Melek Sanmıştım Şeytanı. Hüseyin Rahmi Gürpınar
gerekli gereksiz, vakitli vakitsiz yukarıdan aşağıya evi dolaşıyorum. En ufak kımıldanışlarımı dikkatinden kaçırmayan Bedriye, ara sıra akıllıca hiçbir neden bulmak kabil olmayacak derecede garipliklere varan bu değişikliğimi renk vermez bir casus dikkatiyle dakikası dakikasına izliyor. Kuşkularını kuvvetlendirecek, tevil edilemez izlere rastladıkça o da yüreğinin hınç kanını içine akıtıyor. Besbelli bu aile dramı hakkındaki kararını vermek için elle tutulur bir delil yakalamak zamanını bekliyor. Aile arasında patlayacak bir bombaya doğru gidiyoruz.
Servinaz’a gelince, bu melek, görünürde yok gibi eterleşti. Biz bu piyesin sır vermez üç kahramanı, birbirimize tek söz söylemeden bir dilsiz rolü oynuyoruz. Bununla birlikte, bu sıkılık önlemleri arasında Servinaz’la birkaç kere göz göze geldik. O gülümsedi kaçtı, ben ağladım kaldım. Karım bu işaretleşmeyi bir delikten gördü mü, bilmiyorum artık.
Bu güngörmez sultana ne zaman kavuşacağım? Karımın, kaynanamın, Ayşe Kadın’ın gözcülükleri arasında buna ihtimal vermek hayale bile sığar bir şey değil… Bu, umutsuz sevdaya tanrısal bir değer, ulaşılmaz bir lezzet veriyor.
Cemiyet içinde tesadüfün oynadığı rol, ara sıra alın yazımızı değiştirecek önemde inanılmaz olaylar yaratır. Servinaz’ın Beykoz’da ihtiyar bir teyzesi var. Birkaç ayda bir izinle oraya gider. İki üç gece kalır. Evimiz Süleymaniye’de, karımın kız kardeşi Nebile Hanım da Erenköy’de evlidir. İki kardeş çok sevişirler. Servinaz’ın Beykoz’da izinli bulunduğu bir sırada doğum ağrısı tutan Nebile’nin kurtulamayarak tehlikeli bir duruma düştüğü haberi gelir. Çok telaşlanan kaynanam çocuğu Ayşe Kadın’ın kucağına vererek soluğu Erenköy’de alır. Onların çıkmalarından iki saat sonra Servinaz, Beykoz’dan Süleymaniye’ye dönmüş bulunur.
Tesadüfün hazırladığı bu akla gelmez fırsat karşısında yüreğimi çarpıntı, elimi ayağımı bir titremedir aldı. Bu umulmaz fırsat iyi, geniş. Fakat nasıl yararlanabileceğim? Kayınbabam yarı bunak bir ihtiyar, oturduğu yerde dalar dalar uyanır. Zihince yeniliği yoktur. Uyanıklıkta da uyku uyuşukluğundan pek kurtulamaz. Söylenen lakırtıyı beş dakika geçmeden unutur, yeniden sorar. Bu pinponluğuna bakmadan onun aile hayatında büyük ayıp ve günah sayılan bir saldırma hareketi vardır. Oda hizmetinde bulunduğu sırada Servinaz’a sarılıp öpmek istemiş. Bu suçundan sonra kızın ihtiyarın yanına girmesi yasaklanmıştır.
Servinaz’ın dönüşünü ihtiyara bildirmeye gerek görmedim. Bu gece için kuracağım konuşma planında engeli aşmak hiç de güç değildi. Gece odasından çıkmaz. Aşçının verdiği akşam yemeğini götürdüm yedirdim. Akşam yemeğini doktorlar yasak etmişti ama dinlemez. İştahı yerindedir. Kahvesini pişirdim, fincanına her vakitki gibi on damla iyot akıttım. Damar sertleşmesine karşı bu ilacı kullanıyordu. Yanındaki masaya bir yığın sigara koydum, tütün tiryakisidir. Yemekten sonra oturduğu koltukta küngürlerken sordu:
“Nebile kurtuldu mu?”
“Haber yok efendim.”
“Merak etmeyiniz, kurtulacak. Rüyasını gördüm!” dedi.
Zavallı adam hayatını yarıdan ziyade uyku hâlinde geçiriyordu.
Hemen hemen dalacakken yatağına taşıdım. Örttüm, bastırdım.
Odadan çıktım, kapıyı çektim.
Evimiz haremli, selamlıklı eski yapı bir ev. İki daireyi birbirinden ayıran kapının sürgülerini sürdüm. Uşaklar öbür tarafta kaldı. Şimdi biz harem bölümünde üç canız. Kayınbabam, Servinaz, ben. Çevremi saran bu yalnızlığı hissettikçe yüreğim öyle atıyor ki, Servinaz’a kavuşmak için hiçbir engel yok. Gecenin sessizliği içimi korkuya benzer çekingen bir sevinçle dolduruyor. Bastığım yeri bilmiyorum. Kâh deli gibi kendimde olmadan dolaşıyorum kâh felce uğramış gibi durduğum yerde kazık kakıyorum, düşünüyorum. Ne yapayım? Yaşadığım yirmi sekiz yılın içinde bu kadar heyecanlı an geçirmedim. Dalga geçmenin zamanı değil, ne yapacaksam hemen karar vererek bu şaşkınlıktan uyanmalıyım. Bir hayalet adımlarıyla Servinaz’ın odasına yaklaştım, kapıya kulağımı verdim. İçeride çıt yok. Uyuyor mu? Yoksa o da benim gibi heyecan mı geçiriyor? Vursam kapıyı açacak mı? O kalenin içinde, ben dışındayım. İlk yalvarmalarıma kabul yüzü göstermezse… Böyle bir fırsat daha elime geçmez. Bu gece ya mutlaka emelime ermeliyim ya ömrümün sonuna kadar bu hülyadan vazgeçmeliyim. Korkunç bir baş dönmesi sallantısındayım. Düşmemek için duvara dayandım. Bir süre bekledim, yüreğimin gümbürtüsünü o içeriden duyuyor sanıyordum. Kapıyı vurarak maceraya başlayacaktım, bunun başka yolu yoktu. Bu bir sevda piyangosuydu. Ya kazanç ya kayıp… Bir elimi kalbime dayadım, öbürüyle hafiften tık tıklara başladım, bir dakika bekledim, cevap yok. Bu ne uzun süren dakikaydı bilseniz. Zaferi başaramazsam ben öleceğim, aşkım ölmeyecekmiş gibi geliyordu bana.
Oda kapısı gözlerimin önünde büyüdü Babıali’yi geçti, Bab-ı Hümayun kadar kabardı. Bir tak-ı zafer şeklini aldı. Onun ötesinde erişebileceğim bir cennet düşlüyordum. Talihimin iyilikseverliğine sığınarak tık tıkları biraz daha kuvvetle tekrarladım. Artan bir heyecanla yine bekliyordum. Sonunda sekiz on saniye geçince duyulur duyulmaz titrek bir ses cevap verdi:
“Kimdir o?
Yeni lakırtıya başlamış dili dolaşan bir çocuk kekemeliğiyle “Benim, Hüsnü köleniz!” diyebildim.
Yine az bir sessizlikten sonra:
“Ne istiyorsunuz?”
“Kapıyı açmanızı istirham ediyorum.”
Bu sefer uzunca süren bir sessizlikten sonra, aynı dil dolaşıklığı ve heyecanının kesik kesik parçaladığı bir ses:
“Aaa… olur mu hiç?”
Bu titrek soru önünde yüreğimden bir sevinç taştı. Onun da aynı çarpıntıyla sarsıldığını anladım. Aldığım cevap kesinlikle olumsuz bir cevap değildi. Bu, (Niçin olmasın?) mutlaka olumlu bir soruydu.
Ricamı tekrarladım:
“Siz isterseniz pekâlâ olur. Açınız, merhamet!”
Nazlanmaya benzer kesik bir ses cevap verdi:
“Korkuyorum.”
“Neden korkuyorsunuz?”
“Önce sizden, daha daha çok şeylerden…”
“Önce benden mi?”
“Evet, sizden…”
“Neden bu?”
“Gece yarısı kapısını bir erkeğe açan kadın hakkında ne düşünürsünüz?”
“Hiçbir kötü düşüncede bulunulmaz, kapıyı açmakla benim terbiyeme güven göstermiş olacaksınız, aksi hâlde beni kötü adam bellemiş olduğunuz anlaşılır.”
“Estağfurullah, sözünüze inanarak açıyorum.”
Hafif bir gıcırtıyla kanat açıldı. Ohh, kalenin birinci kapısını fethetmiştim. İçeride yirmi beşlik bir ampul yanıyordu, şimdiye kadar da Servinaz’la bu kadar yakın yüz yüze gelmemiştim. Tuhaf hâl, bu ilk dikkatli görüşümde onu zihnimde yaratmış olduğum melek güzelliğinde bulmadım. Gündüz hülyalarımı, gece rüyalarımı dolduran yüz bu muydu? Çirkin değil, fakat ona vermiş olduğum estetik dereceden aşağı, yüzü az çilli, saçları kırmızımtırak, benzi soluk. Uzaktan uzağa saydam sisler arasından seçilen bir peyzaj da dünyamızdan başka, üstün bir âleme ait, belirsiz, hülya gibi, cennetimsi bir güzellikte görülür. Yanına varılınca uzaklığın bu büyüsü bozulur. O hoşluk dağılır. Peyzaj bildiğimiz herhangi bir manzaranın adiliğini