Altın Sincap. Анонимный автор

Altın Sincap - Анонимный автор


Скачать книгу
çirkin varlıklarla dolu çizgi filmleri seyrediyordu. Bunlardan da bıktı mı, volkmeni, cep telefonları yerlerinden oynuyordu…

      Geçenlerde köyden babaannesi geldi. Aybulat’ın odasına girince yüreği parçalandı kadıncağızın: “Ah yavrum! Anne baban seni mahvetmişler!” diyerek ağladı. Aybulat buna çok şaşırdı. Anne babası, o televizyonda ne görse alıyorlar, bir dediğini iki etmiyorlardı. Ne demek şimdi yani mahvetmişler? Daha başka nasıl olmalıydı ki o? “Bu yıl inşallah ilkokula başlayacaksın!” dedi ninesi sevinçle. Aybulat bunda sevinecek bir şey göremedi. O zaten çatır çatır okuyordu. Kalem tutmayı bilmese de, bilgisayarda her hangi bir kelimeyi yazabiliyordu. Ona okul falan gerekmiyordu. Filmlerde görmüştü okulun ne olduğunu. Öğretmenlerin çocuklara neler çektirdiğini çok iyi biliyordu.

      Bugün, bir elinde sandviç, diğerinde kumanda, koltuğuna oturmuş halde ayağıyla yeri iterek pencereye kadar geldi. Açık pencereden perdeleri dalgalandıra dalgalandıra (Hayret! Annesi nasılsa bugün pencereyi kapatmayı unutmuş.) başta soğukça bir rüzgâr akın etti odaya. Peşi sıra, Aybulat’ın kafasından büyük bir futbol topu girdi içeri. Aybulat lokmayı çiğnemeyi bırakıp, kulaklığı çıkardı ve şaşkınlık içinde baka kaldı. O sırada dışarıda bağrış çağrış başladı. Sokaktakiler yavaşça pencerenin altına yaklaştılar ve bir çocuğu başlarını yukarı doğru kaldırdılar. Saçı başı dağınık, tişörtü kirlenmiş bu haşarı çocuk, bütün odaya şöyle bir göz gezdirdi ve başını sallayarak:

      – Vay, vay, dedi.

      – Sen de kimsin? diye sordu Aybulat, zihnini toparlayarak.

      – Adım Marat! Komşunuzun çocuğuyum. Benim seni görmüşlüğüm var ama adını bilmiyorum. Seni kocaman siyah arabaya bindirip bir yerlere götürüp getiriyorlar değil mi?

      Nereye olsun canım, sinemaya tabii ki. Orada sana büyülü bir gözlük veriyorlar. Kulağına da daha büyük bir kulaklık takıyorlar. Böylelikle filmin içine girip oradaki şovalyelerle birlikte savaşmış gibi oluyorsun. Uçsuz bucaksız okyanuslarda kocaman gemilerde yüzüyorsun. Hatta üzerine tuzlu su bile sıçrıyor…

      Aybulat şu an hayâlinde ta nerelere gidip geldi. Pencere kenarında oturan çocuğu da neredeyse unutuyordu. Onun:

      – Peki sen sokağa neden hiç çıkmıyorsun, sorusu kendine getirdi.

      – Sokağa… Peki, ne varki sokakta? Ay-bulat ona tuhaf tuhaf baktı. Onun için kendi odasından başka ilginç bir yer olması mümkün değildi.

      – Ne olduğunu kendi gözlerinle görmek istemez misin? Hadi o zaman topu ver de, birlikte çıkalım.

      Aybulat koltuğundan güçlükle kalkabildi. Ayakları iyice uyuşmuştu. Masanın altına yuvarlanan topu nefes nefese eğilip aldı. Sonra sandalyeye emekleyerek çıkıp Marat’ın yanına, pencere kenarına oturdu.

      Peki dışarıda ne vardı? Tıpkı televizyon ekranındaki gibiydi. Aynı oradaki gibi ağaçlar ve otlar. Futbol sahası.... Çocuklar… Bunlar çizgi filmdeki galaksi futboluna yetişemez tabii ki. “Hadi, hadi.” diyerek ısrar etti Marat. “Top oynamayı denemek ister misin?”

      Aybulat bu soruya cevap veremedi. Topa kendi ayağınla vurmak nasıl bir şeydi acaba? Ama yine de kabul etti. Fakat sokağa nasıl çıkacağını kestiremedi. Evleri zemin katta olsa da pencere yerden yüksek sayılırdı. Bu yüzden korkuyordu. Baksana, Marat oluk borusunu kucaklayıp kayarak kolayca iniverdi. Gülerek Aybulat’a bakıyordu. O sırada pencere hizasına bir kaç çocuk daha geldi. Hadi, hadi demeye başladılar. O an Aybulat’ın aklına çok güzel bir fikir geldi. Filmde gördüğü şeydi bu tabii ki. Kalın perdeyi var gücüyle çekip kornişinden söktü ve dışarıya attı. Çocuklar onun düşüncesini hemen anlayıverdi. Apar topar perdeyi dört bir taraftan gerdiler. Aybulat gözlerini sıkıcı yumdu ve aşağıya atladı…

      Yere ayağı değer değmez, Aybulat’ı en çok şaşırtan şey şu oldu: Evlerinin önü kızlar oğlanlarla doluydu. Yakalamaca oynuyorlar, salıncakta sallanıyorlar, top oynuyorlar, ağaca tırmanıyorlar, daha neler neler yapıyorlardı… Tıpkı filmlerdeki gibi. Bunlar gerçek mi diyerek hepsine tek tek dokunmak istedi. Böyle sersemlemiş bir halde kala kalmışken, Marat Aybulat’ı âdeta koltuğuna girerek futbol sahasının kenarına kadar getirdi. Topu önüne şak diye koydu ve: “Hadi vur!” dedi.

      Heh! Ne var ki bunda! Çizgi filmlerde görmüşlüğü var canım. İstese ta şu ağacın tepesine kadar uçurabilirdi topu. Aybulat ne tarafa şut çekeyim diye biraz düşündü. Sonra ayağını burnuna kadar kaldırdı. Ortalığı inleterek bağırdı ve bir vuruş yaptı. Top kımıldamadı bile. Dahası kendisi şap diye düşüverdi yere. Çoluk çocuk kahkahayı bastılar. Aybulat yattığı yerde hiç hareket etmeden, bu durumda ne yapılacağını düşünmeye başladı. Onların yaptığı gibi yapmalıydı. Kendini zorlayarak gülmeye çalıştı. Sonra da diğer çocuklar gibi topun peşinden koşturmaya başladı. Koşarken ayakları birbirine dolanıp düştü. Üstü başı toza toprağa belendi. Çok kötü yoruldu. Oradan biraz uzaklaşıp dinleneceği bir yer aramaya gitti. O sırada bir de ne görsün! Dört tekerlekli kocaman bir bebek arabası duruyordu karşısında. İçi bomboş. Aybulat fazla düşünmeden ayaklarını sallandırarak bebek arabasının içine uzandı. Fakat bu keyif fazla uzun sürmedi. Şişman bir teyze bağıra çağıra, ellerini sallayarak yanına gelip dikeldi:

      – Kalk! Utanmaz! Bu ne terbiyesizlik, diyerek arabayı sallamaya başladı.

      Aybulat yattığı yerden uzun süre şaşkınlıkla baktı. Teyze baktı olmuyor, kocaman elleriyle onu kavarayıp aldı ve ayakları üzerine yere bastırdı.

      – Sen laftan anlamıyor musun? Kimin oğlusun sen? Babana söyleyeyim de aklını başına getirsin bir güzel. Hiç utanmıyor da!

      Utanınca kendini sıkıp yüzünü kızartman gerekiyordu herhalde. Filmde öyle yapıyorlardı. Sonra da başını öne eğip sağ ayağının baş parmağıyla toprağı eşeliyorsun. Aybulat da öyle yaptı. Teyze onu bir sürü azarladı ve oradan ayrıldı.

      Canı sıkılarak: “İnsanlar bu sokak denen yerden ne zevk alıyor ki?” diye düşündü. O sırada karşısına, kocaman bir çoban köpeğiyle sahibi çıkıverdi. Aybulat sevinçten uçuyordu. Kendi sanal dünyasında tıpkı böyle bir köpeğe binip dolaşıyordu çünkü! Onunla sürüngenlerle dolu mağaralara giriyor, bulutlara binip gökyüzünde de uçuyordu. Denize inip insan kafalı balıklarla da savaşıyordu…

      Kucağını açmış bekleyen Aybulat’a, çoban köpeği hırıldamaya başladı. Aybulat durmadan köpeği kucaklamak, kocaman başını, yamyassı kulaklarını okşamak için çabalıyordu. Köpek arka ayaklarına dikeldi. Hırlayarak çirkin siyah dişlerini gösterdi. Sahibi yularından çekmese, bu şımarık çocuğu parçalamaya hazırdı.

      – Ne yaptığını sanıyorsun sen şaşkın, diye azarladı adam elindeki gazeteyi sinek kovalar gibi savura savura. Oyuncak mı sandın sen bunu?

      Aybulat adama tuhaf tuhaf baktı. Ne yapmak istiyordu bu insanlar? Ne yapsan yaranamıyorsun onlara. Ne diye şu Marat’ın peşinden çıkmıştı ki? Güya dışarısı eğlenceliymiş! Yok, hayır onun kendi kurduğu dünyası var. İster aya çıkar, ister denizin derinliklerine dalar. Kafası bozuldu mu, bu köpeğin sahibine, şu şişman teyzeye, top oynayan ukalâ çocuklara yüz çeşit silahla ateş edebilir…

      Böyle canı sıkılmış yürürken, sokağın öbür ucunu bulmuş meğer. Gittiği yönde: “Bu arabalar gözlerini fal taşı gibi açmış bana doğru neden bağıra çağıra geliyorlar acaba?” diye hayretler içinde kaldı. Hemen karşısında kocaman vinci görünce tekrar heyecanlandı. Dur bir dakika! Onun bildiği bir şeydi bu! Aha bak şimdi şu kancaya tutunup mavi gökyüzüne uçacak. Futbol sahasına da, vızır vızır


Скачать книгу