Tanrı Dağları'nın Zirvesi Aytmatov. Анонимный автор
yeni bir savaşın çıkmasının engellenmesi yönünde yaptığı davetin Kırgız köylerinde nasıl destek bulduğu konusu işlenmişti.
1952 yılı güzünde tatilden Bişkek’e döner dönmez söz konusu Kırgızistan Komsomolü gazetesinde C. Aytmatov’un “Mı idyom dal’şe” (Biz Daha da İleriye Gidiyoruz) isimli hikâyesini okudum. Hikâyede yaşlı bir murabın3 oğlunun Volga-Don Kanalı’nın inşasına katılması, kanal inşası bitmeye yüz tuttuğunda, Büyük Türkmen Kanalı’nın inşasına gitmeye hazırlanması konusu işlenmişti. O dönemde basın organları, Sovyetlerin diktatör lideri İ. V. Stalin’in tabiatın yeniden düzenlenmesi planının, özellikle “Komünizmin Büyük İnşaatları” genel ismi ile uzun uzun kanalların kazılmasının, vahşi çöller ile ıssız bozkırların kıyılarında orman alanlarının oluşturulmasının sürekli propagandasını yapmıştı. Dönemin bu güncel sorununun propagandasına C. Aytmatov’un da katkı yapmaya çalıştığı açıktı.
1953 yılının yaz ayları olmalıydı, ben Bişkek’teki Kırgız Dram Tiyatrosunun bir gösterisine okul arkadaşlarım ile birlikte gittiğimde Cengiz Bey’in şahsını ilk defa orada gördüm. “Şu adamın yanında duran benim eniştem” diyerek Kırgız’a benzemeyen, Kafkasyalı görünümlü güçlü kuvvetli bir gence doğru el sallaya sallaya kulağıma fısıldadı sınıf arkadaşım Temir Şammibayev (Cengiz Bey’in kaynı). Çünkü ben ona: “Yazarların hepsini uzaktan tanıyorum, sadece senin enişteni şimdiye kadar görmedim” demiştim.
Cengiz Aytmatov, eserlerini iyi bildiğim, kendisini de sokakta, yazar toplantılarında, tiyatrolarda daima gördüğüm dramacı ve nesirci Toktobolot Abdumomunov’un yanında oturuyordu. Her ikisi de gösteriye gösterişli, güzel hanımlarını getirmişlerdi.
Bundan sonra Cengiz Aytmatov ile Toktobolot Abdumomunov’un her zaman birlikte gezdiklerini sokaklarda, tiyatrolarda ve çeşitli kültür toplantılarında gördüğüm için biliyorum. “Eniştenle Abdumomunov sessiz sakin ikiz kuzular gibi sarmaş dolaş olmuşlar” dedim bir gün Temir’e. “O insan eniştemin yürekten dostu” dedi Temir. “Onun hanımı ile ablam Kerez de çok samimî.”
C. Aytmatov bir dostluk işareti olarak T. Abdumomunov’un “Dünürler” isimli hikâyesini Rusçaya tercüme edip “Kırgızistan” almanağında yayımlamak istemişti. Bu gerçek şu sebeple aklımda kaldı: Hikâyenin Rusçaya nasıl tercüme edildiğini merak ettiğimden aslı ile karşılaştırarak okumuştum.
1954 yılı eylülünden itibaren Kırgız Üniversitesinde okumaya başladım. O zamanlar Cengiz Aytmatov beni bir defa daha şaşırttı. Onun Kırgızca yazamadığını düşünürken tek bir Kırgızca dergi olan Sovyet Kırgızistanı’nda (kısa bir süre sonra Ala Too adını alan dergi) Cengiz Aytmatov’un “Ak caan” (Çiseleyen Yağmur) isimli hikâyesi yayımlandı. Hikâye özellikle alışıldık bir Kırgızcayla yazılmıştı!
O dönemde ben Rus dilini iyice öğrenmiş, örnek edebî eserlerin birçoğunu okumuştum. Özellikle, o dönemde ünleri yayılmaya başlayan Rus hikâyecileri Sergey Antonov ile Yuriy Nagibin’in yazdığı her şeyi okumuştum. Edebî eserlerin iyisini kötüsünü bir nebze olsun ayırabiliyordum ve Kırgız yazarlarının nesir türünde yazdıklarından, özellikle hikâyelerinden zevk alamıyordum. Ancak C. Aytmatov’un “Çiseyelen Yağmur”u beni eskisi gibi memnun etmişti. Çünkü bu hikâyedeki hayat olayları ile insan davranışları betimleme yönüyle ilgiyle okuduğum Rusça hikâyeleri çok andırıyordu.
Bundan sonra (yanılmıyorsam 1955’te) sözünü ettiğim Sovyet Kırgızistanı dergisinde genç yazarın “Tünkü sugat” (Geceki Sulama) ve “Asma köpürö” (Asma Köprü) isimli iki hikâyesi yayımlandı. Bu hikâyeler konu açısından orijinal değildiler, ancak Kırgız nesri için yeni bir ifade ve betimleme tekniği ile yazılmışlardı. Bu sebeple bu hikâyeler edebiyatla ilgilenen gençler tarafından çok beğenilmişler ve bazı edebiyat eleştirmenleri tarafından da olumlu bir şekilde değerlendirilmişlerdi.
C. Aytmatov bu yazdığı Kırgızca hikâyelerle edebiyat sahasında tanınmış, 1956 yılında Kırgızistan Yazarlar Birliği’nin teklifiyle SSCB Yazarlar Birliği üyeliğine kabul edilmiştir. Sanırım başlı başına bir kitabı çıkmadan resmî olarak yazarlık unvanı alan ilk Kırgız kalem erbabı bizim Cengiz Aytmatov’dur.
1956 yılında Moskova’da SSCB Yazarlar Birliği’ne bağlı iki yıllık “Yüksek Edebiyat Kursları” isimli yeni bir öğretim kurumu açıldı. Bu öğretim kurumunun açılmasındaki amaç Rusya’nın değişik kabilelerinde ve millî cumhuriyetlerde yaşayan, özel sosyal eğitim öğretim görmeyen ve gelecek vaat eden yazarların genel kültür düzeylerinin, özellikle mesleki (edebî) bilgilerinin geliştirilmesine yardımcı olmaktı.
Sovyet yazarları arasına katılması C. Aytmatov’a bu Yüksek Edebiyat Kurslarına kabul edilmesinin yolunu açtı. Yeni açılan bir öğretim kurumunun ilk öğrencileri arasına katılması genç Kırgız yazarının bir insan olarak kaderinin karşısına çıkardığı bir ilk talih kuşu gibi olmuştu. Moskova’da ek olarak aldığı eğitimin kendisinin entelektüel ve mesleki açıdan gelişmesinde büyük bir rol oynadığını Cengiz Bey sonraları yazdığı bir makalesinde şöyle belirtir:
İki yıllık bir eğitim çilesi benim gibi bir veterinere sadece sosyal ve teorik açıdan değil, pratik açıdan da büyük bir fayda sağladı. Özellikle, o dönemdeki seminerlerimiz, tartışma toplantılarımız benim için eser yaratma tecrübesi konusunda iyi bir mektep oldu. Ben de Moskova’nın kültür hayatındaki, özellikle edebiyatı ve tiyatro dünyasındaki yeniliklerin hepsini öğrenmeye, bilincime sindirmeye bütün gücümü verdim.4
Üstelik C. Aytmatov’un Moskova’da okuduğu iki yıl, Sovyet toplumunda uzun zaman süren Stalincilik zulmünün resmî bir şekilde şiddetle eleştirildiği ve faş edildiği, totaliter rejimin son derece yumuşadığı, aydınların eskiye göre daha özgür düşünme ve düşüncelerini ifade etme olanağı bulmaya başladıkları bir dönemdi. Bu yeni şartlar Sovyet bilimi, sanatı ve edebiyatına devletin kuru ideolojisinin dar çerçevesinden kurtulma, araştırma ve canlanma şansı vermişti. İdeolojik, ahlaki ve estetik araştırmaların özellikle Moskovalı entelektüel muhite zamanında karışması C. Aytmatov’un kendi başına eleştirel düşünme yetisinin sağlam bir şekilde uyanmasına ve gelişmesine aracı oldu.
Yine, İ. V. Stalin’in otoritesine sığınma uygulamasının resmî bir şekilde yürürlükten kalkması Cengiz Aytmatov’un kişisel kaderine de keskin değişiklikler getirmiştir. Önce, yalan bir iftirayla yok edilen babası Stalinizm zulmünün suçsuz bir kurbanı olarak tamamen aklanmış, sonra da kendisi “bir halk düşmanı ailenin bir üyesi” olarak hukuk sınırlamalardan, kariyerinin sekteye uğrama ihtimalinden arınmıştır.
Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 1956 yılı Şubat ayında gerçekleştirilen yirminci kurultayında, Sovyetler Birliği’ni 30 yıl kadar bir monarşi şeklinde yöneterek kurduğu totaliter yönetim gücüyle vatandaşlarına bilge, adil ve kutsal görünmeyi başaran İ. V. Stalin’in genel siyasi çalışmalarına olumsuz değer biçilmesi, ardından onun şehirlere, köylere, resmî kurum ve kuruluşlara verilmiş olan adının topluca çıkarılması, binlerce anıtının, portresinin ve kitabının yok edilmesi, hatta adı ve soyadının sözlü ve yazılı basında ifade edilmesinin yasaklanması, bütün Sovyet halkının, özellikle aydın kesimin birçok temsilcisini basit bir ifadeyle şoka sokmuştur. Çünkü, dış dünyaya kapalı bir toplumda, totaliter bir yönetimin kontrolü altında, devlet başkanına körü körüne inanma, yaltaklanma atmosferi altında yaşayan,
3
Murap (Mirab): Suların paylaştırılması ile görevli insan.
4
Айтматов Ч. В соавторстве с землею и водой… Очерки, статьи, беседы, интервью. –Фрунзе: “Кыргызстан” басма үйү, 1978.-155-бет.