Kardeş Sesler 2017. Анонимный автор
başlamıştı. Ömer Lütfi Paşa Osman Paşa’ya doğru bağırdı. “Paşam geri çekiliyorlar. Savaş bizimdir.”
Ruslar, dağlara gizledikleri silahları ateşlediler. Karşıki dağlardan beş bin top birden ateşlendi. Ömer Lütfi Paşa’nın yakınına bir gülle geldi. Osman Paşa atını Ömer Lütfi’nin düştüğü yere sürdü. Ömer Paşa atından düşerken gözleri sancaktaydı. Osman Paşa’nın sırtına da şarapnel parçaları saplandı. Gözleri karardı. Atıyla beraber yere yuvarlandı.
Müşir Kazım, Osman Paşa’nın gözlerini açtığını görünce heyecanla hücresinin parmaklıklarına koştu. Yan Hücredeki Ethem Paşa’ya bağırdı. “Komutanım uyanıyor.” Koridordaki bütün hücrelerden “Çok şükür ” nidaları geldi. “Komutanım! Ben Müşir Kazım! Beni duyuyor musunuz?” Osman Paşa bezlerle sarılmış bedenini kaldıramadı. Başını kaldırıp karşıya baktı. Parmaklıkları görünce kahroldu. Sesler artmıştı. Bütün askerler Osman Paşa’yı merak ediyorlardı. Ethem ve Müşir Kazım, Osman Paşa’nın koluna girip yatağından kaldırdılar. Komutanın emriyle sadece hücresinden çıkarıldı. Rus Genelkurmay Başkanı, kazandığı savaşın verdiği gururla Osman Paşa’nın karşısında durdu.
“Osman Paşa sizi yine karşımda görmek beni onurlandırdı. Sizi yenmenin sarhoşluğuyla kabalık yaparsam beni bağışlayın. Osman Paşa’yı yenme zevki mucize gibi bir olay… Efendim, ben Kırımda da görev yaptım. Türkçeyi iyi bilirim. Ancak Ömer Lütfi Paşa’yı bu savaşta göremedim. Haberiniz var mı?”
Osman Paşa yanındaki paşaların yardımıyla biraz doğruldu.
“Sayın komutan, Ömer Lütfi Paşa Kırımda kaldı. Kırım ise hayallerimizde… Hayallerle yaşamaya gerek yok.”
“Osman Paşa, Rus savaş kurallarını bilirsiniz. Eğer bir komutan mertçe direnmişse, esir düşse bile kılıcı iade edilir ve ülkesine geri dönmesine izin verilir. O yüzden akşam yemeğini benimle yemek isterseniz bana büyük bir onur vermiş olursunuz. Ayrıca Abdülhamit Han size özel bir mektup gönderdi. Buyurun.”
Cebinden çıkardığı mektubu uzattı. Osman Paşa yaralarının ağrısına aldırmadan mektubu aldı. Göğsüne sarılmış bandajların arasına soktu.
“Sayın Komutan, nazik davetiniz için teşekkür ederim. Ancak akşam yemeğini askerlerimle birlikte yiyeceğim.”
“Ha, Bu arada Osman Paşa, sizi yendiğimi içki içtiğim her mevkidaşıma ve yaşadığım sürece aileme her gün anlatacağım. Umarım darılmazsınız.”
Osman Paşa dimdik durdu. Yanındaki paşaları geriye iteledi.
“Sayın Komutan, biz inançlı insanlarız, zafer de Allah’tan, yenilgi de. Ancak siz de şunu unutmayın. Kurt kocayınca bir kemik için saatlerce yol giden köpeklerin maskarası olurmuş.” Şaşkın bakışlar arasında Osman Paşa dik bir hâlde yürüdü ve hücresine girdi.
Akşam yemeğinin ardından, ısrarlara rağmen Osman Paşa, sabah yerine gecenin en karanlık vaktinde yola çıktı. Yanında Ethem ve Müşir Kazım Paşa vardı. Uzun ve yorucu bir yolun sonunda Abdülhamit Han’ın huzuruna vardılar. Yol boyunca gerekmedikçe konuşmadı Osman Paşa. İç dünyasına çekilmişti. Lütfi Paşa aklına geldikçe kolundaki yaraları sızlıyordu. Bu üç süvariye Osmanlı sınırına kadar üç Rus subayı eşlik etti. Sonrasında İstanbul’a kadar gerekmedikçe mola vermediler. Bu Osman Paşa’nın emriydi. Bir an önce padişahın huzuruna çıkmak ve başka bir cepheye gönderilmek istiyordu. Yoksa kimsenin yüzüne bakamazdı. Yüzlerinde peçelerle girdiler İstanbul’a. Saraya kadar hiç durmadılar. Abdülhamit Han geldiklerini duyunca bekletmeden yanına çağırttı.Padişah, yüzünü yerden kaldıramayan Osman Paşa’nın kolunu sıvazladı. Göğsüne madalyasını taktı. “Gazi Osman Paşa, sen benim yüzümü güldürdün. İki cihanda da yüzün ak olsun.” Dedi. Osman Paşa bu anı ve Plevne’yi, ömrü boyunca unutamadı. Verilen yeni görevi hemen kabul edip İstanbul’dan dörtnala çıktı. Batmakta olan güneşi arkasında bırakarak sürdü atını kurak topraklara.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Şiir, Hikâye, Deneme Atölyeleri)
BÜŞRA BENER
5 Ağustos 1995’ de Ankara’da dünyaya geldi. Sırasıyla Misket İlköğretim Okulu, Mamak Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni tamamladı. 2014 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümünde lisan eğitimine başladı. 4.sınıf öğrencisi olarak eğitimine devam etmektedir.
Ailesi ile Ankara’da yaşamaktadır.
2015-2016 yıllarında Avrasya Yazarlar Birliği’nin 8.ve 9. dönem Edebiyat Akademisi’nde, Deneme ve Hikâye Atölyelerine katılmıştır.
Hikâye:
Kara Yazılı Bir Hikâye
Başka Dilde Bir Aşk
Kasap
Ulug Hurtuyah
İki Aç Karın
Deneme:
Korkularıma Soruyorum
Biraz Kırık Dökük Biraz Heyecanlı
Arabulucu
Şiir Olurken
KARA YAZGILI BİR HİKÂYE
Ben on yaşında küçük bir kız çocuğu iken öğretmen olan babamın tayini Erzurum’da bir köy okuluna çıkmıştı. Evrakların tamamlanması, hazırlıklar derken sonbaharın ortalarına doğru ailecek yola çıktık. Yolculuğumuz bir günden fazla sürmüş, kendine dâhi hayrı olmayan bir otobüs ile sefil bir yolculuk geçirmiştik. Erzurum merkeze gelince başka bir otobüs ile gideceğimiz köyün bağlı olduğu ilçeye gittik. Bizi ilçede köyün muhtarı karşılamış, ilçeden köye varmamız üç dört saatten fazla sürmüştü. Daha bebek olan erkek kardeşimin sürekli ağlamasını, benim yolda hastalanıp kusmamı çok iyi hatırlıyorum. Köye geldiğimizde bize öğretmen evi olarak gösterilen yer alışık olduğum evlerden o kadar farklı gelmişti ki bana. Bizden önce gelen eşyalarımızı da iki gözlü eve üst üste yığmışlardı. Taşındığımız ilk hafta evi yerleştirmeyle geldi geçti. Babam köyün tek öğretmeniydi. Zaten çok fazla olmayan köy çocuklarını kendince gruplara ayırıp, beni de o gruplardan birinin içine kattıktan iki hafta sonra derslere başladı. Bu köyün en sevdiğim yanı, teyzelerin sürekli bir şeyler pişirip getirmesiydi. Tandır ekmeği dedikleri yufkayı ilk defa bu köyde tattım. Öğretmenin kızı olmanın verdiği ayrıcalıksa bambaşkaydı.
Havalar gittikçe soğumaya başlamıştı. Kış kapıda. Kış kapıda. Herkesin tek telaşı buydu. Köyün çocukları ile iyi arkadaş olmuştum ve artık yavaş yavaş bu hayatın bir parçası olmaya başlamıştım. Yine de çok şaşırdığım zamanlar oldu. Köyden bir çocuğun kapılarının önünde oynuyorduk. Ninesi yerden hayvan pisliklerini kürekle almış içine saman katıp sonrada çıplak elleriyle yuvarlayıp bir kenara yığmıştı. Ben hayretler içinde kadını izlemiştim. Sonradan öğrendim ki kapıdaki kış geldiğinde onları yakıp ısınacaklarmış, annem adına tezek dedi.
Ve bir gün beklenen kar geldi. Ben hayatımda bu kadar çok yağan karı ilk defa gördüm. 1983 yılı bana gerçek soğuğu ve gerçek karı öğretti. Bütün gün pencerenin önünde o karı seyretmiştim. O kadar çok yağdı ki bundan sonra hep kar yağacakmış gibiydi. Hiç durmadan yağdı.
Çocuklar sürekli evimize gelip okul olacak mı diye sorup duruyorlardı. Babam karın tadını