Mister Pickwick'in Maceraları I. Cilt. Чарльз Диккенс
mekânı rahatlıkla incelemeye başladım.”
“Gün içinde kapatılan eski bir karyolada yatıyordu. Rüzgârı kesmek için yatağın başına sarılan ekoseli bir perdeden geriye kalan paçavralar sarkıyordu ama rüzgâr yine de bir yolunu bulup kapıdaki deliklerden mütemadiyen odanın içine girip çıkıyordu. Paslı, tamir edilmemiş ızgaradaki ateş kor hâlinde yanıyordu; onun önünde üzerinde birkaç ilaç şişesi, kırık bir bardak ve birkaç başka eşyanın da olduğu üç köşeli, eski ve lekeli bir masa vardı. Ufak bir çocuk yerde kendisi için yapılmış geçici yatakta uyuyordu. Kadın da yatağın yanındaki sandalyede oturuyordu. Üzerinde birkaç tabak, fincan ve fincan altlığının olduğu birkaç raf vardı ve altında da bir çift sahne ayakkabısıyla birkaç levha duruyordu. Odanın çeşitli yerlerine özensizce atılmış paçavra yığınları dışında evdeki eşyalar bunlardı.”
“O benim varlığımın farkına varmadan önce bütün bu ufak ayrıntıları not etmek ve hasta adamın derin nefeslerini ve ateşten ileri gelen irkilmelerini fark etmeye zaman bulmuştum. Başını rahat ettirmek için gösterdiği birkaç huzursuz çaba sonucunda elini yataktan dışarı attı ve benimkine değdirdi. Aniden doğruldu ve hevesle yüzüme baktı.”
“ ‘Mr. Hutley, John.’ dedi eşi. ‘Bu akşam çağırdığın Mr. Hutley, biliyorsun.’ ”
“ ‘Ah!’ ” dedi hasta, elini alnına götürerek. ‘Hutley, Hutley, dur bakalım.’ Birkaç saniye boyunca düşüncelerini toparlamaya çabalıyormuş gibi göründü, sonra bileğimi sıkıca kavrayarak: “Beni bırakma, beni bırakma, eski dostum. Bu kadın beni öldürecek. Biliyorum öldürecek.’ dedi.”
“ ‘Uzun zamandır böyle mi?’ diye sordum ağlamakta olan eşe.”
“ ‘Dün geceden beri.’ diye yanıtladı. ‘John, John, beni tanımıyor musun?’ dedi eşi. ‘Bana yaklaşmasına izin verme.’ dedi adam ürpertiyle, kadın üstüne eğilince. ‘Onu uzaklaştır. Yanımda olmasına tahammül edemiyorum.’ Dehşet dolu gözlerle, ölümcül bir kaygıyla karısına baktı ve kulağıma fısıldadı: ‘Onu dövüyorum, Jem. Onu dün ve ondan önce pek çok kez dövdüm. Onu ve oğlanı aç bıraktım ve şimdi zayıf ve çaresizim, Jem, bu yüzden de beni öldürecek; yapacağını biliyorum. Eğer sen de benim gibi onu ağlarken görmüş olsan bunu bilirdin. Onu uzak tut.’ Bileğimi bıraktı ve bitkinlikle yastığına geri gömüldü. Bütün bunların ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum. Eğer bir an bile bundan bir şüphe duymuş olsam, kadının solgun yüzüne ve bitkin bedenine bir kez bakmamla olayın gerçek hâlini anlamam yeterdi. ‘Sen bir kenarda dursan iyi olur.’ dedim zavallı biçareye. ‘Ona bir faydan dokunmaz. Belki seni görmezse sakinleşir.’ Kadın adamın gözünün önünden çekildi. Adam birkaç saniye sonra gözlerini açtı ve endişeyle etrafına bakındı.
“ ‘Gitti mi?’ diye sordu hevesle.”
“ ‘Evet, evet!’ dedim. ‘Sana zarar veremeyecek.’ ”
“ ‘Sana ne anlatacağım, Jem.’ dedi adam alçak sesle. ‘Beni incitiyor. Gözlerindeki bir şey kalbimde öyle rezalet bir korku uyandırıyor ki beni deli ediyor. Daha geçen gece, kocaman, takip hâlindeki gözleri, solgun yüzü benimkine yakındı; ben nereye dönsem o gözler de dönüyordu ve ben ne zaman korkuyla uykudan uyansam onu yatak ucunda beni izler buldum.’ Beni kendine daha çok çekti ve derin, paniklemiş bir fısıltıyla: ‘Jem, o kötücül bir ruh olmalı, bir şeytan! Sessiz ol! Öyle olduğunu biliyorum. Eğer kadın olsa çoktan ölürdü. Hiçbir kadın onun taşıdığı yükü taşıyamaz.’ ”
“Böylesine bir adamda böylesine bir izlenim yaratacak kadar uzun süreli bir zulüm ve ihmali düşünmek midemi bulandırdı. Cevaben hiçbir şey söyleyemedim çünkü karşımdaki adiye kim bir umut vadedebilir, bir teselli sunabilirdi ki?”
“Orada oturur vaziyette iki saat durdum. O da bu sırada savrulup durdu, acı ve sabırsızlıkla bağırdı, kollarını huzursuzca oraya buraya attı ve sürekli bir o yana bir bu yana döndü. En sonunda kısmen bilincini kaybetti ki böyle hâllerde akıl, mantığın kontrolü olmadan ama yine de hâlihazırda var olan acının tarif edilemez hissinden kurtulamadan kendini kolaylıkla bir sahneden, bir yerden, başka bir yere, başka bir sahneye atar. Tutarsız sayıklamalarından hâlin böyle olduğunu anlayınca ve ateşinin bir anda kötüleşme ihtimalinin olmadığını bildiğimden karısına onu önümüzdeki akşam da ziyaret edeceğimin ve gerekirse gece hastanın başında duracağımın sözünü vererek onu bıraktım.”
“Sözümü tuttum. Son yirmi dört saat korkutucu bir değişime sebep olmuştu. Gözleri derine çökmüştü ve ağır olsa da bakılamayacak kadar korkunç bir ışıltıyla parlıyordu. Dudakları kurumuş ve yer yer çatlamıştı, kuru cildi yüksek ateşle parlıyordu ve adamın yüzünde hastalığın tahribatlarını daha da belli eden, neredeyse doğaüstü bir endişe havası vardı. Ateş en üst seviyesindeydi.”
“Bir önceki akşam doldurduğum sandalyeye yine oturdum ve saatler boyunca, en duygusuz yürekleri bile derinden etkileyebilecek o sesleri, ölmekte olan bir adamın berbat sayıklamalarını dinledim. Hekimden duyduğuma göre onun için hiçbir umut yoktu: Onun ölüm yatağının yanında oturuyordum. Eriyip bitmiş uzuvlar gördüm. Daha birkaç saat önce taşkın seyircinin eğlencesi için şekilden şekle sokulmuş, yüksek ateşin işkencesi altında kıvranan uzuvlar. Palyaçonun, ölen adamın mırıltılarıyla harmanlanan tiz kahkahasını duydum.”
“Zihnin sıradan işlere ve sağlık arayışına gerilemesini duymak dokunaklı bir şey. Beden yanında zayıf ve âciz yatarken ama o uğraşlar vahim ve heybetli fikirlerle ilişkilendirdiklerimize en güçlü biçimde karşıt gelmekteyse elde edilen izlenim sonsuz derecede daha güçlüdür. Tiyatro ve meyhane adamın uğraşlarının ana maddelerini oluşturmaktaydı. Akşam olmuştu. Hayal kurdu; o gece oynayacağı bir rol vardı, geç kalmıştı, evden anında çıkması gerekiyordu. Onu neden tutuyorlar ve gitmesine engel oluyorlardı? Parayı kaybedecekti, gitmeliydi. Hayır! Ona izin vermiyorlardı. Yüzünü alev alev yanan elleriyle örttü ve kendi zayıflığına ve zorbalarının zalimliğine zayıfça sızlandı. Kısa bir ara verdi ve bağırarak birkaç komik şiir dizesi sayıkladı. Bunlar en son öğrendiği şiirlerdi. Yatakta doğruldu, cansız uzuvlarını toparladı ve şekilden şekle girmeye başladı; rol yapıyordu, tiyatrodaydı. Bir anlık sessizlikten sonra gürültülü bir şarkının nakaratını mırıldandı. Sonunda eski eve ulaşmıştı, amanın oda ne sıcaktı. Hasta olmuştu, çok hasta ama şimdi iyiydi ve mutluydu. Kadehi doldur. Kimdi o kadehi dudaklarından çekip alan? Bu onu daha önce takip eden zorbanın aynısıydı. Yastığına geri düşüp yüksek sesle inledi. Bir an olanları unuttu, sonra alçak tavanlı bıktırıcı odalarda yürümeye başladı. Tavanlar o kadar alçaktı ki bazen ilerleyebilmek için elleri ve dizlerinin üzerinde sürünmesi gerekiyordu; dar ve karanlıktı ve hangi tarafa dönse bir engel ilerleyişine sekte vuruyordu. Böcekler de vardı, iğrenç, sürünen, ona dikili gözleri olan ve her bir yeri dolduran ve mekânın yoğun karanlığına rağmen korkunç biçimde parlayan şeyler. Duvarlar ve tavan sürüngenlerle canlanıyordu, mahzen kocaman oldu, ürkütücü şekiller bir oraya bir buraya gitmeye başladı ve tanıdığı adamların yüzü, alay ederek ve ağızlarına geleni söyleyerek korkutucu hâle geldi, böceklerin arasından ona bakıyordu; onu kızgın demirlerle dağlıyorlardı ve başını kan akana kadar sıkıca iplerle bağladılar; o ise deli gibi canı için uğraşıyordu.”
“Bu ani krizlerden birinin sonunda, onu büyük bir zorlukla yatağa sabitlemişken uyku gibi görünen bir şeye teslim oldu. Sürekli takip ve çabanın etkisiyle gözlerimi birkaç dakikalığına kapatmıştım ki omuzlarımın sarsıldığını hissettim. Anında uyandım. Kendi kendine kalkmış ve yatakta oturmuştu. Yüzünde ürkütücü bir değişim vardı ama bilinci de geri dönmüştü çünkü