Eğer Beni Ararsan. Alba Arikha

Eğer Beni Ararsan - Alba  Arikha


Скачать книгу
ne kadar korkunç!” diye bağırdım.

      “Evet,” dedi sükûnetini bozmadan, “öyleydi. Ama sonunda bir şeyi kalmadı. Şimdi, bir fincan çay ister miydin?”

      “Evet, harika olurdu,” diye yanıtladım sesindeki cana yakınlık karşısında afallayarak.

      Aslına bakılırsa Flora Dobbs’ın kendi dahil odadaki her şey beni afallatmıştı.

      Onun hakkında yanılmıştım. Hepimiz yanılmıştık. Hiç de kaba değildi, sadece temkinliydi. Ama hangi konuda? Kusursuz İngilizcesinde son derece belli belirsiz de olsa bir aksan algılamıştım. Nereliydi acaba? Sorsam ayıp olur muydu? Çok da şık ve zarif bir kadındı. Artık açıkça görebiliyordum bunu. Uzun bir kolyeyle süslediği fırfırlı bir bluz ve şal desenli bir etek giyiyordu. Elmacıkkemikleri çıkıktı ve yüzünde belli belirsiz bir makyaj vardı. Bir zamanlar güzel bir kadındı besbelli, çok da geride kalmamıştı o günleri.

      Tuvaleti kullanmak için izin istedim. Bayan Dobbs üst katı işaret ederek, “Bir kat yukarıda, soldaki ilk kapı,” dedi.

      Kapı soluk yeşildi, kolu da düşmüştü. Üstünde Hommage á Claude Monet, Grand-Palais, 1980 ibaresi taşıyan bir poster vardı. Arka planında ağaçlarla bir yelkenli resmi görünüyordu. Dalgaların üstünde ışık hareleri vardı. Bayan Dobbs acaba sergiyi yerinde görüp posterini Londra’ya getirmiş olabilir mi diye merak ettim. Banyoya girdim, ışığı açtım ve kapıyı kapadım.

      Solmuş toile de Jouy duvar kâğıdı tekrar eden bir kır manzarası deseniyle bezeliydi. Ayakları siyah döküm demirden geniş, paslı bir küvet vardı, küvetin içindeki seramik çatlak çatlaktı ve dışyüzü çiçek desenli fayanslarla kaplıydı. Bayan Dobbs’ın tuvaletini kullandım, sonra da ellerimi yıkmaya gittim. Sıcak su elimi eski rengine kavuşturduğunda rahatlayarak iç çektim. Lavabodaki bayat ve taşlaşmış sabun artık köpürmez olmuştu. Ellerimi kurulayabileceğim bir el havlusu yoktu, o yüzden ne kadar uygunsuz gelse de banyo havlusunu kullanmak zorunda kaldım, muhtemelen Bayan Dobbs’ındı. Banyonun köşesinde bir çift terlik duruyordu – küçük, uçuk mavi renkli; Bayan Dobbs’ın mahremine huzursuz edici bir bakış daha.

      Hemen başımı çevirdim ve camdan dışarı baktım. Sokağımızı, evimizin önünü görebiliyordum. Çatı katındaki yatak odasında biri ışığı söndürmeyi unutmuştu. Ya da belki babam mahsus açık bırakmıştı: Son günlerde semtimizde bir hırsızlık furyası başını almış gitmişti. “Uyanık olmamız lazım,” demişti babam. Acaba Bayan Dobbs da uyanık mıydı?

      Sert bir rüzgâr havayı kesiyor, camları zangırdatıyordu. Ağaçların dalları bir sağa bir sola sallanıyordu. Yoldan bir araba geçti, sonra gözden kayboldu. Uzaklardan bir müzik sesi çalındı kulağıma ama nereden geldiğinden emin olamadım. Banyodan tam çıkmak üzereyken nedensiz yere başımı havaya kaldırma ihtiyacı duydum: Oracıkta, başımın hemen üstünde, oturur durumda antika porselen bebeklerden oluşan bir koleksiyon vardı. Gözlerim fal taşı gibi açılarak bakakaldım. Beş taneydiler, sanki koyu bir sohbete dalmış arkadaşlar gibi birbirlerine bakıyorlardı. Daha önce böyle bebekler görmüştüm görmeye. Portobello Sokağı’nda ve annemle babamın küçükken bizi zorla sürüklediği Fransız bitpazarlarında. Ama daha önce hiç böylesine iyi durumda bir koleksiyon görmemiştim. Buklelerindeki taraklara ve mücevherlere, giysilerini süsleyen minyatür çiçeklere ve kuştüylerine varıncaya dek bütün ayrıntılarıyla enfestiler: Jüponları ve ipek elbiseleri, cilalı pabuçları ve dantelli kol ağızları vardı, ağzım açık bakakaldım onlara.

      Neden bebekleri böylesine olmadık bir yere koymayı tercih etmişti acaba? Ben olsaydım baş köşede gururla sergilerdim onları. Belki utanıyordur, diye akıl yürüttüm. Oyuncak bebek koleksiyonu yapmanın tuhaf bir yanı vardı ne de olsa, öyle değil mi? Belki de yoktu. Belki onun bile değillerdi.

      Kafam o bebeklere, ne kadar güzel ve tuhaf olduklarına takılmış halde oturma odasına döndüm. Flora’yı oturmuş, çiçekli bir çaydanlıktan fincanlara çay koyarken buldum. Ona oyuncak bebek koleksiyonunu sormak üzereydim ki bir şey beni durdurdu. Bana bakıp gülümsedi. “Oturduğun evi seviyor musun?” diye sordu çayını yudumlayarak. “Orada sizden önce oturan adam arkadaşımdı. Neredeyse elli yıl yaşadı o evde.”

      “Ya, sahiden mi? Vay canına… Adı neydi?”

      “Bert Moser. Ressamdı. İyi ressamdı. Eşiyle dört çocukları vardı. Şimdi hepsi kocaman oldular.”

      “Vay canına,” diye tekrarladım. “Doğrusu evimi çok seviyorum. Hepimiz çok seviyoruz.”

      “Daha önce nerede oturuyordunuz?”

      “Hammersmith’te. Orada yaşadığımız sırada bir kaza oldu, o yüzden dairemizi sattık.”

      “Demek öyle,” diye yanıtladı yavaşça. “Ne kazası peki?”

      Hemen çark ettim, yaşananların zehirli anısı aklıma her düştüğünde olduğu üzere kalbim deli gibi atıyordu.

      “Ah, öyle ciddi bir şey değil. Babam kendini pek iyi hissetmiyordu ama şimdi iyi. Tiyatro yönetmeni kendisi,” diye ekledim gururla, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak.

      Ona gerçeği söyleyemezdim: babamın olayın sadece küçük bir parçası olduğunu, hiçbirimizin bir süre iyi hissetmediğini, hatta bazılarımızın hâlâ daha toparlanmayı başaramadığını.

      “Evet, babanın ne iş yaptığını biliyorum,” dedi hafif esrarengiz bir edayla. “Annenle babana telefon etmek istiyordun değil mi?” diye ekledi eteğinin dizine gelen kısmını düzelterek.

      Ayağa fırladım. Onca heyecan içinde bunu unutmuştum. “Evet, lütfen.”

      Piyanonun ardındaki ufak bir masaya işaret etti. Yanında danışan olmamasını umut ederek annemi aradım. Birkaç sene önce terapist olarak çalışmaya başladığından beri akşam yemeğinden önce eve döndüğü nadirdi.

      Neyse ki telefonu açtı, ona anahtarımı evde unuttuğumu anlattım. “Şimdi neredesin?” diye sordu. “Beş dakika içinde bir danışanım gelecek, çok müsait değilim.”

      Ona nerede olduğumu söyledim. Hattın öbür ucunda bir sessizlik oldu. “Neredesin dedin?” diye sordu tekrar. Ardından boğazını temizledi. “Pekâlâ, bu konuyu sonra konuşuruz. Baban bir kırk dakikaya evde olmalı. Ona bir şekilde ulaşıp haber veririm.”

      Telefonu derhal kapadı.

      “Her şey yolunda mı?” diye sordu Flora.

      “Babam kırk dakika içinde evde olacak,” diye yanıtladım. “Umarım sizi tutmuyorumdur,” diye ekledim birden endişelenerek.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим


Скачать книгу