Tarzan’ın Dönüşü. Эдгар Райс Берроуз
da aslında kendisini seviyor olması, vaziyete tahammül etmeyi iki kat daha zorlaştırıyordu lakin yine de biliyordu ki o gece Wisconsın’ın ücra ormanlarındaki küçük tren istasyonunda yaptığından başka bir şey yapması mümkün değildi. Hepsinden önce düşündüğü şey, genç kadının mutluluğuydu ve medeniyet ile medeni insanlara dair edindiği kısa tecrübesi ona öğretmişti ki parası ve sosyal konumu olmayan insanların çoğu için hayat, tahammül edilemez bir şeydi.
Jane Porter hem zenginliğe hem de sosyal konuma sahip bir ailede doğmuştu; Tarzan bunları müstakbel kocasının elinden alsaydı, genç kadının hayatı şüphesiz ki sefil bir işkenceye dönüşecekti. Clayton’ın hem unvanını hem de mülklerini kaybettiği anda genç kadının onu reddedebileceği Tarzan’ın aklının ucundan bile geçmemişti; zira kendisinde doğuştan bulunan dürüstlük ve sadakat vasıflarının başkalarında da bulunduğu fikrindeydi. Bu konuda haklıydı da; Jane Porter’ı Clayton’a verdiği söze daha da bağlayacak tek bir şey varsa o da adamın başına böyle bir talihsizliğin gelmesi olurdu.
Tarzan’ın düşünceleri geçmişten ayrılıp geleceğe yöneldi. Doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği; yirmi iki yıllık ömrünün yirmi yılını sürdürdüğü o zalim, vahşi ormana döneceği günü şevkle beklemeye çalıştı. Fakat o sayısız hayvanatın içinde onun dönüşünü hoş karşılayacak kim ya da ne vardı ki? Kimse. Arkadaş diyebileceği sadece fil Tantor vardı. Diğerleri ise eskiden olduğu gibi yine ya onu avlayacak ya da ondan kaçacaklardı.
Kendi kabilesindeki maymunlar dahi ona dostluk eli uzatmayacaktı.
Medeniyet; Maymunların Tarzanı’nı pek fazla değiştirmese de ona bir dereceye kadar, kendi türünden birinin yarenliğini arzulamayı ve kafa dengi birinin arkadaşlığının verdiği samimi sıcaklığı hissetmeyi öğretmişti. Bu sebeple de başka türlü bir hayattan aynı derecede tat alamaz hâle gelmişti. Arkadaşsız bir hayat tahayyül etmesi, zamanla çok sevdiği o yeni dilleri konuşan bir canlının yoldaşlığı olmadan hayatını sürdürmesi zordu. Bu sebeple Tarzan, kendisi için çizdiği geleceğe pek de hevesli bir şekilde bakamıyordu.
Oturduğu yerde düşüncelere dalmış bir şekilde sigarasını tüttürürken gözüne karşısındaki aynadan akseden görüntüdeki dört adam ilişti; adamlar bir masada oturmuş kâğıt oynuyorlardı. Bir süre sonra bir tanesi kalkıp gidince masaya başka bir adam yaklaştı ve kibar bir şekilde, oyun yarıda kalmasın diye kalkanın yerini doldurmayı teklif etti. Tarzan’ın, sigara odasının hemen önünde fısıldaşırken gördüğü iki adamdan ufak tefek olanıydı bu.
Bu durum, Tarzan’da ufak bir ilgi uyandırmıştı ve bu şekilde, bir yandan geleceğini düşünürken bir yandan da arkasındaki masada kâğıt oynayan adamların aynadaki aksini izlemeye koyuldu. Oyuna az önce katılan adamın haricinde, diğer oyunculardan yalnızca bir tanesinin adını biliyordu. Yeni oyuncunun karşısında oturan adamdı bu; aşırı ilgili bir garsonun, gemideki ünlü kişilerden biri olarak bahsettiği Kont Raoul de Coude’du. Söylediğine göre Fransız harp nazırının ailesinden, yüksek rütbeli bir adamdı.
Birdenbire Tarzan tüm dikkatini aynadaki yansımaya verdi. Diğer esmer dalavereci de odaya girmişti; Kont’un sandalyesinin arkasında dikiliyordu. Tarzan, adamın dönüp odayı kaçamak bakışlarla taradığını gördü fakat bakışları tek bir noktada yeterince uzun kalmadığından aynadan kendisini seyreden Tarzan’ı fark etmedi. Adam, cebinden sinsice bir şey çıkardı. Adam cebinden çıkardığı nesneyi elinde sakladığı için, Tarzan nesnenin ne olduğunu seçemiyordu.
Adam, elini yavaş yavaş Kont’a yaklaştırdı ve sonra elindeki şeyi büyük bir ustalıkla Kont’un cebine koydu fakat Fransız’ın arkasından ayrılmadı. Durduğu yerden Fransız’ın kâğıtlarını görebiliyordu. Tarzan’ın kafası karışmıştı ama şimdi pürdikkat kesilmişti; tek bir ayrıntıyı dahi gözünden kaçırmaya niyeti yoktu.
Oyun bundan sonra bir on dakika kadar daha devam etti ve Kont, oyuna sonradan katılan adamdan kayda değer miktarda para kazandı. O sırada Tarzan; Kont’un sandalyesinin arkasında duran herifin, ortağına başıyla işaret ettiğini gördü. Oyuncu hemen ayağa kalktı ve parmağını Kont’a doğrulttu.
“Mösyönün bu denli profesyonel bir hilebaz olduğunu bilseydim, bu oyuna hiç girmezdim.” dedi.
Kont ve diğer iki adam da derhâl ayağa kalktılar.
De Coude’un beti benzi attı.
“Siz ne diyorsunuz, efendim?” dedi. “Siz kiminle konuştuğunuzun farkında mısınız?”
“Oyunda hile yapan kişiyle konuşuyorum!” diye karşılık verdi adam.
Kont, masanın üzerinden uzandı ve avucunun içiyle adamın ağzına vurdu. Diğerleri hemen araya girdi.
“Bir yanlışlık oldu herhâlde, efendim.” dedi diğer oyunculardan biri. “Bu adam Fransa’dan Kont de Coude.”
“Yanlışım varsa seve seve özür dilerim lakin önce Mösyö Kont, cebine attığını gördüğüm fazla kâğıtları açıklasın.” dedi itham eden adam. Tam o sırada, Tarzan’ın kâğıtları koyarken gördüğü adam arkasına dönüp odadan sıvışmak istedi lakin odanın girişinin uzun boylu, gri gözlü bir adam tarafından kapatıldığını görünce sinirlendi.
“Pardon!” dedi adam kaba bir şekilde, yanından geçip çıkmaya kalkışarak.
“Bekleyin.” dedi Tarzan.
“Ama neden, mösyö?” dedi adam aksi bir sesle. “Bırakın da geçeyim, mösyö.”
“Bekleyin.” dedi Tarzan. “Zannediyorum ki buradaki meseleye siz bir açıklık getirebilirsiniz.”
Adamın sabrı taşmıştı artık, kısık sesle bir küfür savurup Tarzan’ı tuttu; niyeti onu kenara itip geçmekti. Maymun adam sadece gülümsedi ve iri adamı çevirdiği gibi paltosunun yakasından kavradı; adamın beyhude bir çabayla debelenmesine, küfürler savurmasına aldırış etmeden tekrar masaya sürükledi. Bu; Nikolas Rokoff’un, Tarzan’ı aslan Numa ve koca erkek maymun Terkoz’a karşı galip kılan kaslarla ilk karşılaşmasıydı.
De Coude’u suçlayan adam ile oyundaki diğer iki adam ayağa kalkıp beklenti içerisinde Kont’a baktılar. Birkaç yolcu daha merak edip münakaşa mahalline gelmişti ve hepsi akıbetin ne olacağını görmek için bekliyordu.
“Bu adam delirmiş!” dedi Kont. “Beyler, istirham ediyorum, biriniz üzerimi arasın.”
“Bu itham çok saçma!” dedi oyunculardan biri.
“Yapmanız gereken tek şey elinizi Kont’un ceketinin cebine sokmak. O zaman bu ithamın gayet ciddi olduğunu görürsünüz.” diye diretti suçlayan adam. Ardından, diğerlerinin hâlâ tereddüt ettiklerini görünce kendisi ileri çıkıp Kont’un yanına gitti: “Hadi gelin, siz yapmayacaksanız ben kendim yaparım.”
“Olmaz, mösyö.” dedi De Coude. “Sadece bir beyefendinin beni aramasına müsaade ederim.”
“Kont’un üzerini aramak gereksiz. Kâğıtlar cebinde. Koyarken bizzat gördüm.”
Herkes şaşırmıştı; araya giren yeni kişiye döndüklerinde boylu boslu genç bir adamın, yakasından tuttuğu bir adamı, direnmesine aldırış etmeden masaya doğru getirdiğini gördüler.
“Tezgâh bu!” diye bağırdı De Coude öfkeyle. “Cebimde kâğıt falan yok!” dedi ve elini cebine daldırdı. Küçük kalabalığa gergin bir sessizlik hâkim oldu. Kont’un beti benzi attı, elini çok yavaş bir şekilde geri çıkardığında elinde üç adet kâğıt duruyordu.
Şaşkınlıktan dili tutulmuş ve dehşete kapılmış bir hâlde kâğıtlara bakakaldı;