Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой

Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой


Скачать книгу
geniş alnının tam ortasına düşmüştü. Beyaz ve dolgun boynu, üniformanın siyah yakasından keskin bir çizgiyle ayrılıyordu. Buram buram kolonya kokuyordu. Genç gösteren dolgun ve çıkık çeneli yüzüne hükümdarlara özgü güleç ve haşmetli bir incelik vardı.

      Napolyon, her adımda titreyerek başını hafifçe geriye atarak ilerledi. Geniş, kalın omuzları, elinde olmayarak ileri verdiği karnı ve göğsüyle biraz şişmanlamış olan kısa vücudunun bütününde kırkına yaklaşan insanların gösterişli, heybetli hâli vardı. Ayrıca o gün, keyfinin yerinde olduğu da görülüyordu.

      Balaşef’in saygı dolu uzun selamına bir baş hareketiyle karşılık verdi ve ona yaklaşarak zamanın her dakikasına değer veren, söyleyeceği sözü önceden hazırlamaya lüzum görmeyen, her zaman iyi, gerekeni söyleyeceğinden emin bir adam gibi hemen söze başladı.

      “Günaydın General! İmparator Aleksandr’dan getirdiğiniz mektubu aldım ve sizi gördüğüme sevindim.”

      İri gözlerini Balaşef’e dikti ve hemen bir başka yere çevirdi.

      Balaşef’in bir kişi olarak onu hiç ilgilendirmediği besbelliydi. Sadece ruhunda olup bitenlere alaka duyduğu anlaşılıyordu. Dışında olan hiçbir şeyin önemi yoktu çünkü bütün dünya sadece onun iradesine bağlıydı.

      “Savaşı istemiyorum ve hiçbir zaman istemedim…” dedi. “Ama zorladılar beni. Şimdi de…” Bu sözü üzerine basa basa söylüyordu. “Bana yapacağınız bütün açıklamaları dinlemeye hazırım.”

      Sonra, Rus Hükûmeti’nden duyduğu hoşnutsuzluğun nedenlerini açıkça ve kısaca açıkladı.

      Konuşmasındaki sakin, ılımlı ve dostane hava; Napolyon’un barış istediği ve görüşmeler yapma niyetinde olduğu inancına kesin bir şekilde varmasına yol açtı Balaşef’in.

      Napolyon sözünü bitirip bir şey sorar gibi yüzüne baktığı anda Balaşef, çoktandır hazırladığı konuşmasına:

      “Sire! l’Empereur, mon maître…” diye başladı.

      Üzerine dikilmiş olan gözler Balaşef’i heyecanlandırmıştı. Onun üniformasını ve kılıcını belli belirsiz bir gülümsemeyle inceleyen Napolyon, “Heyecanlandınız, toparlayın kendinizi.” der gibiydi. Kendisini toparlayıp konuşmaya başladı Balaşef. İmparator Aleksandr’ın, Kuragin’in pasaportları istemesini savaş için yeterli bir neden olarak görmediğini ve Kuragin’in, Hükümdar’ın rızası olmadan kendi başına bu davranışta bulunduğunu, İmparator Aleksandr’ın savaş istemediğini ve İngilizlerle hiçbir ilişki kurulmamış olduğunu söyledi.

      “Henüz kurulmadı…” dedi Napolyon.

      Ve duygularına kapılmaktan korkuyormuş gibi kaşlarını çatarak devam edebileceğini belirtmek için Balaşef’e hafif bir baş işareti yaptı.

      Söylemekle görevlendirildiği her şeyi açıkladıktan sonra, İmparator Aleksandr’ın barış istediğini ama görüşmelere ancak… Burada ansızın duraksadı. İmparator’un mektubunda yer vermediği ama Saltikof’a emirnamesinde mutlaka bulunması gerektiğini istediği ve Napolyon’a aktarması için de kendine emir verdiği sözleri hatırladı. Hatırlıyordu bu sözleri: “Rus topraklarında silahlı tek bir düşman kalmayıncaya dek…” Ama karmaşık bir duygu bunları söylemekten alıkoydu Balaşef’i. İstediği hâlde söyleyemedi bunları. Duraksadı ve “Fransız birlikleri Niemen’in gerisine çekilmesi şartıyla başlayacak.” dedi.

      Balaşef’in, son sözleri söylerken duraksadığını fark etmişti Napolyon. Yüzü bozuldu, sol baldırını düzenli titremeler aldı. Olduğu yerde durarak başlangıçtakinden daha yüksek ve aceleci bir sesle konuşmaya başladı. Bütün bu konuşma boyunca gözlerini birkaç kere yere indiren Balaşef, Napolyon’un sesini yükselttikçe artan ve sol baldırını kaplayan titremeyi, elinde olmadan izledi.

      “Ben, İmparator Aleksandr’dan daha az barış istiyor değilim…” diye başladı. “Barışı elde etmek için on sekiz aydır her şeyi yapan ben değil miyim? On sekiz aydır açıklama bekliyorum. Ama görüşmelere başlamak için benden ne isteniyor?” diye ekledi kaşlarını çatarak ve beyaz, tombul, ufacık eliyle soru sorar gibi enerjik bir hareket yaparak. “Birliklerin Niemen’in gerisine çekilmesi, sire…” dedi Balaşef.

      “Niemen’in gerisine mi?” diye tekrarladı Napolyon. “Şimdi Niemen’in gerisine mi çekilmemi istiyorsunuz? Yalnızca Niemen’in mi?..” Bunu derken Balaşef’in gözlerinin içine bakıyordu.

      Balaşef, saygıyla başını önüne eğdi.

      Dört ay önce Pomeranya’nın boşaltılması istenmişti Napolyon’dan ve onun yerine şimdi Niemen’in gerisine çekilmesi isteniyordu yalnızca. Napolyon hızla döndü ve odayı arşınlamaya koyuldu.

      “Görüşmelere başlamak için Niemen’in gerisine çekilmemin istendiğini söylüyorsunuz ama iki ay önce de aynı şekilde, Oder ve Vistül’ün gerisine çekilmem istenmişti ve buna rağmen görüşmelere başlamayı kabul ediyorsunuz.”

      Bir şey söylemeden odanın bir ucundan öteki ucuna yürüdü ve Balaşef’in önünde yeniden durdu. Yüzü, sert bir ifade içinde taş kesilmiş gibiydi ve sol baldırı daha da fazla titriyordu. Napolyon bu özelliğini biliyordu. Daha sonra “La vibration de mon mollet gauche est un grand signe chez moi”20 demişti.

      “Oder’i ya da Vistül’ü boşaltmak gibi teklifler, Bade Prensi’ne yapılabilir…” dedi âdeta bağırarak ve buna kendisi de şaşırarak. “Bana Petersburg ve Moskova’yı verseniz de bu şartları kabul etmem. Savaşı benim çıkarttığımı söylüyorsunuz. Peki, ordusunun yanına ilk giden kim? İmparator Aleksandr, ben değil. Milyonlar harcamamdan, İngiltere ile ittifak kurmanızdan sonra durumunuz kötüyken görüşme teklifi yapıyorsunuz bana, öyle mi? İngiltere ile ittifakınızın amacı nedir? Ne sağladı size?” diyordu soluk almadan.

      Barışın yararlarını övmek ve imkânlarını araştırmak için değil de yalnızca haklı ve güçlü olduğunu, Aleksandr’ın hatalarını ve haksızlıklarını göstermek için konuştuğu belliydi.

      Konuşmaya başlarken durumunun üstünlüğünü belirtmek ama yine de görüşmelerin başlamasını kabul ettiğini açıklamak amacını güttüğü açıktı. Ama konuştukça söyledikleri, kontrolden daha çok çıkmaya başlamıştı.

      Konuşmasının şimdiki amacı ise kendisini yüceltmek ve Aleksandr’ı küçük düşürmekti, yani konuşmaya başlarken yapmak istediği şeyin tam tersiydi şüphesiz.

      “Türklerle barış yaptığınız söyleniyor, öyle mi?”

      Balaşef, “evet” der gibi başını eğdi:

      “Barış yapıldı…” diye başladı.

      Ama Napolyon sözünü kesti. Yalnızca kendi sözlerini dinlemek ihtiyacını duyduğu belliydi. Şımarmış insanların kontrolsüz belagati ve heyecanıyla devam etti:

      “Evet biliyorum; Moldavya’yı, Valaşi’yi almadan Türklerle barış yaptınız. Oysa ben Finlandiya’yı verdiğim gibi bu bölgeleri de İmparator’unuza verebilirdim. Evet, Moldavya ve Valaşi’yi İmparator Aleksandr’a vermek konusunda sözüm vardı ve verebilirdim ama şimdi bu güzel bölgeleri elde edemeyecek. Oysa imparatorluğuna katabilirdi onları ve tek bir saltanat altında Rus sınırlarını, Botni Körfezi’nden Tuna ağzına kadar genişletebilirdi. Büyük Katerina daha fazlasını yapamazdı…” diye devam etti Napolyon.

      Gittikçe kızışarak odada dolaşıyor ve Tilsit’te, Aleksandr’a söylediklerini kelimesi kelimesine tekrarlıyordu Balaşef’e.

      “Tout


Скачать книгу

<p>20</p>

“Sol baldırımın titremesi, bende büyük bir alamete işarettir.”