Jo'nun Oğulları. Луиза Мэй Олкотт
samimi bir şekilde sordukları sorulara cevap vermeye çalıştı ve albümlerini imzalayıp her ziyaretçiye birer hatıra verdikten ve hepsini teker teker öptükten sonra en nihayetinde oradan ayrılabildiler. Artık sırada “Longfeller, Holmes ve geri kalanlara” ziyaretleri vardı. Oysa hiçbiri evde değildi, en azından tüm içtenliğiyle böyle ümit ediyordu Jo.
“Seni hain seni, kaçabilmem için neden bana şans vermedin? Ah, ah aman Tanrı’m, bir de o uydurduğun yalanlar! Ümit ederim ki bu doğrultudaki bütün günahlarımız affedilir. Ama hileyle bu insanlardan kurtulamazsak bize gerçekten ne olur bilemiyorum. Bir kişiye karşı onca insanın olması hiç de adil değil.” Ve çocuklarının yaşamak zorunda olduğu bu deneyimlere homurdanarak Bayan Jo, önlüğünü koridordaki dolaba astı.
Teddy, tam okula gitmek üzere oradan ayrılırken merdivenlerden dönüp geriye baktığında “Caddeden bir sürü insan geliyor! Hazır ortalık sütlimanken sen saklanmana bak! Ben onların yolunu keserim!” diye haykırdı.
Bayan Jo hemen yukarı fırladı ve kapısını kilitledikten sonra çimlerin üzerine yayılmış kız okulundan gelen birçok genç hanımı sakin bir şekilde inceledi. Evin içine girmekten mahrum edilmiş bu kızlar çiçekler toplayarak kendi kendilerine eğlenmelerine baktılar, saçlarını yaptılar, öğle yemeklerini yediler ve oradan ayrılmadan önce bulundukları yer ve sahipleri hakkında özgürce fikirlerini beyan ettiler.
Bu olayı takip eden birkaç saatlik sessizlikten sonra o uzun öğleden sonrasında sıkı bir çalışmayı hedefleyerek tam işe koyulmak üzereydi ki Rob eve geldi. Hristiyan Genç Erkekler Sendikasının üniversiteyi ziyaret edeceğini ve aralarında Jo’nun da tanıdığı iki üç kişi, okula gitmeden önce ona saygılarını göstermek amacıyla onların evine uğramak istediklerini anlattı.
“Yağmur yağacak, o yüzden zannedersem gelemeyebilirler ama eğer gelirlerse hazır beklemek isteyebileceğini düşündü babam. Biliyorsun, bu erkek çocuklara hep zaman ayırabiliyorsun ama zavallı kızlara gelince sen her zaman kalbini onlara kapatıyorsun.” dedi Rob, sabahki ziyarette olanları Rob’ın erkek kardeşi ona anlatmıştı.
“Oğlanlar hayranlıklarını abartılı bir şekilde göstermiyorlar, o yüzden tahammül edebiliyorum. En son bir grup genç kızın içeri girmelerine izin verdiğimde bir tanesi kollarıma atılarak ‘Hayatım, sev beni!’ diye bağırdı. Onu tüm gücümle sarsmak istemiştim.” diye cevap verdi Bayan Jo, kalemini tüm gücüyle silerek.
“Erkeklerin böyle bir şey demelerine izin vermeyeceğini ümit ediyorum. Ama senden imza isteyeceklerine eminim, bu nedenle birkaç düzine hazırlamanda yarar var.” dedi Rob, yirmi dört tabakalık kâğıt destesini çıkararak. Oldukça misafirperver bir gençti ve annesine hayran olanların duygularını çok iyi anlayabiliyordu.
“Yine de kızları cebinden çıkaramazlar. Öyle sanıyorum ki X üniversitesine gittiğimde, gün boyu en az üç yüz tane imza vermişimdir. Sonra da oradan ayrıldıktan sonra, masama bir yığın kartvizit ile albüm bırakmıştım. Bu dünyada başıma dert olabilecek en saçma sapan ve yorucu çılgınlıklardan biri bence.”
Bütün bu sızlanmalarına rağmen Bayan Jo yine de bir düzine imzasını bıraktı, siyah elbisesini giydi ve pek yakında yapacağı telefon görüşmesini beklemeye başladı ama bir taraftan kendi işine geri dönerken yağmurun yağması için dua etmeyi de ihmal etmedi.
Beklediği sağanak yağış sonunda bastırdı ve artık kendini güvende hissederek saçlarını topladı, bilekliklerini çıkardı ve kitabının bir bölümünü bitirmek için acele etti çünkü her gün, en az otuz sayfa yazmayı görev edinmişti; karanlık basmadan bu görevini tamamlamayı seviyordu. Josie vazolara koymak için çiçek almıştı ve tam son şeklini vermek üzereydi ki dışarıdaki yamaçtan aşağı doğru, birkaç şemsiyenin hareket ederek onların evine doğru geldiğini gördü.
“Geliyorlar teyzeciğim! Onları karşılamak için amcamın, arazinin içinden koşuşturduğunu görebiliyorum.” diye seslendi merdivenlerin başından.
“Gözünü üzerlerinden ayırma ve bizim caddeye geldiklerinde bana haber ver. Her yeri düzenleyip aşağı gelmem bir dakikamı alır.” diye cevap verdi Bayan Jo, bir yandan can havliyle not alıyordu, ne de olsa kitabı hiçbir insan için bekletmeye gelmez hatta toplu hâlde Hristiyan Sendikası gelse bile.
“İki üç kişiden daha fazlalar. En az yarım düzine insan görüyorum.” diye seslendi koridor kapısından kız kardeşi Ann. “Hayır! Bir düzine insan geliyor sanırım, teyzeciğim, dışarıya bir bak, sanki hepsi birden geliyor gibi! Ne yapacağız şimdi?” Ve Josie hızla yaklaşmakta olan o simsiyah şemsiyelilerin yaratacağı izdiham ile yüz yüze geleceğini düşünerek iyice ümitsizliğe kapıldı.
“Tanrı’m, merhamet et bana. En az yüzlerce kişi var! Koşup arka girişe bir leğen koy. Şemsiyelerindeki yağmur suları oraya aksın. Bir de koridordan geçip oraya bırakmalarını söyle, ayrıca şapkalarını masanın üzerine istif etsinler çünkü ağaç hepsini taşıyamaz. Artık paspas koymanın bir anlamı kalmadı. Ah zavallı halılarım!” Ve Bayan Jo bu istilaya hazırlık yapmak için aşağı kata indi, o sırada Josie ve hizmetkârlar onca çamurlu çizmelerin eve gireceği düşüncesiyle perişan hâlde sağa sola koşuşturuyordu.
Uzun bir şemsiye kuyruğu oluşturarak hepsi teker teker geldi, şemsiyelerinin altında yüzleri kızarmış, pantolon paçaları sırılsıklam olmuştu. Belli ki bu beyefendiler, yağmurdan pek etkilenmeyerek kasabada çok hoş vakit geçiriyorlardı. Profesör Bhaer, hepsini kapıda karşıladı ve hoş geldiniz konuşmasını yaptığı sırada Bayan Jo kapıda belirdi ve çamurlu hâllerine üzülerek hepsini içeri davet etmek için başıyla işaret etti. Hoş geldiniz nutkunu çekmekte olan ev sahibini yağmurda şemsiyesiz bırakarak, bu genç adamlar aceleci davranarak neşeyle, samimiyetle ve hevesle basamakları çıktılar. İçeri girerken bir yandan şapkalarını çıkarıyor, bir yandan da şemsiyeleriyle mücadele veriyorlardı. Verilen talimata uyarak, hemen içeri doğru ilerleyip ellerindekileri bir kenara bırakıyorlardı.
Rap, rap, rap tam tamına yetmiş beş çift postal koridor boyunca ilerledi. Yetmiş beş adet şemsiye de misafirperver leğende kaynaşmaları için bırakıldı. Sonra da bu şemsiyelerin sahipleri, evin alt katının her tarafında cirit atmaya başladı, ev sahibesi de yetmiş beş defa bu candan insanlarla hiç söylenmeden tokalaştı, kimisinin eli ıslaktı, kimisinin ise ılıktı ama neredeyse hepsinin o günkü gezintileri hakkında anlatacak bir hatırası vardı tokalaşırken. Tez canlı bir adam iltifatlarda bulunurken ufak bir kaplumbağa gösterdi, bir diğerinin ise ünlü yerlerden arakladığı bir yığın çubuğu vardı ama yine de hepsi Plumfield’a ait bir hatırat için âdeta yalvardı. Gizemli bir şekilde masada bir yığın kartvizit beliriverdi, üzerine de imza alabilmek için ricada bulunan bir not iliştirilmişti ve o sabah ettiği yemine rağmen Bayan Jo, her birini teker teker imzaladı. O sırada kocası ve oğulları da ev sahipliği görevini üstlenmişti.
Josie, evin arka tarafında bulunan oturma odasına bir ara sıvıştı ama evi araştırmaya çıkan bazı gençler tarafından fark edildi ve bir tanesi ciddi şekilde onurunu kırarak aslında son derece masumane bir şekilde, onun Bayan Bhaer olup olmadığını sordu. Doğrusunu isterseniz misafirlikleri pek de uzun sürmedi. Hatta günün başına göre sonu, daha iyi geçti diyebiliriz çünkü yağmur durmuştu ve hepsinin üzerinde çok güzel bir gökkuşağı parlamaya başlamıştı. Bu iyi niyetli insanlar çimlerin üzerinde durup veda ederken tatlı tatlı şarkı söylemeye başladılar. Umut vadeden gökkuşağı, gençlerin kafaları üzerinde kavis çizmişti. Sanki cennet onların bütünleşmesine gülümsüyordu ve çamurlu toprak ile yağmurlu gökyüzünün arkasında her zaman güneşin doğuşuyla herkesin kutsandığını göstermek istercesineydi. İşte, bu iyiye alamet değil de neydi?
Teşekkürlerini bildirmek için üç kez