Fahrenheit 451. Рэй Брэдбери
>Ray Bradbury
Fahrenheit 451
Fahrenheit 451:
Kitap kâğıdının tutuşup yanma sıcaklığı…
Bu kitabı Don Congdon’a, minnetle adıyorum.
Sunuş
Bazen yazarlar henüz var olmayan bir dünya üstüne yazar. Bunu yapmamızın yüzlerce sebebi vardır. (Geriye değil ileriye bakmak iyidir. İnsanlığın seçmesini umduğumuz veya seçmesinden korktuğumuz bir yolu aydınlatma ihtiyacı duyarız. Geleceğin dünyası günümüzün dünyasından daha büyüleyici veya ilginçtir. Sizi uyarmaya ihtiyacımız vardır. Cesaretlendirmeye. İncelemeye. Hayal etmeye.) Yarından sonraki gün ve ondan sonraki tüm yarınlar üstüne yazmanın sebepleri, yazan insanlar kadar çok ve çeşitlidir.
Bu bir uyarı kitabıdır. Sahip olduğumuz şeylerin değerli olduğunu ve değer verdiğimiz şeylerin bazen kıymetini bilmediğimizi hatırlatır.
Henüz var olmayanın dünyasını yazma dünyasını (buna bilimkurgu veya spekülatif kurgu diyebilirsiniz; istediğiniz şekilde adlandırabilirsiniz) mümkün kılan üç ifade vardır ve bunlar basit ifadelerdir:
Ya şöyle olsa…?
Keşke…
Bu böyle sürerse…
“Ya şöyle olsa…?” ifadesi bize değişiklik verir, bizi hayatımızdan uzaklaştırır. (Ya yarın uzaylılar dünyaya inse ve bize istediğimiz her şeyi, ama bir bedel karşılığında verseler?)
“Keşke…” ifadesi yarının görkemli yönlerini ve tehlikelerini keşfetmemizi sağlar. (Keşke köpekler konuşabilseydi. Keşke görünmez olsaydım.)
“Bu böyle sürerse…” ifadesi üçü arasında en tahmin edici olanıdır, her ne kadar gerçek bir geleceği tüm karmakarışıklığı ve kargaşasıyla tahmin etmeye çalışmasa da. “Bu böyle sürerse…” ifadesi, bunun yerine günümüz hayatından bir unsuru, net, bariz ve normalde tedirgin edici bir şeyi alır ve o şey, o tek şey büyüse, her tarafa yayılsa, düşünme ve davranış tarzımızı değiştirse ne olacağını sorar. (Bu böyle sürerse, dünyanın her yerinde metin iletileriyle veya bilgisayarlarla iletişim kurulacak ve iki insanın birbiriyle doğrudan, makine kullanmadan konuşması yasaklanacak.)
Bu uyarı niteliğinde bir sorudur ve uyarı niteliğinde dünyaları keşfetmemizi sağlar.
İnsanlar spekülatif kurgunun geleceği tahmin etmekle ilgili olduğunu – yanlış bir şekilde— düşünür, oysa bu doğru değildir; veya doğruysa bile, spekülatif kurgu bu işi hiç becerememe eğilimindedir. Gelecekler birçok unsur ve bir milyar değişkenle birlikte gelen muazzam şeylerdir ve insan ırkının geleceğin ne getireceğine ilişkin tahminleri dinledikten sonra bambaşka bir şey yapmak gibi bir alışkanlığı vardır.
Spekülatif kurgunun gerçekten iyi olduğu alan gelecek değil şimdiki zamandır… şimdiki zamanın tedirgin eden veya tehlikeli bir öğesini alıp genişleterek ve ondan yola çıkıp tahminde bulunarak, bu öğeyi bu zamanın insanlarının yaptıkları şeyi farklı bir açıdan ve farklı bir yerden görmelerini sağlayacak şekilde dönüştürmektir. Uyarı niteliğindedir.
Fahrenheit 451 spekülatif kurgudur. Bir “Bu böyle sürerse…” öyküsüdür. Ray Bradbury bizim geçmişimiz olan kendi şimdiki zamanı hakkında yazıyordu. Bizi bir şeyler konusunda uyarıyordu; bunların bazıları barizdir, bazılarınıysa aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra görmek daha zor.
Dinleyin.
Birileri size bir öykünün neyle ilgili olduğunu söylerse, muhtemelen haklıdırlar.
Öykünün yalnızca bununla ilgili olduğunu söylerlerse, kesinlikle yanılıyorlardır.
Herhangi bir öykü pek çok şeyle ilgilidir. Yazarla ilgilidir; yazarın gördüğü, uğraştığı ve içinde yaşadığı dünyayla ilgilidir; seçilen sözcüklerle ve bu sözcüklerin kullanım tarzıyla ilgilidir; öykünün kendisiyle ve öyküde olup bitenlerle ilgilidir; öyküdeki insanlarla ilgilidir; polemiktir; kanıdır.
Bir yazarın bir öykünün neyle ilgili olduğuna ilişkin fikirleri her zaman için geçerli ve doğrudur: Sonuçta kitap yazılırken yazar oradaydı. O her sözcüğü bulmuştur ve bir başka sözcük yerine belirli bir sözcüğü kullanmasının sebebini bilir. Ama yazar döneminin ürünüdür ve kitabının tam olarak nelerle ilgili olduğunu o bile göremez.
1953’ten beri yarım yüzyıldan fazla zaman geçti. 1953 Amerikası’nda, göreceli olarak yeni olan radyo aracı şimdiden oldukça gözden düşmüştü… hükümdarlığı otuz sene kadar sürmüştü, ama şimdi yeni ve heyecan verici olan televizyon aracı yükselişteydi ve radyonun dramlarıyla komedileri ya tamamen sona eriyor ya da kendilerini “aptal kutusunda”, görselliğin katılmasıyla yeniden icat ediyorlardı.
Amerika’nın haber kanalları, çocuk suçlular… tehlikeli araba kullanan ve heyecan için yaşayan ergenler konusunda uyarıda bulunuyordu. Soğuk Savaş sürmekteydi… Rusya ve müttefikleriyle Amerika ve müttefikleri arasında süren bu savaşta kimse bomba veya mermi atmıyordu, çünkü bomba atmak dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’na, geri dönüşü olmayan bir nükleer savaşa sokabilirdi. Gizli Komünistleri saptamak için senato soruşturmaları yapılıyor, çizgi romanların kökünü kazımak için adımlar atılıyordu. Ve akşamları aileler televizyonun başında toplanıyordu.
1950’lerde şu espri yapılıyordu: “Eskiden kimin evde olduğunu ışıklarının açık olmasından anlayabilirdiniz; şimdiyse ışıklarının kapalı olmasından anlaşılıyor.” Televizyonlar küçüktü, siyah beyazdı ve net bir görüntü elde etmek için ışıkları kapamak gerekiyordu.
Ray Bradbury, “Bu böyle sürerse… artık kimse kitap okumayacak,” diye düşündü ve böylece Fahrenheit 451 başladı. Bradbury daha önce, sırf yürüyor diye polis tarafından tutuklanan bir adamla ilgili olan “Yaya” adlı bir öykü yazmıştı. Bu öykü Bradbury’nin kurmakta olduğu dünyanın parçası haline geldi, on yedi yaşındaki Clarisse McLellan da kimsenin yürümediği bir dünyadaki bir yaya oldu.
Bradbury, “Ya şöyle olsa… itfaiyeciler evleri kurtarmak yerine onları yaksa?” diye düşündü; şimdi öykünün içine girmenin yolunu bulmuştu. Bir kitabı yakmak yerine alevlerden kurtaran, Guy Montag adlı bir itfaiyeci yarattı.
“Keşke… kitaplar kurtarılabilse,” diye düşündü. Bütün fiziksel kitapları yok ederseniz, onları nasıl kurtarabilirsiniz?
Bradbury “İtfaiyeci” adlı bir öykü yazdı. Bu öykü daha uzun olmayı talep ediyordu. Bradbury’nin yarattığı dünya daha fazlasını talep ediyordu. UCLA’in Powell Kütüphanesi’ne gitti. Bodrumda saatlik olarak, yan tarafındaki kutuya bozuk para atmak suretiyle kiralanabilen daktilolar vardı. Ray Bradbury parasını kutuya atıp öyküsünü yazdı. Hayal gücü zayıfladığında, desteğe ihtiyaç duyduğunda, bacaklarını çalıştırmak istediğinde kütüphanede gezinip kitaplara bakıyordu.
Sonra öyküsü tamamlandı.
Los Angeles İtfaiye Teşkilatı’nı arayıp, kâğıdın kaç derecede yandığını sordu. Birisi ona, "Fahrenheit 451,” dedi. Bradbury kitabının ismini bulmuştu. Bu bilginin doğru olup olmaması önemli değildi.
Kitap yayımlandı ve övgü topladı. İnsanlar kitaba bayılmıştı ve onun üstüne tartışıyorlardı. Sansürle, zihin kontrolüyle, insanlıkla ilgili bir roman, diyorlardı. Devletin hayatlarımızı kontrol etmesiyle ilgili. Kitaplarla ilgili.
Kitap, François Truffaut tarafından filme çekildi; ancak filmin sonu, Bradbury’nin romanının sonuna kıyasla daha karanlık görünür… sanki kitapları hatırlamak Bradbury’nin hayal ettiği gibi bir güvenlik ağı değil, kendi içinde bir başka çıkmaz yoldur belki.
Fahrenheit 451’i çocukken okudum: Guy Montag’ı anlamadım, yaptığı şeyleri yapmasının sebebini anlamadım, ama onu harekete geçiren kitap sevgisini anladım. Kitaplar hayatımdaki en önemli şeydi. Duvar-ekranlı dev televizyonlar, televizyondaki insanların benimle konuşacağı ve elimde senaryo olursa iştirak edebileceğim fikri kadar fütürist ve inanılmazdı. Fahrenheit asla favorilerim arasında