Mürver Ağacı. Оскар Уайльд
bencil bir neden,” dedi. “Mutlu olmaya ne hakkınız var? Başkalarını düşünmelisiniz. Hatta beni düşünmelisiniz. Ben daima kendimi düşünüyorum ve başkalarından da aynısını bekliyorum. Buna halden anlamak deniyor. Harika bir fazilettir ve ben de ona büyük ölçüde sahibim. Sözgelimi, bu gece başıma bir şey geldiğini farz edelim; herkes için ne büyük bir talihsizlik olur! Prens’le Prenses bir daha asla mesut olamazlar, bütün evlilikleri mahvolur; Kral’a gelince, bunu atlatamayacağından eminim. Kendi mevkimin önemini düşünmeye başladığımda gerçekten gözyaşlarına boğulacak gibi oluyorum.”
Roma Kandili, “İnsanları eğlendirmeniz bakımından kuru kalmanız daha hayırlıdır,” dedi.
Artık neşesi daha yerinde olan Bengal Işığı, “Kesinlikle,” diye katıldı. “Sağduyu bunu gerektirir.”
Roket hışımla, “Şuna bak, sağduyuymuş!” diye çıkıştı. “Benim son derece sıra dışı ve son derece kayda değer olduğumu unutuyorsunuz. Sağduyu herkeste olabilir, hayal gücünden mahrum olmaları yeter. Fakat ben hayal gücü olan biriyim. Hadiseleri asla oldukları gibi düşünmüyorum; daima bambaşka bir şekilde düşünüyorum. Kuru kalmama gelince, duygusal bir mizacı takdir edecek biri belli ki yok aranızda. Kendi adıma neyse ki buna aldırmıyorum. Hayatta kişiyi ayakta tutan tek şey, başkalarının kendinden ne kadar aşağı olduğunu bilmektir. Ben bu hissi içimde daima canlı tutmuşumdur. Fakat sizde kalp ne gezer? Prens’le Prenses daha biraz önce evlenmemiş gibi gülüp eğleniyorsunuz.”
Küçük bir Sıcak Hava Balonu, “Ama neden olmasın?” diye sordu. “Bu çok sevindirici değil mi? Göğe yükseldiğimde bundan yıldızlara da söz etmek niyetindeyim. Güzel gelini onlara anlattığımda göz kırptıklarını göreceksiniz.”
Roket, “Ah! Hayata ne kadar dar görüşlü bakıyorsunuz!” dedi. “Fakat bunu tahmin etmeliydim. Dünyadan haberiniz yok sizin; kof ve boşsunuz. Belki Prens’le Prenses içinden derin bir nehir geçen bir ülkede yaşamaya gidecek; belki yalnızca bir oğulları, Prens’in kendisi gibi sarı saçlı menekşe gözlü küçük bir oğlanları olacak; belki bir gün oğlan dadısıyla yürüyüşe çıkacak; belki dadı yaşlı büyük bir ağacın altında uykuya dalacak ve belki küçük oğlan o derin nehre düşüp boğulacak. Ne feci bir talihsizlik! Zavallı insanlara tek oğullarını kaybetmek reva mı? Gerçekten çok korkunç! Bunu asla unutamayacağım.”
Roma Kandili, “Ama tek oğullarını kaybetmediler,” dedi. “Başlarına hiçbir talihsizlik gelmedi.”
Roket, “Ben de zaten geldiğini söylemedim,” diye karşılık verdi. “Gelebilir dedim. Tek oğullarını kaybetmiş olsalar zaten diyecek bir şey kalmaz. Olmuşla ölmüşün arkasından ağlayanlara hiç tahammülüm yok. Fakat oğullarını kaybedebileceklerini düşündükçe çok müteessir oluyorum.”
Bengal Işığı, “Olduğunuz belli!” dedi. “Hatta sizden daha müteessirini görmedim.”
Roket, “Ben de sizden daha terbiyesizini görmedim,” dedi. “Prens’e duyduğum muhabbeti hiç anlayamıyorsunuz.”
Roma Kandili, “Ama onu tanımıyorsunuz bile,” diye homurdandı.
Roket, “Ben tanıdığımı söylemedim ki,” dedi. “Ama tanısaydım bile katiyetle arkadaşı olmak istemezdim. Kişinin arkadaşlarını tanıması son derece tehlikelidir.”
Sıcak Hava Balonu, “Bence siz sahiden dikkat edin de ıslanmayın,” dedi. “Asıl önemlisi bu.”
Roket, “Hiç şüphem yok ki, sizin için önemli,” diye karşılık verdi. “Ama eğer istersem ben ağlamaktan hiç çekinmem.” Nitekim çubuğundan aşağı yağmur damlaları gibi süzülen gerçek gözyaşlarına gark oldu ve neredeyse birlikte bir ev kurmaya niyetlenen ve yaşanacak güzel, kuru bir yer arayan iki küçük böceği boğuyordu.
Döner Fişek, “Ağlanacak hiçbir şey olmadığı halde ağladığına göre sahiden romantik bir yaradılışı olmalı,” diyerek derin bir iç çekti ve tahta kutusunu düşündü.
Fakat Roma Kandili’yle Bengal Işığı artık adamakıllı sinirlenmişlerdi ve avazları çıktığınca, “Numara yapma! Numara yapma!” diye bağırıyorlardı. İkisi de fazlasıyla gerçekçi kimselerdi ve itiraz ettikleri her şeye numara derlerdi.
Sonra ay, göz kamaştırıcı gümüş bir kalkan gibi yükseldi; yıldızlar parlamaya ve saraydan müzik sesi gelmeye başladı.
Dansı Prens’le Prenses yönlendiriyordu. O kadar güzel dans ediyorlardı ki, uzun beyaz zambaklar pencereden içeri başlarını uzatıp seyrediyor, iri kırmızı gelincikler vuruşların zamanlamasına uyarak baş sallıyordu.
Derken saat onu, sonra on biri, sonra on ikiyi vurdu ve gece yarısının son vuruşuyla herkes taraçaya çıkınca Kral, Kraliyet Pirotekni Mütehassısı’nı çağırttı.
“Havai fişek gösterisi başlasın,” dedi ve Kraliyet Pirotekni Mütehassısı yerlere kadar eğilerek bahçenin ucuna doğru uygun adım yürüdü. Maiyetinde altı kişi vardı ve altısı da uzunca birer meşale taşıyordu.
Tartışmasız muhteşem bir gösteriydi.
Döner Fişek kendi çevresinde Vızır! Vızır! dönüyordu. Roma Kandili Bom! Bom! ediyordu. Sonra Maytaplar her yerde raksetmeye başladı ve Bengal Işığı her şeyi kızıla boyadı. Sıcak Hava Balonu minik mavi kıvılcımlar saçarken, “Hoşça kalın,” diye bağırdı. Kendi kendilerine müthiş eğlenen Çatapatlar Dan! Dan! diye karşılık verdi. Herkes büyük bir başarı gösterdi. Fakat ağlamaktan nemlenen ve yerinden bile kalkamayan Kayda Değer Roket hariç. En iyi kalite olmasına rağmen gözyaşıyla sırılsıklam olan barutu hiçbir işe yaramıyordu. Küçümser bir gülümseme takınmadan asla konuşmadığı uzak akrabalarının hepsi ateşten pıtrak gibi görkemli altın çiçekler halinde göğe atılıyordu. Saraylılar, “Hurra! Hurra!” diye haykırıyor, küçük Prenses sevinçle gülüyordu.
Roket, “Herhalde beni önemli bir vesileye saklıyorlar, şüphesiz öyle olmalı,” derken her zamankinden daha mağrur görünüyordu.
Ertesi gün işçiler ne varsa derleyip toplamaya geldiler. Roket, “Belli ki bu bir temsilciler heyeti,” dedi. “Onları kendime yakışır bir vakarla karşılayacağım.” Ve burnunu havaya verip çok önemli bir konu hakkında düşünüyormuş gibi ciddiyetle kaşlarını çattı. Fakat işçiler gitmek üzere hazırlanana kadar onu fark etmediler bile. Tam o sırada biri onu gördü. “Şuna bak! Roketlerin en adisi!” dedi ve duvarın üstünden onu hendeğe attı.
Roket havada süzülürken, “Roketlerin en ADİSİ mi? Roketlerin en ADİSİ mi? İmkânsız! Roketlerin en ÂLÂSI, öyle dedi. ADİ ve ÂLÂ kulağa çok benzer geliyor, hatta çoğu zaman aynıdırlar,” diyerek çamura düştü.
“Burası pek rahat değil,” dedi, “fakat şüphesiz muteber bir kaplıca; herhalde sağlığıma kavuşmam için beni buraya yolladılar. Sinirlerim çok yıpranmış olmalı, dinlenmeye ihtiyacım var.”
Az sonra parlak mücevher gibi gözleri ve alacalı yeşil bir derisi olan küçük bir Kurbağa yüzerek ona doğru geldi.
“Yeni gelen birini görüyorum!” dedi. “Ne de olsa çamur gibisi yok. Bana yağmurlu bir hava ve bir hendek verin, daha ne isteyeyim. Sizce öğleden sonra yağış olur mu? Öyle bir ümidim olsa da gökyüzü masmavi ve bulutsuz. Çok yazık!”
“Ehem, ehem!” dedi Roket ve öksürmeye başladı.
Kurbağa, “Ne şahane bir sesiniz var!” diye haykırdı. “Tıpkı bir vraklama gibi; tabii ki vraklama dünyadaki en ahenkli sestir. Bu akşam koromuzu dinlemelisiniz. Çiftçinin evi yakınındaki eski ördek havuzunda yerimizi alıyor ve ay doğar doğmaz başlıyoruz. Herkesi