Yakıcı Sır. Стефан Цвейг
bilinmez, zira gerçekten de avlanmayla ilgili keşfetme, heyecanlanma ve ruhsal acımasızlık gibi tüm tutkulu içgüdüler durmaksızın uyanık olan bu tür insanların içinde sürekli olarak mevcuttur. Mütemadiyen tetikte, her zaman bir maceranın izini sonuna kadar sürmeye hazır ve kararlıdırlar. Her zaman tutkuludurlar, ancak seven birisinin tutkusu değildir bu, soğuk, hesapçı ve tehlikeli kumarbaz tutkusudur bu.
Aralarında öyle inatçılar vardır ki, genç yaşlarından sonraki yıllarda da tüm hayatları bu beklentileri yüzünden sonsuz bir maceraya dönüşür. Tek bir günleri bile -geçerken atılan bir bakış, kaçamak bir gülümseyiş, karşısında oturanın dizine değmek gibi- yüzlerce ufak erotik anlardan, bir yıl ise böyle geçen yüzlerce günden oluşur ve bu hayatlarını besleyen ve ateşleyen kaynaklarıdır.
Yemek salonunda bu oyunu kendisi ile oynayacak kimse yoktu, arayan bakışları bunu hemen fark etti. Elindeki kartların üstünlüğünün bilinciyle yeşil çuhalı masanın önünde oturmuş, oynayacak birini nafile bekleyen kumarbazın gerginliği kadar sinir bozucu olanı yoktur. Baron bir gazete istedi. Somurtkan bakışları sütunlar arasında dolaştı, ancak düşünceleri uyuşuktu ve sarhoşmuş gibi kelimeler arasında sendeliyordu.
O sırada, arkasında bir elbisenin hışırdadığını ve biraz öfkeli bir sesin, özentili bir edayla: “Maistaistoidonc, Edgar!”1 dediğini duydu.
İpekli bir giysi hışırdadı masasının yanından geçerken, uzun ve dolgun bir bedenin gölgesini gördü, arkasından da kendisine meraklı bakışlarla bakan, siyah kadife giysili, solgun yüzlü küçük bir oğlan çocuğunu. Kadın ve çocuk, kendilerine ayrılmış olan karşısındaki masaya oturdular, çocuğun gözlerindeki tedirginlik, düzgün davranma çabasıyla çelişmekteydi.
Kadın -Genç Baron sadece ona dikkat ediyordu- çok bakımlı ve dikkat çekici bir şıklıktaydı ve ayrıca pek hoşlandığı bir tipti; olgunluk çağının eşiğinde, tutkulu ama ihtiraslarını asil bir melankolinin arkasına saklayacak kadar tecrübeli dolgun Yahudi kadınlardandı. Genç Baron, henüz gözlerine bakmak istemiyordu ve sadece narin burnunun üzerindeki, ırkını hemen belli eden, fakat asil biçimiyle profilini keskin ve ilginç yapan kaşlarının kavisli hatlarına baktı hayranlıkla. Saçları da bu her yanından dişilik taşan dolgun vücuttaki her şey gibi, göze çarpacak kadar gürdü, pek çok hayranlıktan ötürü bir doygunluğu vardı ve kibirli olmuş gibiydi. Çok alçak bir sesle sipariş verdi, çatalıyla oynayarak ses çıkartan oğlunu ikaz etti, uslu oturmasını söyledi tüm bunları sanki Baron’un hiçbir şeyi kaçırmadan üzerinde dolaşan bakışlarını fark etmiyormuş gibi yaparken aslında onu, bu itinalı terbiye davranışlarına zorlayan onun yoğun ilgisiydi.
Baron’un yüzü birden aydınlandı, sinirleri içten gelen bir güçle canlandı, kırışıkları düzleşti, kasları gerildi, bedenini dikleştirdi ve gözleri parlamaya başladı. Adam içlerindeki tüm gücü çıkartmak için bir erkeğin mevcudiyetine ihtiyaç duyan kadınlardan pek farklı değildi. Ancak erotik bir cazibe enerjisini güçlendiriyordu. İçindeki avcı burada bir av kokusu almıştı. Gözleri ısrarla kadının bakışlarıyla buluşmayı deniyor, o bakışlar bazen geçerken parlak bir belirsizlikle denk geliyor, ancak hiç net bir cevap sunmuyordu. Bazen dudaklarının kenarında bir gülümseme başlıyor gibi hissediyor, ama bundan da emin olamıyordu ve tam da bu belirsizlik onu tahrik ediyordu. Baron’u umutlandıran tek şey, bakışların sürekli başka yöne kaçırılmasıydı. Çünkü bu bir direnç olduğu kadar bir çekinme belirtisiydi de. Bir de çocukla konuşurken gösterdiği o tuhaf özen, seyreden birisi olduğunu bildiği için böyle davrandığı pek belliydi.
Genç adam, göze çarpacak kadar çok belirli bu umursamazlığın ilk tedirginlikleri gizlediğini hissetti. Kendisi de heyecanlanmıştı: Oyun başlamıştı. Yemek yemeyi uzattı, yüzünün bütün çizgilerini iyice kafasına yerleştirene, dolgun vücudunun her yanına el sürmeden dokunana kadar, neredeyse yarım saat hiç aralıksız kadına baktı. Dışarıda bunaltıcı bir karanlık bastırmış, ormanlar -şimdi kocaman yağmur bulutları gri ellerini kendilerine uzattığında- çocuksu bir korkuyla inliyor, gölgeler gittikçe daha çok salonun içini doldurup karanlıklaştırıyor ve insanlar suskunluklarıyla gittikçe birbirlerine daha çok yapışıyor gibiydi.
Annenin çocuğuyla konuşmalarının bu sessizliğin baskısı altında, gittikçe daha zoraki, daha yapmacık olduğunu fark etti, az sonra da tamamen kesileceğini de hissetti. Bu durumda bir deneme yapmaya karar verdi. Herkesten önce ayağa kalktı, uzun uzun manzarayı seyrederek ve kadını görmezden gelerek yavaş yavaş kapıya gitti. Oraya vardığında, sanki bir şey unutmuş gibi, başını birden arkaya çevirdi. Ve kadının canlı bakışlarla arkasından baktığını yakaladı.
Bu durum onu kışkırttı. Holde bekledi. Kadın oğlanı elinden tutmuş geldi hemen, geçerken dergileri karıştırdı, çocuğa birkaç resim gösterdi. Ama Baron tesadüfen bir dergi aramak istermiş gibi, aslında kadının gözlerinin nemli pırıltısına daha iyi bakmak, hatta belki bir konuşma başlatmak için masaya yaklaştığında, kadın dönüp oğlunun omzuna hafifçe vurdu, “Viens, Edgar! Aulit!”2 dedi ve soğuk bir tavırla yanından geçip gitti. Baron biraz hayal kırıklığı ile arkasından baktı. Aslında hemen bu akşam onunla tanışmayı ummuş ve böyle ters davranması düş kırıklığına neden olmuştu. Ancak nihayetinde bu dirençte de bir tahrik vardı ve tam da bu belirsizlik hırsını kamçılıyordu. Ne de olsa: bir partneri vardı ve oyun başlayabilirdi.
Hızlı Bir Arkadaşlık
Ertesi sabah Baron lobiye girdiğinde güzel yabancı kadının oğlunu iki asansör görevlisi delikanlıya heyecanla bir şeyler anlatıp, Karl May’ın bir kitabından resimler gösterdiğini gördü. Annesi orada değildi, belli ki henüz hazırlanmaktaydı.
Baron ancak o zaman oğlanı inceledi. Utangaç, tam gelişmemiş, asabi, on iki yaşlarında, savruk hareketleri ve çevreyi kolaçan eden kara gözleri olan bir çocuktu. Bu yaşlardaki çocuklarda çoğu zaman görüldüğü gibi ürkütülmüş bir hâli vardı, sanki şimdi uykudan uyandırılmış ve aniden yabancı bir ortama bırakılmış gibiydi. Yüzü çirkin değildi, ancak henüz tamamen kararsızdı, erkeklikle çocuksuluğun mücadelesi daha yeni başlıyor gibiydi, tüm malzeme vardı ancak yoğrulmuş gibiydi, henüz şekil verilmemiş, hiçbir çizgi netleşmemişti, sadece soluk ve huzursuzca karıştırılmıştı. Üstelik çocuklara giysilerinin asla uymadığı, kolların ve pantolonların zayıf eklemlerinin üzerinde döndüğü ve henüz dış görünüşlerine dikkat etme konusunda iç seslerinin onları uyarmadığı yaştaydı.
Oğlan orada ne yapacağını bilemeden dolaşıyor, oldukça acınacak bir izlenim bırakıyordu. Aslında herkesin ayağına dolanıyordu. Ya sorularıyla bunalttığı kapı görevlisi onu kenara itiyor, ya da girişi engelliyordu; belli ki arkadaş yokluğu çekiyordu. Çocuksu gevezelik ihtiyacı içinde otel görevlilerine yanaşmaya çalışıyordu, onlar da eğer zamanları varsa cevap veriyor, ama bir yetişkin göründüğünde ya da işleri olduğunda konuşmayı kesiveriyorlardı.
Baron gülümseyerek ve ilgiyle her şeye merakla bakan, ama herkesin kabaca yanından uzaklaştığı bu mutsuz çocuğu izledi. Bir defasında onun kendisine yönelttiği meraklı bakışlarını yakaladı, ancak oğlan yakalandığını fark edince kara gözleri ürkerek indirdiğini kirpiklerinin arkasına saklandı. Bu durum Baron’u eğlendirdi. Çocuk ilgisini çekmeye başlamıştı ve bu korku yüzünden ürkek davranan çocuğun, annesine en hızlı biçimde yaklaşabilmesi için aracı olamaz mı diye düşünmeye başladı. Hiç olmazsa bunu denemeliydi. O sırada dışarıya çıkan ve çocuksu bir şefkat ihtiyacıyla -gerçekten de hiç şansı yoktu- orada da arabacı kendisini sert bir biçimde uzaklaştırana kadar beyaz bir atın pembe burnunu okşayan oğlanı
1
“Maistaistoidonc, Edgar!” (Fr.): Kapa çeneni Edgar! (ç.n.)
2
“Viens, Edgar! Aulit!” (Fr.): Haydi, Edgar, yatağa! (ç.n.)