıkan bazı gerçeklerden bahsediyor.”
Arkadaşım biraz daha öne eğilerek onu dikkatle dinlemeye başladı. Ziyaretçimiz tekrar gözlüklerini takarak okumaya başladı:
“Sör Charles Baskerville’in ani ölümü bütün ilçeyi hüzne boğmuştur. Gelecek seçimlerde Orta-Devon için liberallerin adayları arasında yer almaktaydı. Sör Charles, Baskerville Malikânesi’nde kısa bir süredir oturmasına rağmen cana yakınlığı ve yardımseverliği ile onu tanıyan herkesin sevgisini ve saygısını kazanmıştır. Sonradan görmeliğe pek sık rastladığımız bugünlerde, köklü bir ailenin evladı olan Sör Charles, çok kötü günler yaşamak zorunda kalmış. Şu anda sahip olduğu servetini kendisinin kazanmış olması ve ailesini eski günlerdeki soyluluğuna kavuşturması oldukça ferahlatıcı olaylardır. Herkesin bildiği gibi,