Aytmatov Araştırmaları. Анонимный автор
Gorbaçov’un danışmanlarından biriydi. Avrupa ülkelerinde büyükelçilikler yaptı. 1996’da Kırgızistan’ın UNESCO temsilcisi oldu.
Hikâye, roman ve tiyatro türlerinde eserler verdi. Eserleri 150 civarında yabancı dile çevrildi. Cengiz Aytmatov, Nobel Edebiyat ödülüne aday gösterilmiş ama ona bu ödül verilmemiştir. Çünkü Nobel ödülünü koyanların politik amaçlarına uygun bir yazar değildir. Aytmatov gibi yazarlar, ancak bütün Türk dünyasının ortaklaşa koyacakları “Manas Edebiyat Ödülü” ya da “Ahmet Yesevi Ödülü” gibi yarışmalarda ödül alabilirdi.
Aytmatov, eserlerinde genellikle simgesel bir dil ve teknik kullanır. Bu da hem edebiyat yapmanın bir gereğidir, hem de Komünist rejim baskısına karşı ancak simgelerle konuşabilme zorunluluğundan kaynaklanır. Komünist rejime muhalefetini ancak simgesel bir dille gerçekleştirebilirdi.
Aytmatov, başta Kırgız Türklüğü olmak üzere diğer Orta Aya Türklerinin hem toplumsal, hem ekonomik, hem kültürel, hem de tarihî hayatını modern bir edebiyat tekniği ve kurgusu içinde çok etkili ve güzel bir şeklide anlattı. Çok zengin mitolojik birikimini, güncel durumlara uyarlayarak yeniden işleyip üretti.
Bireysel ve Toplumsal Mankurtlaştırma: Gün Olur Asra Bedel romanında Colaman’ın saçları kazınmış çıplak kafasına şire denilen yeni kesilmiş deve derisinden âdeta bir şapka yapılıp etrafı iple bağlanarak gerçekleştirilen işlem, aslında bireysel gibi görünse de aynı zamanda toplumsal anlamda millî hafızayı silme teşebbüsüdür.
Bu, millî hafızayı yok ederek mankurtlaştırmadır. Aytmatov, Komünist Rusya’nın Türk’ün millî hafızasını silme teşebbüslerine şiddetle tepki koymuştur. Ayatmatov, Gün Olur Asra Bedel romanında bunu eleştirmiştir.
Komünist Ruslar sanki başka yer kalmamış gibi Kırgız Türklerinin atalarının mezarlığı olan Ana Beyit mezarlığına uzay üssü kurmuşlardır. Ana Beyit’in etrafını dikenli tellerle çevirmişler ve buraya Kırgız Türklerini sokmamışlardır. Anabeyit mezarlığı oğlunu mankurtluktan kurtarmak için ölen Nayman Ana’nın gömüldüğü mezarlıktır. Yani bir anlamda Kırgız Türklerinin millî bilincinin sembolü olan bir mekândır. Rusların tavrı, bu bilinci yok etmeye dönüktür. Bu bilinçli bir tercihtir ve amaç, Kırgız Türklerinin atalarını, tarihlerini yok saymak, yok etmektir. Bu, bir milleti toptan mankurtlaştırmadır.
Yine aynı romanda Ana-Beyit‘te nöbetçi olan Kırgız subay Sabitcan ve diğer bazıları, Komünist Rusların verdiği eğitimle kendi Kırgız Türklüğüne ait bütün millî ve dinî değerlerini kaybetmiş, atalarını, tarihlerini, gelenek ve göreneklerini, dinlerini, kimliklerini unutmuş, mankurt olmuş tiplerdir. Bunlar, efendileri olan Rusların öğrettiklerini tek doğru kabul etmiş, onların verdiği emirleri uygulamayı tek görev bilmiş, milletlerine ihanet etmişlerdir. Romanda Sabitcan, ölen babasının cenazesinin İslamî usullere göre defnedilmesini gereksiz görüyor. Duaların ve diğer ibadetlerin Komünist bir devlette gereksiz ve anlamsız olduğunu söylüyor, hatta babasının cenazesinin Ana Beyit mezarlığına gömülmesine karşı çıkıyor. Çünkü Sabitcan, Ruslar tarafından tam bir mankurt olarak yetiştirilmiştir. Yine nöbetçi Kırgız subayın kendisi gibi Kırgız olan vatandaşıyla Kırgız Türkçesiyle değil de Rusça konuşması, hatta onu Rusça konuşmaya zorlaması tam bir mankurtluktur.
Mankurtlaştırma meselesi Kassandra Damgası romanında da karşımıza çıkar. Bu romanda Genetik bilimi marifetiyle düşünce suçlusu kadınlar taşıyıcı anne olarak kullanılır. Bu kadınlar kanalıyla Komünist Rusya’nın her emrini bir robot gibi yerine getirecek olan tarihsiz, kimliksiz, milliyetsiz, anası babası belli olmayan x fertler üretilir.
Beyaz Gemi romanında da mankurt tipiyle karşılaşıyoruz. Oradaki Orozkul, Kırgız Türklüğünün millî kültürünün bir parçası olan Maral Ana efsanesine inanmaz, şehre gidip bir dairede memur olmak, bir aktrisle evlenip sadece Rusça konuşulan bir evde yaşamak ister. Kırgız Türkçesini kaba bir köylü dili diye aşağılar yani dilini, kimliğini, milliyetini reddeder. Diğer yandan devamlı içki içer, kendi idaresindeki ormanın ağaçlarını kesip gizli gizli satar. Her türlü ahlaksızlığı yapan kaba saba bir adamdır. Mümin Dede’ye kötülükler yapar, merhametsizce karısını döver, ama efendileri olan Komünist amirlerine tam bir teslimiyetle bağlıdır yani dinî ve ahlakî değerlerini de yitirmiştir. Kendi Müslüman Türk kimliğine yabancılaşır ve efendisi olan Ruslara âdeta tapar. Bencilce kişisel menfaat temininden öte bir yaşama amacı yoktur. Sadece biyolojik anlamda maddi, dünyevî imkânlardan sonuna kadar yararlanmayı hedef edinir.
Cengiz Aytmatov dokuz yaşındayken, babası halk düşmanı suçlamasıyla Komünist rejim tarafından öldürülmüştü. Aytmatov her gün okulda “Benim babam devrim düşmanıydı, cezası verildi, ondan nefret ediyorum!” diye bağırmak zorundaydı. Bu da bir mankurtlaştırma yöntemidir. Babasını yani atasını, tarihini, kültürünü, milliyetini, dinini yok sayma hatta ondan da öte kötü görme ve onlara düşman olma hali. Mankurtlaştırma kişiyi kendi benliğine, kimliğine düşman yapma, kendi varlığını kendine reddettirme yöntemidir.
Evrensel Meseleler
Cengiz Aytmatov, eserlerinde genellikle bireysel, millî ve yerli meselelere yer verirken aslında dolaylı olarak evrensel sorunlara da değinir. Ya da genel anlamda söylersek bireysel, yerel ve millî olandan evrensel olana uzanır. Bu bağlamda bütün insanlığın ortak sorunlarına da yer vermiş olur. Bunların başlıcaları şunlardır:
Dünya Barışı
Bunlardan biri, evrensel anlamda dünya barışıdır. Aytmatov, bu anlamda evrensel bir hümanizm taraftarıdır. Bütün insanların barış, saygı ve sevgi içinde, birbirlerinin haklarına saygı duyarak, hak ve adaleti gözeterek yaşamalarını ister. Nitekim Kassandra Damgası’nda devletler, milletler arası savaşları çıkaranların masum halklar değil; ihtiraslı politikacılar olduğunu vurgular. Burada dünyanın geleceğine dair kaygılar dile getirilir. Kassandra gelecekte ortaya çıkacak felaketleri sezme gücüne sahip Yunan mitolojisinde bir kadın kahramandır.
Dinsizliğin Kötülüğü
Cengiz Aytmatov, kendisi Müslüman bir Türk olmasına rağmen evrensel anlamda insanların mutlaka bir dine inanması gerektiği kanaatindedir. İnsanlar, toplumlar hangi dine mensupsa o dini yaşamalarının evrensel anlamda insanların iyi, doğru, adaletli, huzur ve barış içinde yaşamalarında dinî inancın önemine vurgu yapar. Bu bağlamda birçok romanında Türklerin İslam dinini yaşamaları ve korumaları gerektiği fikrini işlediği gibi Hristiyan toplumların da bu dini yaşamaları gereğine inanır. Hangi din olursa olsun toplumlar bir dine inanmalı ve yaşamalıdır. Dünya barışı biraz da buna bağlıdır.
Nitekim Aytmatov, Dişi Kurdun Rüyaları adlı romanında Hristiyanlık içinde bir arınmayı, dogmatik unsurları ayıklamayı, kötülüğe karşı iyiliği yaymayı hedef edinen ve bu amacı için tek başına didinen Abdias kişiliğinin mücadelesini görürüz. Ona göre dünyada kötülüklerin, zulümlerin kaynağı, insanların dinden uzaklaşmalarıdır. Özellikle hem uyuşturucu, rüşvet gibi toplumsal hastalıkların çoğalmasında hem Sovyetler Birliğinin çöküşünde, hem de çevre kirliliği ve doğal dengenin bozulması gibi olaylarda dinsizliğin önemli bir etken olduğu görüşündedir.
Aytmatov, Kaltay Muhammedcanov ile beraber yazdıkları Fuji Yama adlı tiyatro metninde Sovyetler Birliğinin okullarda çocukları dinsiz yetiştirmesini ve bunun zararlarını anlatır. Aynı zamanda Allah karşısında ruhlarını arındırmayan, kötülüklerini, yanlışlarını itiraf etmeyen dinsiz aydınların, mensup oldukları milletlerine ne gibi kötülük yapabileceklerini gösterir. Fuji