Hayaletgören. Schiller Friedrich von
n>
GOTİK ROMANTİK 6
Can Yayınları 2004
Der Geisterseher, Friedrich Schiller
© 2011, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti.
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
1. basım: Eylül 2011
E-kitap 1. Sürüm Ağustos 2014, İstanbul
2011 tarihli 1. Basım esas alınarak hazırlanmıştır.
Yayına hazırlayan: Şebnem Sunar
Kapak tasarımı: Ayşe Çelem Design
Kapak resmi: © iStockphoto.com
ISBN 978 975 0723 09 4
CAN SANAT YAYINLARI
YAPIM, DAĞITIM, TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ.
Hayriye Caddesi No. 2, 34430 Galatasaray, İstanbul
Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33
Sertifika No: 10758
FRIEDRICH SCHILLER
Hayaletgören
ROMAN
Türkçesi
Bilge Uğurlar – Türkis Noyan
JOHANN CHRISTOPH FRIEDRICH VON SCHILLER, 1759’da Marbach am Neckar’da doğdu. Şair, oyun yazarı ve edebiyat kuramcısıdır. Wieland, Herder ve Goethe’yle birlikte Weimar Klasiği’nin en önemli dört yazarından biridir. Schiller, 1775’te Klopstock’un şiirleriyle ilgilenmeye başladı. Aynı yıl Der Student von Nassau (Nassaulu Öğrenci) dramını kaleme aldı. 1776’da ilk defa Der Abend (Akşam) adlı şiiri yayımlandı. 1780’te, “İnsanın Vahşi Doğası ve Ruhu ile İlişkisi Üzerine Deney” konulu bir doktora tezi hazırladı. 1776’da yazmaya başladığı, yasa ve özgürlük çatışmasını öne çıkaran Der Räuber, 1781’de önce isimsiz olarak yayımlandı. Oyun, 1782’de sahneye uyarlandı ve yoğun ilgiyle karşılandı. Bu eseri Don Carlos ile Kabale und Liebe (Hile ve Aşk) adlı dramlar takip etti. Schiller, 1783-1789 yılları arasında Mannheim, Leipzig, Dresden ve Rudolstadt’ta yaşadı. 1788’de Goethe’yle karşılaştı ve dost oldu. 1789’da Jena’dan gelen profesörlük teklifini kabul etti ve tarih eğitimi vermeye başladı. Bu dersleri, beklenmedik derecede dikkat çekti. Aynı yıl Hayaletgören basıldı ve kamuoyunda büyük ilgi gördü. 1796’dan 1800’e kadar edebiyat dergisi Musenalmanach’ı yayımladı. 1797’de Mussenalmanach’ta Goethe ve Schiller bir hiciv bölümü düzenlediler. Der Taucher (Dalgıç), Der Handschuh (Eldiven), Der Ring des Polykrates (Polykrates’in Yüzüğü), Der Gang nach Eisenhammer (Eisenhammer’e Yolculuk) ve Die Kraniche des Ibykus (Ibykus’un Turnası) 1797’ye ait baladlarıdır. Bunları 1798’de Die Bürgschaft (Şehir Halkı) ve Der Kampf mit dem Drachen (Ejderhayla Savaş) adlı baladlar izledi. Schiller bundan sonra yeniden drama döndü ve 1799 yılında Wallenstein’ın, hemen ertesi yıl ise Maria Stuart’ın çalışmalarını bitirdi. 1801’de Die Jungfrau von Orléans’ı (Orléans Bakiresi), 1803’te ise Die Braut von Messina’yı (Messinalı Gelin) kaleme aldı. 1802’de Schiller’e soyluluk unvanı verildi, böylece Friedrich von Schiller olarak adlandırılmaya hak kazandı. 1804’te Wilhelm Tell’i tamamlayarak, Demetrius’a başladı; ancak ağırlaşan hastalığı dolayısıyla bu eser bitiremeden 1805’te Weimar’da öldü.
BİLGE UĞURLAR, 1964’te İstanbul’da doğdu. 1982’de İstanbul Erkek Lisesi’ni, 1989’da Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. Rudolf Borchardt’ın Gece Yatısı, Peter Handke’nin Don Juan, Heinrich von Kleist’ın Michael Kohlhaas, Franz Grillparzer’in Fakir Çalgıcı, Sendomir Manastırı adlı yapıtlarını Türkis Noyan’la birlikte çevirdi.
TÜRKİS NOYAN, 1929’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Stephan Gerlach’ın Gerlach Seyahatnamesi, Tobias Heinzelmann’ın Osmanlı Karikatüründe Balkan Sorunu 1908-1914 ve Osmanlıda Bir Köle Brettenli Michael Bretten’in Anıları: 1585-1588, çevirdiği yapıtlardan bazılarıdır.
Birinci kitap
Anlatacağım öykü birçoklarına inanılmaz gelecekse de, olayların büyük bir kısmına bizzat gözlerimle şahit oldum. Bu anlatacaklarım, belli bir siyasi vakadan haberdar olan az sayıdaki kişiye –o da eğer bu sayfalar yayımlandığında hâlâ hayattalarsa– memnun olacakları bir açıklama getirecektir; böyle bir anahtar olmasa bile, diğer okurlarca da insan aklının kandırılma ve yolunu şaşırma öyküsüne bir katkı olarak muhtemelen önemli bulunacaktır. Kötülüğün tasarlamaya ve uygulamaya kalkıştığı amacın cüretkârlığı ve bu amaca varmayı güvenceye almak için başvurduğu araçların tuhaflığı karşısında insan iki kere hayrete düşecektir. Kalemimi yalın ve güçlü bir hakikat duygusu yönlendirecektir; çünkü bu sayfalar dünyaya sunulduğunda ben artık hayatta olmayacağım ve bu anlattıklarımdan dolayı ne bir şey kazanacak ne de kaybedeceğim.
Kurland’a dönüş yolculuğumda, 17** yılının karnaval zamanı Prens von **’yi Venedik’te ziyaret etmiştim. Kendisiyle **’nin savaş hizmetinde tanışmıştık ve barışın kesintiye uğrattığı bir dostluğu burada tazeliyorduk. Ayrıca ben bu kentin ilgi çekici taraflarını görmek istediğimden, Prens de **’ye geri dönmek için senetleri beklediğinden, beni bu zamanı kendisiyle birlikte geçirmem ve yola çıkışımı ertelemem konusunda kolayca ikna etti. Venedik’te kaldığımız süre boyunca birbirimizden ayrılmayacağımıza dair anlaştık, üstelik Prens bana “Mori”deki dairesinde kalmamı teklif etme nezaketini de gösterdi.
Prens burada kimliğini büyük bir dikkatle gizleyerek yaşıyordu, çünkü kendi hayatını yaşamak istiyordu, ayrıca kendisine tahsis edilen kısıtlı gelir kaynaklarıyla, soyluluk unvanının düzeyini ayakta tutması zaten imkânsızdı. Bütün maiyeti, ağızlarının sıkılığına son derece güvendiği iki asilzadenin yanı sıra birkaç sadık hizmetkârdan ibaretti. Gösterişten kaçınması tutumluluktan ziyade yaradılışından kaynaklanıyordu. Eğlencelerden kaçıyordu; daha otuz beşinde, bu şehvet yuvası kentin bütün cazibelerine karşı direnmişti. Cinsi latiflere şimdiye kadar ilgisiz kalmıştı. Mizacına, derin bir ciddiyet ve hayalperestliğe varan bir melankoli hâkimdi. Eğilimlerinde sakin ama aşırılığa kaçacak kadar ısrarlı, seçimlerinde yavaş ve çekingendi; bağlılığı ise sıcak ve ebediydi. Gürültülü bir insan kalabalığının ortasında yalnız başına yürürdü; kendi hayal dünyasına kapanmış bir halde, çoğu zaman gerçek dünyada bir yabancı gibiydi. Hiç de zayıf biri olmamasına rağmen, başkalarının hüküm ve etkisi altında kalmaya onun kadar yatkın biri daha bulunamazdı. Onu bir kez kazandınız mı, artık sarsılmaz ve güvenilir biri olurdu; farkına vardığı bir önyargıyı yenmek için büyük bir cesaret gösterir, bir başka önyargı içinse canını verebilirdi.
Hanedanının üçüncü sıradaki prensi olarak ülkenin başına geçme ihtimali yoktu. İçinde yükselme hırsı hiç uyanmamış, tutkuları başka tarafa yönelmişti. Bir başkasının iradesine bağımlı olmamanın memnuniyeti içinde, başkaları üzerinde hâkimiyet kurmaya da heves etmiyordu: Tüm dilekleri özel hayatının huzurlu özgürlüğü ve zeki bir çevrenin hazzı ile sınırlıydı. Çok okurdu, ama seçici davranmazdı; ihmal edilmiş olan eğitimi ve erken yaşta girdiği savaş hizmetleri, aklının olgunlaşmasına fırsat vermemişti. Sonradan edindiği bütün bilgiler ondaki kavram karmaşasını artırmaktan başka bir işe yaramadı, çünkü bunlar sağlam bir temele dayanmıyordu.
Prens