Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
bir bakıp hayallerine devam etmiş:
Elimdeki para yüz bin dirhem olduğundaysa inşallah kralların ve vezirlerin kızlarına talip olurum. Vezirin en büyük kızını kendime eş olarak isterim çünkü duyduğuma göre mükemmel bir güzelliği olan yetenekli ve iyi kalpli bir kadınmış. Bin dirhem başlık parası veririm. Babası razı olursa ne âlâ… Olmazsa da kızı kaçırırım. Kızı evime yerleştirdiğimde on tane harem ağası alır, kendime de kralların ve sultanların giyeceği türden bir kaftan diktiririm. Dahası, mücevherlerle kaplı olan bir eyer satın alırım. Sonra beni korumaları için memluklerle anlaşırım. Halk beni selamlayıp hayır duaları okurken de şehri gezerim. Sonra vezire yani kızın babasına beyaz kölelerden oluşan bir ordu eşliğinde giderim. Beni görünce vezir ayağa kalkar, beni kendi yerine oturttuktan sonra kendisi benden daha alçakta bir yere oturur.
İçinde biner dinar para olan keseler taşıyan kölelere parayı vezire vermelerini söylerim. Bin dinar kızı için başlık parası, bin dinar da benden kendisine hediye olarak ki cömertliğimi, zenginliğimi, ruhumun yüceliğini ve dünya malının benim nazarımda ne kadar önemsiz olduğunu görsün. Onun bana söyleyeceği on söze karşılık iki kelime cevap veririm. Sonra evime dönerim. Gelin tarafından biri yanıma geldiğinde ona hediyeler ve para veririm. Olur da bana hediye getirirlerse reddeder ve iade ederim ki böyle bir şeye tenezzül etmeyecek kadar gururlu olduğumu anlasınlar. Böylece statümü ve konumumu belli etmiş olurum. Bunu yaptıktan sonra da düğün gecesini belirler, evimi gösterişli bir şekilde süslerim. Gelin geldiğinde ise en güzel kıyafetlerimi giyer, altınla süslenmiş yatağıma otururum. Dirseğimi bir yastıkla destekler, sağa ya da sola dönmeden direkt önüme bakarım. Ay yüzlü güzel karım, en güzel kıyafetleriyle karşımda durur. Bense azametimden ve soyluluğumdan dolayı o bana şunları söylemeden dönüp bakmam: ‘Ah efendim, ben sizin karınız, hizmetçinizim. Bana bir bakış lütfedin. Karşınızda durmaktan yoruldum.’ Sonra önümde yeri defalarca öper, ben de bunun üzerine gözlerimi kaldırır, şöyle bir bakar, sonra tekrar önüme dönerim. Daha sonra onu gelin odasına getirirler, ben bu kez daha da güzel bir kıyafet giyerim. Gelini ikinci kez getirdiklerindeyse bana defalarca yalvarmadan dönüp bakmaya tenezzül etmem. Bu kez de gözümün ucuyla şöyle bir bakar, kafamı yere eğerim. Düğün bitinceye dek böyle devam ederim.
Böyle böyle bir zaman sonra harem ağasına bana beş yüz dinar getirmesini emrederim, sonra parayı gelin alayına bahşiş olarak verir, beni gelin odasına götürmelerini emrederim. Beni onunla baş başa bıraktıklarında ne bir söz eder ne de dönüp yüzüne bakarım. Kendisini hor gördüğümü anlasın diye yanı başında duvara bakar dururum. Ne kadar büyük olduğumu anlamasını sağlarım. Sonra annesi yanıma gelip başımı, ellerimi öperek bana şöyle der: ‘Kızım sizin cariyenizdir, zavallı sizden iyilik bekler durur, kırık kalbini onarın!’
Bense ona cevap vermem, o da bunu görünce ayağa kalkar, ayaklarımı öpmeye başlar ve şöyle der: ‘Ah efendim, benim kızım gerçekten de çok güzeldir. Hiçbir erkeğin eli eline değmemiştir. Eğer siz onu umursamamaya devam eder, ondan yüz çevirirseniz kalbi çok kırılır. Onunla biraz ilgilenin ve onu rahatlatın.’ Sonra ayağa kalkar ve bir kadeh şarap getirip kızına şöyle der: ‘Al bunu ve efendine götür.’ Fakat ben onu öylece ayakta bekletirim. Dirseğimi altınla süslü bir yastığa dayar, öylece durur, geriye yaslanırım. Böylelikle o da benim ruhumun ne kadar asil olduğunu anlar ve benim bir sultan olduğumu düşünür.
Sonra bana şöyle der: ‘Ah efendim, Allah aşkına, kölenizin elinden bir kadeh şarap için! Gerçekten de ben sizin cariyenizim.’ Fakat ben onunla konuşmam. O da ısrar eder: ‘Bunu içmelisiniz.’ Ben de onu yumruklar ve tekmelerim.
Böyle böyle hayal kurarken bir anda kardeşim sahiden tekmesini savurmuş ve tepsiyi yere düşürmüş. İçindeki bütün eşyalar paramparça olunca kendi kendine:
İğrenç, zavallı ben… Bütün bunlar kibrimden dolayı başıma geldi! diyerek ağlayıp sızlanmış.
Sonra, yüce kumandanım, kendini hırpalamaya, üstündekileri parçalamaya ve dövünmeye başlamış.
Cuma namazı için toplanmış halk, zavallıyı görmüş. Bir kısmı ona acımış, bir kısmıysa hiç dikkate almamış. Elinde avucunda ne varsa kaybettiğinden hüngür hüngür ağlıyormuş. Sonra, misk kokuları sürünmüş güzel bir hanım yanına gelmiş. Kadın altından eyeri olan bir katır sürüyor ve birkaç muhafız eşliğinde yol alıyormuş. Kırık cam parçalarını ve kardeşimin ağladığını görünce yufka yürekli kadın ona acımış. Başına ne geldiğini sormuş. Kadına, kardeşimin hayatını kazanmak için cam eşya sattığını fakat eşyalarının kırıldığını söylemişler:
‘İşte başına gelenleri görüyorsunuz.’
Kadın muhafızlarından birini çağırmış ve ‘Elinizde ne varsa bu zavallı adama verin!’ demiş.
Adam da kardeşime içinde beş yüz dinar bulunan bir kese vermiş. Keseyi alan kardeşim, sevinçten bayılacak gibi olmuş ve kadına dualar etmiş. Sonra evine zengin bir adam olarak dönmüş. Kendi kendine sevinip dururken biri kapısını çalmış. Kapıyı açtığındaysa daha önce hiç görmediği yaşlı bir kadını görmüş.
‘Ah oğlum…’ demiş kadın. ‘Biliyorsun namaz vakti yaklaştı ve ben daha abdestimi almadım. Acaba rica etsem burada abdest alabilir miyim?’
Kardeşim, ‘Tabii, buyurun!..’ demiş.
Kadına kendisini takip etmesini söylemiş ve ona abdest alabilmesi için bir ibrik getirmiş. Sonra beline bağladığı kesede duran dinarları düşünerek sevinçle oturmuş.
İhtiyar abdestini alıp namazını kılmış ve kardeşime hayır duaları okumaya başlamış. O da kesesinden iki dinar çıkarmış ve kadına vererek şöyle demiş:
‘Bunlar benim gönlümden koptu.’
Kadın altını gördüğünde bağırmış:
‘Aman Allah’ım! Seni böylesine seven bir kadına sen ne yaptın? Paranı geri al, benim ihtiyacım yok. İstersen onu camların kırıldığında sana veren kişiye geri götür. Eğer onunla birlikte olmak istersen seni onunla tanıştırabilirim. Kendisi benim hanımım olur.’
‘Ah anneciğim!’ demiş kardeşim. ‘Onunla nasıl birlikte olabilirim ki?’
Kadın, ‘Ah oğlum, onun sana meyli var. Fakat kendisi zengin bir adamın karısı. Şimdi parayı al ve beni takip et. Ben de seni istediğine kavuşturayım. Yanına gittiğinde onu ikna etmeye ya da tatlı sözler söylemeye çalışma. Gözüne girebilmek için tüm parayı ona ver.’ demiş.
Kardeşim kadını takip etmiş, başına gelen harika şeylere inanmakta güçlük çekiyormuş. Kadın ara vermeden yürümeye devam etmiş; tabii kardeşim de kadını takip etmeye… Sonunda kocaman kapısı olan bir eve gelmişler. Kadın kapıyı çaldığında kendilerini Rum bir köle karşılamış. Yaşlı kadın kardeşimi kaliteli halılarla ve perdelerle döşenmiş büyük bir salona götürmüş. Kardeşim rahat bir koltuğa henüz oturmuş ki daha önce hiçbir gözün görmediği güzellikte genç bir kadın yanına gelmiş. Kadının üzerinde şaşaalı kıyafetler varmış. Kardeşim ayağa kalkınca kadın ona gülümsemiş ve:
‘Hoş geldin!’ deyip oturmasını işaret etmiş. Sonra kapıyı kapatmalarını emretmiş ve kardeşimin elinden tutup onu çeşitli mobilyalar ve altınlarla süslü bir odaya götürmüş. İkisi bir süre oturmuşlar ve kadın bir süre kardeşimle oynaşmışlar. Sonra kadın ayağa kalkıp:
‘Ben gelinceye kadar yerinden kalkma.’ demiş ve ortadan kaybolmuş.
Bu arada elinde kılıç tutan iri cüsseli zenci bir köle, kardeşimin yanına