Mansfield Park. Джейн Остин
güzelliğiyle övünme fırsatı yakalamıştı. Kardeşine uygun bir eş bulmak için gelmelerini bekleyememiş, gözüne baronetin büyük oğlu Tom Bertram’ı kestirmişti. Sonuçta yıllık yirmi bin paunt geliri olan, zarif ve başarılı bir genç kız olduğunu tahmin ettiği kız kardeşi, bir baronetin oğluna yakışırdı. Mrs. Grant sıcakkanlı, açık sözlü bir kadındı. Mary’nin eve gelişinin üzerinden daha birkaç saat bile geçmeden bu planını anlatmaya başlamıştı.
Mary böylesine saygın bir aileye yakın olmalarından dolayı mutluydu. Ablasının tez canlılığından da yaptığı seçimden de pek rahatsız olmuşa benzemiyordu. Sonuçta o da karşısına iyi bir kısmet çıkar çıkmaz evlenme kararındaydı. Mr. Bertram’ı daha önceden Londra’da görmüştü. Ne kendisi ne de cemiyetteki konumu itiraz edilecek türdendi. Ablasının sözlerini şakaya vurdu ama bir yandan da ciddi ciddi düşünmeye başlamıştı. Mrs. Grant’in Henry için de planları vardı.
“Ve şimdi…” diye devam etti sözlerine, “Her şeyin eksiksiz olması amacıyla bir şey düşündüm. İkinizin birden buraya yerleşmesinden büyük mutluluk duyarım. Bu yüzden Henry, sen de hoş, güzel, güler yüzlü, başarılı ve seni çok mutlu edebilecek bir kız olan küçük Miss Bertram’la evleneceksin.”
Henry reverans yaparak teşekkür etti.
Mary, “Sevgili ablacığım…” dedi, “Eğer Henry’yi böyle bir şeye ikna edebilirseniz, böylesine akıllı bir akraba bulmuş olmak, yaşadığım mutluluğu daha da arttıracak. Keşke evlendirecek yarım düzine kızınız olsaydı diye düşüneceğim. Henry’yi evlenmeye razı edebilmek için bir Fransız kadınının ikna kabiliyetine sahip olmanız gerekir. Çünkü İngiliz kadınları tüm maharetlerini sergilemelerine rağmen bir şey elde edemediler. Henry için ölüp biten üç yakın arkadaşım vardı. Bu kızların pek de akıllı kadınlar olan anneleri, yengem ve bizzat ben ne diller döktük, ne numaralar çevirdik bilemezsiniz! Henry görüp görebileceğiniz en çapkın erkeklerden biri. Eğer şu Miss Bertram kardeşler kalplerinin kırılmasını istemiyorsa Henry’den uzak durmalı.”
“Sevgili kardeşim, böyle biri olduğuna hayatta inanmam!”
“İyi kalpli biri olduğunuza eminim. Mary’den daha kibar olduğunuz da kesin. Gençliğin, deneyimsizliğin neden olduğu kararsızlıkları hoş göreceğinize eminim. Ben temkinli bir insanımdır. Aceleye getirip mutluluğumu riske atamam. Evlilik kurumuna benim kadar değer veren erkek azdır. Bence güzel bir eş, şairin dediği gibi cennetin son ve en güzel armağanıdır.”
“Son sözcüğünü nasıl vurguladığını görüyorsunuz Mrs. Grant! Hele şu gülümsemeye bakın! İnanın bana, korkunç bir adamdır! Amiral yüzünden böyle bozuldu o!..”
Mrs. Grant, “Gençlerin evlilik hakkında söylediklerine kulak asmam.” dedi, “Evlenmek istemediklerini söylüyorlarsa bunun tek nedeni henüz doğru kişiyle karşılaşmamış olmalarıdır.”
Dr. Grant gülerek, Mrs. Grant’i evliliğe bakışından dolayı kutladı.
“Evet! Utanacak değilim. Bence herkes doğru insanı bulur bulmaz evlenmeli. Gözü kapalı gitsinler demiyorum ancak uygun birisi çıkarsa vakit kaybetmeden evlensinler.”
5
Bu iki evdeki gençler birbirlerinden ilk bakışta hoşlanmış, iki taraf da birbirini çekici bulmuştu. Bu tanışıklık kısa sürede -elbette görgü ve terbiye kuralları çerçevesinde- bir samimiyete dönüştü. Bertram kardeşler, Miss Crawford’ın güzelliğini kıskanmamıştı. İkisi de güzel bir kızı kıskanmayacak kadar güzeldi. Hatta Miss Crawford’ın koyu kahverengi gözlerini, parlak esmer tenini, düzgün fiziğini onlar da en az ağabeyleri kadar beğenmişti. Gerçi Miss Crawford daha uzun boylu, düzgün vücutlu ve sarışın olsaydı işler değişebilirdi. Ancak şu hâliyle güzellikleri kıyas bile kabul etmezdi. Miss Crawford için ancak tatlı, sevimli bir kız denebilirdi. O civarın en güzel kızları hâlâ kendileriydi.
Ağabeyi de pek yakışıklı sayılmazdı. İlk gördüklerinde gayet çirkin, sıradan bulmuşlardı. Yine de tatlı dilli, beyefendi birisiydi. İkinci görüşmelerinde o kadar da sıradan olmadığı ortaya çıkmaya başladı. Çirkindi, buna şüphe yoktu ama bakışları can yakıyordu. Dişleri de çok güzel görünüyordu ve çirkinliğini unutturacak kadar düzgün yapılıydı. Üçüncü görüşmelerinin ardından, yani papaz evinde birlikte yedikleri akşam yemeğinin sonrasında artık çirkin olduğunu düşünen kalmamıştı. Tam aksine, kızların şimdiye dek tanıdığı en hoş delikanlıydı. İkisi de ondan epey etkilenmişti. Miss Bertram’ın nişanlı oluşu nedeniyle doğal olarak Mr. Crawford, Julia’ya kalıyordu. Julia da bu durumun farkındaydı. Mr. Crawford’ın gelişinin üzerinden bir hafta geçmeden Julia âşık olmaya hazır vaziyetteydi.
Maria’nın kafası karışıktı. Doğrusu kafasının neden karışık olduğunu anlamaya çalışma gayreti içinde değildi. Mr. Crawford’ı hoş bulmuşsa bulmuştu, ne çıkardı ki bundan? Herkes onun nişanlı olduğunu biliyordu. Davranışlarına çekidüzen vermesi gereken biri varsa o da Mr. Crawford’dı. Mr. Crawford’ın herhangi biri için kendini tehlikeye atmak gibi bir niyeti yoktu! Bertram kardeşler ilgilenilmeyecek gibi değildi. Kendisinin göstereceği ilgiyi de seve seve kabul edecek gibilerdi. Böylece kendisinden hoşlanmalarını sağlamak için harekete geçti. Kızların, kendisinin aşkıyla ölmelerini istemiyordu ancak daha mantıklı davranması gerektiği hâlde bu gibi konularda kontrolü yitirdiği olurdu.
Akşam yemeğinin ardından kızlara arabalarına kadar eşlik eden Henry eve dönünce, “Bu kızları sevmeye başladım ablacığım.” dedi, “İkisi de çok zarif ve hoş.”
“Gerçekten de öyleler. Böyle düşünmene sevindim. Ancak eminim Julia’dan daha fazla hoşlanmışsındır.”
“Tabii! Julia’dan daha fazla hoşlandım.”
“Emin misin? Yani genelde Miss Bertram’ı daha güzel bulurlar da…”
“Bence de öyle. Her açıdan daha üstün, ancak ben Julia’yı beğendim. Miss Bertram daha güzel, daha hoş olmasına rağmen ben Julia’dan hoşlanacağım. Emir büyük yerden geldi!”
“Ben sana bir şey demiyorum Henry, ama er geç Julia’dan daha fazla hoşlanacağını biliyorum.”
“Ben baştan söyledim ya!”
“Dahası, Miss Bertram nişanlı. Bunu sakın aklından çıkarma sevgili kardeşim. O seçimini çoktan yaptı.”
“Evet, zaten bu yüzden sevdim onu. Nişanlı bir kız her zaman için bekâr bir kızdan daha hoştur. Çünkü hâlinden memnundur. Kaygılanmasına gerek kalmamıştır. Kimsenin dikkatini çekmeden gönül eğlendirebilir. Karşındaki kız nişanlıysa başın belaya girmez.”
“Bu arada Mr. Rushworth de gayet iyi bir delikanlıdır. Birbirlerine de pek yakışıyorlar.”
“Ancak Miss Bertram onu pek umursamıyor sanki, yakın dostunuz hakkındaki düşünceniz bu, değil mi? Ancak ben hemfikir değilim. Bence Miss Bertram, Mr. Rushworth’e çok bağlı. Adını duyduğu an gözleri parlıyor. Zaten Miss Bertram gibi iyi birinin âşık olmadan evleneceğine ihtimal veremem.”
“Mary, bu çocukla nasıl başa çıkacağız?”
“Kendi hâline bırak! Konuşmak bir işe yaramıyor. Er geç onu da birisi kafesleyecektir nasılsa.”
“Ancak ben onun kafeslenmesini istemem. Doğru dürüst ve onurlu bir evlilik gerçekleştirmeli.”
“Canım benim! Kaderine razı olsun o da… Kim olursan ol fark etmez. Herkes er geç kafeslenecektir.”
“Evlilikte böyle değildir sevgili Mary.”
“Özellikle