Sefiller I. Cilt. Виктор Мари Гюго
n oğlu olarak dünyaya geldi. O ve iki ağabeyi, Abel ve Eugène, anneleriyle Fransa’nın Paris kentinde yaşarken bir general ve Avellino Valisi olan babaları ise İtalya’da yaşıyordu. Hugo’nun annesinin, Fransız hükûmetinin düşmanı olan General Victor Fanneau Lahorie ile özel bir dostluğu vardı. Onun, evlerinde saklanmasına izin vermişti. Bu sırada o da ailenin erkekleri için öğretmenlik yaptı. Çocuklar babalarını görmek için sık sık seyahat ediyordu. Bu seyahatler onların eğitimlerinde kesintilere neden oluyordu. Küçük bir çocuk olan Hugo, şiir yazmaya özel bir ilgi duyuyordu. On iki yaşındayken Victor ve erkek kardeşleri Pension Cordier’de bulunan bir okula gönderildi. Orada farklı ekolleri inceleme fırsatı buldular, boş zamanlarını şiir ve oyun yazarak geçirdiler.
Victor on beş yaşındayken Académie Française tarafından düzenlenen şiir yarışmasını kazandı ve ertesi yıl da Académie des Jeux Floraux’un yarışmasında yine birinci oldu. Şair olarak ünü hayatının erken dönemlerinde gelişti.
1822’de Hugo, annesinin vefatıyla sarsıldı. Bundan bir buçuk yıl sonra ise çocukluk aşkı Adéle Foucher ile evlendi. Çiftin dört çocuğu oldu. Paris’teki apartmanları, romantizm akımının hırslı yazarlarının buluşma yeri hâline geldi. 1822’de Hugo da ilk imzalı kitabını yayımladı.
1824’te Hugo’nun birkaç arkadaşı Muse Française adlı bir grup kurdu. Hepsi neoklasizmden (mantıklı, açık ve düzenli yazıya değer verilen Antik Yunan ve Roma stillerine dayanan bir yazı stili) sıyrılmaya çalışan genç yazarlardı. 1826’da Hugo, neoklasizmi reddeden bir kitap yayımladı.
1826 ve 1827 yılları, Hugo ve onun şiirinin destekçisi olan bir grup genç romantiğe verilen isim olan Cénacle için başarılı yıllardı. Ona “şairlerin prensi” demişlerdi. Arkadaşlarının desteği ve tavsiyeleri ile Hugo, romantizmin temellerini attı. Bu inançla, Ekim 1827’de yayımlanmayan oyununa Cromwell’in ön sözünde yer verildi. İncil, Homeros ve William Shakespeare onun benimsediği yeni edebiyat akımının ilham kaynakları oldu.
1831’de Hugo, Amerika Birleşik Devletleri’nde en çok tanınan eseri, Notre Dame’ın Kamburu romanını yayımladı. Bunda, Notre Dame Katedrali’ni ve karakterlerini yaratarak geç Orta Çağ’ın gerçek ruhunu aktarmayı hedefledi. 1831’de Hugo, en güzel şiir koleksiyonlarından biri olan Les Feuilles d’automne’yi yayımladı. Hugo bir kez daha özel konular hakkında yazdı. Onu depresyona sokan sadece yaşlanıyor olması değildi. Şairin muazzam bencilliğinden ve çocuklarından bıkmış karısı da Hugo’yu oldukça yıpratıyordu.
Hugo, karısının onu reddetmesinden kaynaklanan yalnızlığı nedeniyle, genç oyuncu ve aynı zamanda bir hayat kadını olan Juliette Drouet’ye âşık oldu. Onu kurtarmayı kendine görev bildi. Borçlarını ödedi ve tüm hayatını tamamen ona odaklanmış olarak geçirmeye çalıştı.
Temmuz monarşisinin gelişiyle, Hugo zengin ve ünlü oldu; on beş yıl boyunca Fransa’nın resmî şairi sayıldı. Bu dönemde, üç oyun da dâhil olmak üzere çeşitli yeni eserler ortaya koydu.
Önceleri kralcı düşünceyi destekleyen Hugo, Fransa’daki 1848 Devrimi’nin başını çektiği olaylar sırasında Katolik, kral yanlısı eğitime başkaldırıp cumhuriyetçiliği ve özgür düşünceyi desteklemeye başladı.
1870’te Paris’e döndüğünde Hugo halk tarafından ulusal bir kahraman olarak selamlandı. Popülaritesine rağmen 1872’de Ulusal Meclis’e giremedi. Kısa bir zaman zarfı içerisinde hafif bir felç geçirdi, kızı Adèle akıl hastanesine kapatıldı ve iki oğlu öldü. Karısı Adèle de 1868’de ölmüştü. Victor Hugo, 22 Mayıs 1885’te seksen üç yaşındayken zatürreden öldü. Ülkeye bir yas havası hâkim oldu. O sadece saygı duyulan önemli bir edebî figür değil, aynı zamanda Fransa’da üçüncü cumhuriyete ve demokrasiye yön veren bir devlet adamıydı. Gömüleceği Panthéon’a kadar götürüldüğü Paris’teki cenaze törenine iki milyondan fazla insan katıldı.
Hugo, Panthéon’da Alexandre Dumas ve Émile Zola gibi önemli yazarlarla aynı yerde yatıyor. Fransa’da önemli olan pek çok yere onun adı verildi.
Meral Harzem, 1975’te Balıkesir’de doğdu. 1982-1995 yılları arasında Almanya’da yaşadı ve eğitimine burada devam etti. Geilenkirchen, Höhere Handelsschule (Ticaret Yüksekokulu), İktisat bölümünden mezun oldu. Çeşitli firmaların ithalat ve ihracat departmanlarında çalıştı. 2010 yılından bu yana kitap çevirileri yapıyor.
Türkçeye kazandırdığı eserlerden bazıları, Amok Koşucusu, Mecburiyet, Yakıcı Sır (S. Zweig), Babaya Mektup (F. Kafka), Ay’a Yolculuk (J. Verne), Yahudi Devleti (T. Herzl), Ah Virginia (M. Kumpfmüller), Çıkmaz (C. Hau).
ÖN SÖZ
Toplum tarafından ilan edilen, dünya medeniyetinin ortasında yapay cehennemler yaratan ve ilahi kadere insan yazgısı unsurunu ekleyen, hukuka, örf ve âdetlere göre durumları lanetleme kararlarının alınması var olduğu sürece; yüzyılın üç büyük sorunu olan, yoksulluk neticesinde erkekliğin yozlaşması, kadınların açlıktan düşkünlüğe uğraması, çocukların cehalet yüzünden gelişememelerine dair sorunlar çözülmediği sürece; dünyanın herhangi bir yerinde sosyal olarak boğulma mümkün olduğu sürece; başka bir deyişle, dünyada cehalet ve sefalet var olduğu sürece, elinizde tuttuğunuz Sefiller gibi eserlerin büsbütün faydasız olabileceği düşünülemez.
FANTINE
Birinci Kitap
Sadece Adil Bir Adam
I
Bay Myriel
Yetmiş beş yaşlarında, yaşlı bir adam olan Bay Charles François Bienvenu Myriel; 1815 senesinde Digne’nin piskoposuydu, 1806’dan bu yana Digne’deki bu görevinde bulunmaktaydı.
Bu ayrıntının hikâyemizle doğrudan bağlantısı olmasa dahi, sırf tüm hususlarda doğru açıklamalar yapabilmek adına bazı detayları burada zikretmek, onun burada piskoposluğa geldiği zaman hakkında çıkan söylentileri belirtmek faydalı olacaktır. Doğru ya da yanlış, insanlar hakkında söylenenler, yaşamlarında ve her şeyden önce kaderlerinde ne yaptıkları kadar önemli bir yer tutmaktadır. Bay Myriel; Aix Parlamentosu Meclis Üyesi olan, saygın bir din adamının oğluydu. Parlamenter ailelerde yaygın bir gelenek olduğu üzere, babası; vârisi olarak oğlunu on sekiz ya da yirmili yaşlarında evlendirmişti. Ancak bu evliliğin yanı sıra, Charles Myriel’in kendisinden söz edilmesini sağlayacak başka şeyler yaptığı da söylentiler arasındaydı. Oldukça kısa boylu olmasına rağmen düzgün yapılı, zarif, kibar ve zeki bir adamdı; hayatının ilk bölümünün tamamını dünyevi işlere ve çevresindekilerle arkadaşlık etmeye adamıştı.
O dönem devrim ortaya çıktığında olaylar birbiri ardını kovalamış; parlamentoya mensup aileler kovulmuş, köşeye sıkıştırılmış, aileleri dağıtılmıştı. Devrimin en başında, Bay Charles Myriel; İtalya’ya göç etti. Orada, karısı uzun süredir mücadele ettiği göğüs hastalığından dolayı vefat etti. Çocukları yoktu. Acaba, bundan sonrasında Bay Myriel’in başına neler geldi? Eski Fransız toplumunun yıkılışı, ailesinin dağılması, uzaktan dehşet içinde bakan mültecilere daha da yıldırıcı gelen 1793 senesinin trajik sahneleri, belki de ona çok daha endişe verici görünmüş; onda, dünyadan elini eteğini çekerek yalnız başına yaşama isteğini doğurmuş olabilir miydi? Yoksa o gizemli ve korkunç darbelerden biri servetine ve varlığına inse hiçbir suretle sarsılmayacak bir adamı bir anda altüst eden şey, eğlenceli ve sevgi dolu hayatını sürdürürken bunların başına gelmesi olabilir miydi? Bu konuda kimse bir fikir yürütemezdi ancak bilinen tek bir şey vardı, o da İtalya’dan döndüğünde bir rahip olduğuydu.
1804 senesinde Bay Myriel, Brignolles’in rahibiydi. Geçen yıllar içerisinde oldukça olgunlaşarak yaş almıştı ve hâlâ yalnız yaşıyordu.
Taç giyme dönemiyle ilgili olarak, göreviyle alakalı bir mesele nedeniyle (bunun tam olarak ne olduğunu kimse bilmiyordu) Paris’e gitti. Cemaatine yardım istemek için gittiği diğer güçlü kişiler arasında Kardinal Fesch de vardı. Bir gün İmparator, amcasını ziyarete geldiğinde holde beklemekte olan saygıdeğer rahip, onunla karşılaştı. Kendisini büyük bir merakla izleyen ihtiyar adamı fark eden Napolyon, hemen yanındakilere dönerek şöyle dedi:
“Bana