Usta ile Margarita. Bulgakov Mihail
birbirine karıştığı garip bakışları Yeşu’nun üzerindeydi.
“Dinle, Ha-Nozri,” dedi. “Bir ara, Büyük Caesar’la ilgili şeyler söyledin mi? Yanıt ver! Ne dedin? Ya da… Hiç… Hiçbir şey söylemedin mi?”
Pilatus, bu tür sorgularda âdet olmadığı halde “hiç” sözü üzerinde fazlaca durdu. Yeşu’ya bakışlarıyla bir şey anlatmak ister gibiydi.
“Gerçeği söylemek kolay ve hoş bir şey,” dedi tutuklu. Pilatus, hırsından boğulacak gibi oldu.
“Gerçeği söylemenin hoşuna gidip gitmediği bana vız gelir. Nasıl olursa olsun, gerçeği söylemen gerek. Ama kaçınılmaz değil, aynı zamanda korkunç acılar veren bir ölüm istemiyorsan sözlerini iyice tart.”
Filistin Valisi’ne ne olduğunu kimse bilemeyecekti, ama gözlerini güneş ışınlarından korumak istercesine elini kaldırdı, bu perdenin altından tutukluya anlamlı, hatta imalı bir bakış fırlattı.
“Şimdi söyle bakalım,” dedi, “Filistin’in Kiryat ilinden Yahuda diye birini tanıyor musun? Caesar’la ilgili bir şey söyledinse ne dedin ona?”
Tutuklu, iyi niyetle söze başladı:
“Şöyle oldu: Önceki gün, tapınağın yakınında, Kiryat ilinde doğup büyümüş, Yahuda adında bir gençle tanıştım. Beni, aşağı kentteki evine çağırdı, bana yiyecek içecek sundu…”
“İyi bir insan mı?” diye sordu Pilatus, şeytanca bir parıltı gözlerinde yanarken.
“Çok iyi, her şeye meraklı bir insan,” diye onu doğruladı tutuklu. “Düşüncelerime büyük ilgi gösterdi, beni çok iyi ağırladı…”
Pilatus, dişlerinin arasında tutuklunun ses tonuyla, “Meşaleler de yaktı…” dedi. Bunu söylerken gözleri büyümüştü.
Vali’nin, ayrıntılı olarak her şeyi bilmesine şaşan Yeşu, “Evet,” dedi, “iktidar konusundaki görüşümü de sordu. Bu sorun, onu her şeyden çok ilgilendiriyormuş.”
“Sen ne dedin? Ya da, ne dediğini unuttuğunu söyleyeceksin bana.”
Sesinden, Pilatus’un umutlarının kırıldığı belliydi.
“En önemli sözlerim şunlardı,” dedi tutuklu. “Bir kere, her iktidarın insanlar üzerinde baskı yaptığını belirttim, bir gün ne Caesar’ların ne başkalarının iktidarı kalır, dedim. İnsanoğlu, gerçeğin ve adaletin egemen olduğu bir düzene kavuşur; o zaman hiçbir iktidarın gereği kalmaz.”
“Sonra?”
“Sonrası yok,” dedi tutuklu, “hepsi bu kadar. O sırada birtakım insanlar koşup geldiler, beni bağlayıp cezaevine götürdüler.”
Tek bir söz bile kaçırmamaya bakan kâtip, söylenenleri hızla parşömene geçiriyordu.
Pilatus, birden yükselip uzaklara yayılan kırık ve hasta sesiyle haykırdı:
“Yeryüzünde, İmparator Tiberius’un iktidarı kadar büyük, halk için yararlı bir iktidar olmamıştır, olmayacaktır da!”
Vali, nedendir bilinmez, kâtibiyle muhafızlara nefretle baktı.
“Onu yargılamak sana düşmez, çılgın cani,” diye devam etti. Sonra birden haykırdı: “Muhafızlar, dışarı!” Sonra kâtibe döndü: “Beni suçluyla yalnız bırakın; önemli bir devlet sırrı söz konusu.”
Askerler mızraklarını kaldırdılar, altı demirli pabuçlarını düzenli biçimde yere vurarak kâtibin önü sıra, bahçeye indiler.
Bir anlık sessizliği, fıskiyenin mırıltısından başka bozan bir şey yoktu. Pilatus, suyun borudan çıkar çıkmaz yayvan bir kâsedeymiş gibi yayıldığını, sonra yalağın kıyısından incecik zerreler halinde aşağı döküldüğünü görüyordu.
İlk konuşan tutuklu oldu:
“Kiryatlı gence söylediklerim yüzünden kötü şeyler olduğunu görüyorum Hegemon; içimde, başına bir felaket gelecekmiş gibi bir duygu var; ona çok acıyorum.”
Vali, tuhaf bir gülüşle, “Yeryüzünde, Yahuda İskariyot’tan daha çok acıman gereken biri olduğunu sanıyorum,” dedi. “Bu kişinin başına Yahuda’nınkinin bin beteri gelecek!.. Demek sana göre, duygusuz ve kararlı bir cellat olan Farezehri Marcus, gördüğüm kadarıyla sözlerinden ötürü seni dövenler –Vali, Yeşu’nun yara bere içindeki yüzünü gösterdi– suç ortaklarıyla birlikte dört askeri öldüren katil Dismas ve Hestas ve son olarak hain Yahuda iyi adamlar?”
“Evet,” diye yanıtladı tutuklu.
“Ve gerçeğin iktidarı bir gün gelecek.”
“Gelecek, Hegemon,” dedi Yeşu, inançla.
“Asla! Asla gelmeyecek!” diye Pilatus ansızın öylesine korkunç bir sesle bağırdı ki, Yeşu geriledi. Yıllar önce, Bakireler Vadisi’nde Pilatus aynı sesle süvarilerine gürlemişti: “Kılıçtan geçirin! Hepsini kılıçtan geçirin! Dev Farezehri’ni yakaladılar!”
Sayısız komutlarla kısılan sesini büsbütün yükseltti, bahçeden duyulması için bütün gücüyle böğürmüştü:
“Cani! Cani! Cani!”
Sonra sesini alçaltıp sordu:
“Yeşu Ha-Nozri, inandığın tanrılar var mı?”
“Bir tek Tanrı var,” karşılığını verdi Yeşu. “Ona inanırım.”
“Öyleyse dua et! Bütün gücünle yakar ona! Hem –Pilatus’un sesi iyiden iyiye alçaldı– yakarmaların da bir işe yaramayacak.” Ansızın, nedenini bilmeden ve ne olduğunu anlamadan, üzüntüyle sordu:
“Evli değil misin?”
“Hayır, yalnızım!”
“İğrenç kent!” diye homurdandı Vali.
Birden üşümüşçesine omuzları ürperdi, ellerini yıkıyormuşçasına ovuşturdu.
“Bu Yahuda İskariyot’a rastlamadan önce seni boğazlasalardı daha iyi olurdu.”
Tutuklu, sesinde bir kuşkuyla, beklenmedik bir şekilde sordu:
“Beni bıraksan ne olur, Hegemon. Beni öldürmek istediklerinin farkındayım.”
Vali’nin yüzü gölgelendi, akları kızıl çizgilerle dolan ateşli gözlerini Yeşu’nun yüzüne kaldırdı.
“Bir Romalı vali, senin söylediklerini söyleyen insanı bırakır mı sanıyorsun mutsuz adam? Ey tanrılar, tanrılar! Yoksa yerini almaya hazır olduğumu mu sandın? Düşüncelerini paylaşmıyorum. Şimdi beni dinle: Şu dakikadan sonra bir tek söz söylerken bile, kiminle olursa olsun, konuşurken bile, çok dikkatli ol! Bak, yine söylüyorum: Dikkatli ol!”
“Hegemon…”
“Sus!” diye bağırdı Pilatus. Bakışlarıyla, yeniden sütunların arasına süzülen kırlangıcı izleyerek bağırdı: “Herkes toplansın!”
Kâtiple muhafız kıtası yerlerini alınca Pilatus Sanedrin tarafından sanık Yeşu Ha-Nozri hakkında verilen ölüm cezasını değiştirdiğini açıkladı. Kâtip, Pilatus’un sözlerini parşömene geçirdi.
Bir dakika sonra, Farezehri Marcus, Vali’nin önünde dikiliyordu. Vali, Marcus’a, caniyi gizli polis şefine teslim etmesini bildirdi. Aynı zamanda şefe, Yeşu Ha-Nozri’nin öbür tutuklulardan uzak tutulması tembihlenecek, gizli polis görevlileri Yeşu’yla tek söz konuşamayacaklar, bir tek sorusuna bile karşılık vermeyeceklerdi. Tersini yapan, ağır cezalara çarptırılacaktı.
Marcus’un