Kipling’den Sevilen Çocuk Hikâyeleri. Редьярд Джозеф Киплинг

Kipling’den Sevilen Çocuk Hikâyeleri - Редьярд Джозеф Киплинг


Скачать книгу
kırk derece batı boylamı boyunca yüzerseniz efendim (Çünkü bu bir büyüdür.), denizin ortasında bir kayık göreceksiniz. Bu kayıkta; üzeri çıplak, ama altında mavi bir pantolonu ve pantolon askısı olan (Bu pantolon askılarını aklında tut cimcimem.) ayrıca bir tane de bıçağı bulunan kazazede bir Denizci var. Ama bilmelisiniz ki bu Denizci, sonsuz bilgi ve beceri sahibidir!”

      Bunun üzerine Balina var gücüyle elli derece kuzey enlemi ve kırk derece batı boylamı boyunca yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş… Sonunda kayıkta oturan, ayaklarını suya sokan (Eğer annesi izin vermeseydi ayaklarını suya sokmazdı, çünkü o sonsuz bilgi ve beceri sahibi bir denizciydi.), mavi pantolonlu ve pantolon askılı (Bu askıları aklında gerçekten tutmalısın kuzucuğum!), bir de bıçağı olan kazazede Denizci’yi görmüş.

      Tabii Balina hemen açmış ağzını; açmış, açmış, açmış -öyle ki neredeyse üst çenesi kuyruğuna değecekmiş- ve kazazede Denizci'yi yutuvermiş. Onunla birlikte kayığını, mavi pantolonunu, pantolon askısını (Hani şu unutmaman gereken askılar!) ve bıçağını da bir lokmada atmış ağzına; ıslak ve karanlık midesine indirmiş, dudaklarını bir güzel şapırdatmış, sonra da kuyruğunun üzerinde üç kere dönerek dans etmiş.

      Amma velakin Denizci, sahip olduğu sonsuz bilgi ve beceriyle Balina’nın ıslak ve karanlık midesinde başlamış tepinmeye; hoplamış, zıplamış, oradan oraya atlamış, ağlamış, zırlamış, en son olarak da denizci horonu tepmiş ve sonunda Balina’nın midesi bulanmaya başlamış (Bu arada, pantolon askılarını unutmadın değil mi?).

      Cingöz Balık’a “Midem bu adamı öğütemedi herhâlde, baksana hıçkırık tuttu beni. Ne yapacağım ben şimdi?” demiş Balina.

      “Ona çıkmasını söyleyiniz efendim.” demiş Cingöz Balık.

      Böylece Balina kendi boğazından içeriye doğru, kazazede Denizci’ye seslenmiş: “Hey sen! Rahat dur artık ve çabuk dışarıya çık. Senin yüzünden hıçkırık tuttu yahu!” demiş.

      “Ha ha ha!” demiş Denizci. “O kadar kolay değil. Şimdi beni İngiltere’deki doğduğum, beyaz kayalıklı sahile götür bakalım, sonra bir şeyler düşünürüz.” Ondan sonra da eskisinden daha fazla tepinmeye başlamış.

      “İyisi mi siz onu evine götürün efendim.” demiş Cingöz Balık, Balina’ya. “Onun sonsuz bilgi ve beceri sahibi olduğu konusunda sizi, daha çok uyarmalıydım.”

      Balina başlamış yüzmeye; iki yüzgeci ve kuyruğuyla yüzmüş yüzmüş yüzmüş… Tabii bu arada da durmadan hıçkırıyormuş! Sonunda Denizci’nin doğduğu beyaz kayalıklı sahile varmış ve karnına kadar sudan dışarı çıkmış. Ağzını kocaman açarak seslenmiş Denizci’ye: “Doğduğu beyaz kayalıklı sahile giden yolcu için son durak!”

      Daha Balina’nın ağzından “son” lafı çıkarken Denizci fırlamış yerinden. Ama sonsuz bilgi ve beceri sahibi olduğu için, Balina yüzerken çakısıyla oturduğu kayığı yontarak birbirine çapraz uzanan tahtalardan kare biçiminde bir parmaklık yapmış ve pantolon askılarıyla iyice sağlamlaştırmış bu kafesi (Artık askıları neden unutmaman gerektiğini biliyorsun kuzum değil mi?). Dışarı çıkarken de peşinden Balina’nın boğazına kadar sürüklemiş ve tabii parmaklık Balina’nın boğazına takılmış. Denizci o sırada şu sözleri mırıldanmış:

      Bu parmaklıkla

      Tıkadım boğazını koca balıklara!

      Bu Denizci hepsinden daha kurnazmış. Çakıllı sahilden seke seke geçmiş, ayaklarını suya sokmasına izin veren annesinin yanına gitmiş; evlenmiş ve hayatının sonuna kadar mutlu mesut yaşamış; tabii Balina da. Ama o günden sonra boğazında takılıp kalan, ne tükürebildiği ne de yutabildiği parmaklık yüzünden çok küçük balıklar dışında hiçbir şey yiyemez olmuş. O nedenledir ki, Balina’lar, insanları, küçük kız ve erkek çocuklarını yemezler canımın içi.

      Küçük Cingöz Balık ise kaçmış ve çok uzaklarda, denizin dibinde çamurların içine saklanmış. Balina ona kızacak diye ödü patlıyormuş.

      Denizci, çakısını eve götürmüş. Sahilde yürürken üzerinde mavi pantolonu varmış; ama bildiğin gibi pantolon askısı yokmuş artık. Bu hikâye de böylece bitmiş.

KAMARANIN PENCERELERİ KARANLIK VE YEŞİL İKEN

      Dışarıdaki deniz yüzünden

      Gemi düdüğü vooop diye öttüğünde (Bir yandan da sallanırken)

      Kamarot çorba kazanına düştüğünde,

      Bavullar yuvarlanmaya başladığında,

      Bakıcın yere boylu boyunca uzandığında,

      Annen sana susmanı söyleyip uyuduğunda,

      Uyandırılmadığında,

      Seni yıkamadıklarında ya da giydirmediklerinde,

      Neden olduğunu (ki hâlâ anlamadıysan)

      O zaman anlayacaksın.

      Sen “elli derece kuzeyde ve kırk derece batıdasın!”

      DEVE’NİN HÖRGÜCÜ NASIL OLUŞTU?

      Şimdi sırada ikinci hikâyemiz var ve bu hikâye, Deve’nin hörgücünün nasıl oluştuğunu anlatıyor kuzum.

      Çok eski zamanlarda, dünya daha yeni oluşmuşken ve hayvanlar insanoğlu için yeni çalışmaya başlamışken Uğultulu Çöl’de yaşayan bir Deve varmış. Bu Deve, çalışmayı hiç sevmiyormuş ve o da tıpkı çöl gibi sürekli uğulduyormuş. Aylak aylak dolaşıp kuru otları, dikenleri, bitkileri ve kaktüsleri yiyormuş. Biri yanına gelip konuşmaya çalıştığında da “Of!” diyormuş. Sadece ofluyormuş.

      Bir pazartesi sabahı At kardeş, ağzında gemi, sırtında da eyeriyle Deve’nin yanına gelmiş ve “Hey Deve kardeş, hadi sen de gel bizim gibi çalış ve şaha kalk.” demiş.

      Deve bunun üzerine “Of!” demiş, At kardeş de olan biteni gitmiş Âdem Baba’ya anlatmış.

      Ardından Köpek kardeş ağzında bir tahta çubukla gelmiş Deve’nin yanına ve “Hey Deve kardeş, gel de bizim gibi sen de atılanları yakala ve getir.” demiş.

      Deve yine “Of!” demiş, Köpek kardeş de olan biteni gidip Âdem Baba’ya anlatmış.

      Bu sefer boynunda boyunduruk olan Öküz kardeş gelmiş ve “Hey Deve kardeş sen de bizim gibi tarlayı sürsene.” demiş.

      Tabii Deve her zamanki gibi “Of!” demiş, Öküz kardeş de diğerleri gibi olan biteni Âdem Baba’ya anlatmış.

      Derken akşam olmuş ve Âdem Baba; At kardeşi, Köpek kardeşi ve Öküz kardeşi yanına çağırmış. “Dostlarım sizin adınıza çok üzgünüm. Dünya yeni kurulmuş olmasına ve yapılacak onca iş olmasına rağmen çölde yaşayan şu “Of ’lu Deve” çalışamıyor, çalışabilse herhâlde burada olurdu. Kısacası onu kendi hâline bırakacağım; ama siz, onun yapmadığı işleri de yaparak iki kat daha fazla çalışacaksınız.” demiş.

      Bu haber üç arkadaşı da çok kızdırmış. Çölün kuytu bir köşesinde oturup kendi aralarında konuşmaya başlamışlar; tartışmışlar, oylama yapmışlar; ama bir sonuca varamamışlar. Bu sırada Deve ağzında kuru bir otla geviş getirerek yanlarından sallana sallana geçmiş ve kıs kıs gülmüş onlara. Bir de üstüne oflamış ve oradan uzaklaşmış.

      O zamanlar yeni kurulmuş


Скачать книгу