Ali Akbaş Armağanı. Анонимный автор
-line/>
Ali Akbaş’a Armağan
Sunuş
“Apansız bir yıldız düşüyor göğümüzden
İçimize köz düşüyor
Kelimeler gözlerimde bir avuç kum
Çıkarıyorum, Şiir oluyor.”
Elinizdeki kitap, birkaç kuşağın “Ali Ağabey”i için kaleme aldığı yazıları kuşatan bir armağan. Şiirleriyle her yaştan okuruna, bu toprağın ve Türkçenin sesini yankılayan Ali Akbaş, son elli yılın kültür hayatında çok önemli bir yere sahip. Ali Akbaş Hocamız, yalnızca şiirleriyle değil; yazdığı yazılar, yetiştirdiği öğrenciler ve Avrasya Yazarlar Birliği çevresindeki kültürel faaliyetleriyle bir neslin yetişmesine öncülük etti. Onun şiirlerinin dünyasını ve söyleyişini inşa eden o nahif ses hem Türkçemize hem de millî kimliğimize yeni değerler kattı, katmaya da devam ediyor.
Ali Akbaş’a armağan olarak sunulmak niyetiyle Avrasya Yazarlar Birliği ailesi, Hoca’nın okurları ve sevenleri tarafından hazırlanan bu kitapta, şairin kendisini ve eserlerini konu edinen veya ona ithaf edilen pek çok çalışmaya yer verildi. Bu süreçte yazdıklarıyla armağana katkıda bulunanlara çok teşekkür ediyoruz. Elimizden geldiğince bu çalışmada çok fazla kişiye ulaşmaya çalıştık ancak Hoca hakkında yazmak isteyen ama ulaşamadığımız kişiler olduysa da onlardan peşinen özür diliyoruz. Edebiyat ve kültür hayatımızda müstesna bir yeri olan değerlerimiz için bu tür çalışmaların onların sağlığında yapılmasının çok önemli olduğunun önemini bu vesileyle bir kez daha vurgulamak istiyoruz.
Ali Akbaş Hocamıza bu armağan vesilesiyle uzun, sağlıklı ve huzurlu bir ömür diliyor; yazacaklarıyla Türkçemize daha nice yeni sesler ve değerler katmasını umut ediyoruz.
I.BÖLÜM
ALİ AKBAŞ’IN BİYOGRAFİSİ
4 Eylül 1942’de Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinin Çatova köyünde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini memleketinde, yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde tamamladı.
Çeşitli lise ve yüksekokullarda öğretmen ve idareci olarak görev yaptı. Bir müddet Film Radyo ve Televizyon Eğitim Dairesi (FRTEM)’nde program yazarlığı yaptıktan sonra Hacettepe Üniversitesi’ne geçerek “Yapalak ve Ekinözü Ağızları” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı (1985). Aynı üniversitede Türk Dili okutmanı olarak görev yaptı ve buradan 1996 yılında emekliye ayrıldı. Daha sonra Ahmet Yesevi Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı.
Edebiyat hayatına erken başlayan Akbaş’ın henüz lise öğrencisiyken yazdığı bir şiir Kahramanmaraş Lisesi marşı olarak kabul edildi. Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Kuş Sofrası adlı kitabıyla Çocuk Edebiyatı dalında Yılın Şairi seçildi (1991), Yunus Emre Yılı dolayısıyla İstanbul’da gerçekleştirilen XII. Dünya Şairler Toplantısı’nda bir plaketle ödüllendirildi (1991). Kazakistan’ın başkenti Almatı’da gerçekleştirilen II. Türk Dünyası Şiir Şöleni’nde Mağcan Cumabayulı Ödülü’ne layık görüldü (1993). Kosova’da yayınlanan Türkçem Çocuk Dergisi tarafından Türk Dünyası’nda Yılın Edebiyat Adamı seçildi (2011). TÜRKSOY 25. Yıl Madalyası ile onurlandırıldı.
57. Venedik Şiir Bienali’nde (2005), 20. Moskova Kitap Fuarı’nda (2008) ülkemizi temsil etti.
Ali Akbaş’ın “Koşma” adlı ilk şiiri Engizek gazetesinde çıktı (1960). Günümüze kadar Divan, Doğuş Edebiyat ve Kanat dergilerinin yayımlanmasında öncülük etti. Hâlen Genel Başkan Yardımcısı olduğu, Avrasya Yazarlar Birliği’nin Türk Dünyası’na hitap eden Kardeş Kalemler dergisini çıkarmaktadır.
Şiirleri ağırlıklı olarak; Türk Edebiyatı, Öncüler, Kardaş Edebiyatlar, Töre, Erguvan, Dolunay ve Türk Yurdu olmak üzere değişik dergilerde yayımlandı. Türkiye Yazarlar Birliği ve İLESAM üyesidir.
Masal Çağı (şiir), Eylüle Beste (şiir), Erenler Divanında (şiir), Turna Göçü (şiir), Kuş Sofrası (çocuklar için şiir), Gökte Ay Portakaldır (masal), Kız Evi Naz Evi (piyes) ve Hacı Bektaş-ı Veli (belgesel) adlı eserleri vardır.
Kuş Sofrası adlı şiir kitabı Mariya Leontiç tarafından Makedonca’ya (2000), Mir Aziz Azam tarafından Özbek Türkçesi’ne çevrildi (2008). Seçilmiş şiirleri Ramiz Asker çevirisiyle Azerbaycan’da (2008), Tahir Kahhar çevirisiyle Özbekistan’da (2016) kitap olarak yayımlandı. Bazı şiirleri pek çok Türk lehçesine ve Rusçaya çevrilerek yayınlandı.
Akbaş, lirik şiirlerini Turna Göçü (2011) adlı kitabında topladı. Erenler Divanında (2011) ve Eylüle Beste (2011) ise epik-destansı şiirlerinden oluşmaktadır. 2015’e kadar yayımlanan tüm şiirleri Bütün Şiirleri (2015) adıyla kitaplaştırılmıştır.
Evli, 5 çocuk babası ve 6 torun dedesidir.
II.BÖLÜM
ALİ AKBAŞ İÇİN YAZILANLAR
ALİ ABİ
Bayram Bilge TOKEL
Onun şiiri, düşüncesi ve sancısı olan gönlün şiiridir. Ali abi, düşüncesi olan gönülle, gönlü olan düşüncenin kesiştiği alanda örer şiirini. Onun için şiirini şairaneliğe kurban etmediği gibi, nesrini de didaktik yavanlığa teslim etmemiştir.
1976 yılı, ülke gençliğinin üzerinden silindir gibi geçerek memleketi yangın yerine çeviren darbelerden 12 Mart’ın beş yıl sonrasına, 12 Eylül’ün beş yıl öncesine denk geliyor. Benim Ali Akbaş’la tanışmam, yeni küllenmeye başlayan ülkemizdeki yangına taze odunların taşındığı işte bu 1976 yılına rastlar. Kısa zamanda dostluğa dönüşen ve hiç kesintiye uğramadan tam kırk yılı geride bırakan bir tanışıklık bu…
Ali Akbaş, o yıllarda hepimizin “Ali Hoca”sı idi ama birkaç ay sonra benim “Ali abi”m oldu ve hep öyle kaldı. Başlangıcını ideal ortaklığının oluşturduğu bu abi-kardeş hukukunu sürekli geliştiren ve diri tutan o kadar çok müşterek noktamız vardı ki… Biri usta diğeri çırak iki şiir sevdalısı idik ve edebiyat dergisi çıkarmak iflah olmaz hastalığımızdı. İkimiz de aynı semtte, Bahçelievler’de oturuyor ve aynı resmî kurumda aynı işi, yani radyo program yazarlığı yapıyorduk. Kitap, türkü, çay ve sigara ikimizin de en sahih azıkları idi. Ve nihayet Ali abi Maraş, ben Bozok koluna mensup iki Dulkadirli Türkmen’i idik.
Bu ve buna benzer ortak noktaların daha da belirginleştirdiği duygu, düşünce, zevk ve gönül dünyamızdaki benzerlikler, birbirine çok yakın hayatlar çıkardı karşımıza: Evini geçindirmek için sürekli birbirinin cüzdanına müracaat eden iki dar gelirli memur, yıllarca ev sahibi kahrı ve zulmü çeken iki garip kiracı, ülkeyi kurtarmak sevdasıyla evini ve evlâd ü ayâlini sürekli ihmal eden iki sergerdân, şehirdeki haksızlık, çirkinlik ve yanlışlıkları düzeltmeye gücünün yeteceğine inanan fukara iki köy çocuğu…1
Cümleyi ve sözü daha fazla uzatmamak için kısa kestiğim bu hayat ortaklığı etrafında yaşanan sayısız olay, hatıra ve anekdot gözümün önünden siyah beyaz bir Türk filmi şeridi gibi geçiyor. Hangi enstantaneyi, hangi hatırayı, hangi olayı yazacağımı bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, onu gecikmeden söylemeliyim: Ali abi bütün bunları ve hayatının her ânını şair olarak yaşadı ve hayatın merkezine hep şiiri koydu. Daha lise öğrencisi iken, üniversitede okurken, edebiyat öğretmenliği yaparken, katıksız bir Türkiye ve Türk Dünyası sevdalısı olarak mücadele verirken, bu uğurda oradan oraya sürülürken hep şairdi, şair kalmakta direndi.
Aile reisi olarak da şair bir eş ve şair bir babaydı. Öyle ki, Elif ’in doğduğu geceyi Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nun öğrenci yurdunda, biz üç beş gence Cahit Külebi’den şiirler, Sait Faik’ten, Bahattin Özkişi’den hikâyeler okuyarak geçirecek kadar şair… Kimsenin malında gözü gönlü yoktu ama şöyle bahçeli, müstakil güzel bir ev görünce;
1
1980 sonrasında, bu ortak dünyamıza Reşadiyeli üçüncü bir köy çocuğu dâhil oldu: Stajyer avukat Şükrü Karaca… Üçümüz de haksızlık, kötülük ve çirkinlik karşısında buğzetmede anlaşıyorduk ama bunun yeterli olmadığı durumlarda Ali abi ile ben daha çok dil ile mücadeleye önem verirken, o, el ile mücadeleyi tercih etti ve bu tercih onu erkenden siyaset meydanlarına savurdu. Yönü ve şiddeti sürekli değişen siyaset rüzgârlarının yıprattığı bedeni, çocukluğundan beri yakasını bırakmayan müzmin hastalığa yenilerek üç sene önce aramızdan ayrıldı. Mekânı cennet olsun…