Yazgi . Морган Райс
pek kulak asmamıştı. Şu anda bu yüzden çok pişmandı.
Vampir rahip Caitlin’i yandaki bir kapıdan geçirdi ve Ca- itlin kendini taş merdivenlerden inerken buldu. Kemerli bir Orta Çağ geçidinden ilerlerlerken rahip meşaleleri yakmaya devam ediyordu.
“Geri geleceklerini sanmıyorum” dedi yürüdükleri sıra- da başka bir girişi kaparken. “Seni bulmak için köyü arayıp tarayacaklar ve seni bulamadıklarında evlerine geri dönecek- lerdir. Her zaman böyle yaparlar.”
Caitlin burada kendini güvende hissediyordu ve yar- dımları için bu adama minnettardı. Ona neden yardım et- tiğini, onun uğruna neden hayatını tehlikeye attığını me- rak ediyordu.
“Çünkü ben senin türündenim” dedi adam dönüp ona bakarak, gözlerinin mavisi Caitlin’i delip geçiyordu.
Caitlin diğer vampirlerin zihnine ne kadar kolay erişebil- diğini sürekli unutuyordu.
“Hepimiz kiliselerden korkarız diye bir şey yok” dedi ra- hip onun düşüncelerine cevap vererek. “Irkımızın bölünmüş olduğunu biliyorsun. Bizim türümüz -yani iyi olan tür- kili- selere ihtiyaç duyar. Buralara yerleşiriz.”
Bir koridordan dönüp bir başka kısa merdivenden daha indiklerinde Caitlin nereye gitmekte olduklarını merak etti. Aklından o kadar fazla soru geçti ki önce hangisini soracağı- nı bilmiyordu. “Neredeyim ben?” diye sordu ve tam o anda fark etti ki tanışmalarından beri bu ona söylediği ilk şeydi. Aklındaki tüm sorular bir çırpıda dökülüverdi. “Hangi ülke- deyim? Hangi yıldayız?”
Yürümeye devam ederlerken rahip gülümsedi. Yüzündeki ince çizgiler iyice belirginleşmişti. Kısa, narin, beyaz saçlı, tıraşlı ve büyükbaba görünümlü bir adamdı. Rahiplere has zarif bir örtü kuşanmıştı ve bir vampir için bile yaşlı gözükü- yordu. Onun kaç asırdır bu dünya üzerinde olduğunu me- rak etti. Ondan dışarı yansıyan bir nezaket, sıcaklık seziyor ve onun yanında kendini oldukça huzurlu hissediyordu.
Rahip, “Çok sorun var” dedi sonunda gülümseyerek. “Anlıyorum. Bu kadarı senin için çok fazla. Pekâlâ, ilk başta, şu an Umbria’dasın. Assisi’nin küçük bir kasabası.”
Caitlin oranın nerede olduğunu bulmak için kafasını zor- ladı. “İtalya mı?” diye sordu.
“Gelecekte evet, bu bölge İtalya adını alacak bir ülkenin parçası olacak fakat şu an değil. Hâlâ bağımsızız. Unutma” derken gülümsedi, “o köylülerin kıyafetlerinden ve hallerin- den de anlamış olabileceğin gibi artık 21. yüzyılda değilsin.”
“Hangi yıldayız?” diye sordu Caitlin, neredeyse alacağı cevaptan korkuyordu. Kalbi daha hızlı çarpmaya başladı.
“18. Yüzyıldasın” diye yanıt verdi. “Daha kesin olmak ge- rekirse 1790 yılında.”
1790, Assisi, Umbria, İtalya.
Bu düşünce ona fazla geldi. Her şey gerçeküstü geliyor- du, rüyadaymış gibi. Bunun gerçek olduğuna, bu zaman ve mekânda olduğuna inanamıyordu. Zaman yolculuğu gerçek- ten işe yaramıştı. Ardından biraz rahatladı. Düşebileceği tüm zaman ve mekânları düşününce 1790 İtalya’sı çok rahatsız edici durmuyordu. Tarih öncesi dönemlere dönmemişti en azından. “Neden o insanlar beni öldürmeye çalışıyordu? Ve sen kimsin?”
“Tüm ileri yönlerimize rağmen bu çağ hâlâ baskıcı ve ba- tıl inançlı bir zaman” dedi. “Bu lüks ve eğlence çağında ne yazık ki hâlâ bize karşı korku içinde yaşayan bir dolu insan var. Görüyorsun ki Assisi’nin bu küçük dağ kasabası her za- man türümüz için bir barınak olmuştur. Burası vampirlerle dolu ve her zaman da öyleydi. Bizim türümüzden vampirler sadece onların çiftlik hayvanları üzerinden beslenir. Yine de zaman geçtikçe köylüler duruma anlamaya başlıyor. Bazen birimizi açığa çıkarırlar ve böyle olduğunda durum katlanıl- maz hale gelir. O yüzden arada sırada bizi gömmelerine izin veririz. Onların aptal insani törenlerini gerçekleştirip bizden kurtulduklarını sanmalarına müsaade ederiz. Onlar kafala- rını çevirdiğindeyse tekrardan kalkar ve hayatımıza devam ederiz. Ne var ki bazen bir vampir çok erken kalkmaya ça- lışır, yahut kalkarken biri görür ve sonra kalabalık toplanır. Bu şeyler hep olur. Türümüzün üstüne istenmedik bir dik- kat çeker fakat sadece geçici olarak.”
“Üzgünüm” dedi Caitlin kendini kötü hissederek.
“Üzülme” dedi. “Bu senin ilk zaman yolculuğundu. Bunu kontrol edemezdin. Alışmak biraz zaman alır. En iyilerimiz bile zamanda geri gitmeyi iyi kontrol edemez. Her defasında kendimizi ne zaman ve nerede bulacağımız muammadır. Sen iyi iş çıkardın” dedi nazikçe elini Caitlin’in bileğine koyarak. Başka bir koridordan daha geçtiler, bu seferkinin alçak kub- beli bir tavanı vardı. “Hem o kadar da kötü gitmedi işlerin” diye ekledi. “Ne de olsa buraya gelmeyi akıl edebildin.”
Caitlin arazide koşarken kiliseyi fark ettiği zamanı hatırla- dı. “Sanki gelmem gereken yer burasıymış gibi hissettim” diye cevapladı. “Gördüğüm ilk binaydı ve bir kale gibi duruyordu.”
Adam gülümseyerek kafasını salladı. “Vampir dünyasında tesadüf diye bir şey yoktur” dedi. “Her şey yazgıya bağlıdır. Sana güvenli gözüken bir bina bir başkasına zayıf gözükebi- lir. Hayır, sen burayı bir sebepten ötürü seçtin. Çok özel bir sebepten ötürü. Ve bana geldin.”
“İyi de sen bir rahipsin.”
Adam, hafifçe kafasını salladı. “Hâlâ çok gençsin ve öğ- renecek çok şeyin var. Bizim kendi dinimiz, kendi inancı- mız vardır. Kiliseninkinden pek farklı değildir. Bir kişi hem vampir olup hem de dinî hayatın içinde olabilir. Özellikle de bizim türümüzden olan vampirler” dedi. “Ben insanlara günlük ruhani hayatlarında yardım ediyorum. Ne de olsa insan olan rahiplerden farklı olarak bu dünya üzerinde ge- çirdiğim binlerce yılın avantajı ve bilgeliği var. İnsanlar on- ların türünden olmadığımı bilmiyor. Tüm bildikleri kasaba- nın rahibi olduğum ve hep olageldiğim.”
Söylenenleri birleştirmeye çalışan Caitlin’in aklı karıştı. Bir vampir rahip imgesi ona çok ironik geliyordu. Bir vam- pirin dinî anlayışı, kiliseyle birlikte çalışması… Her şey çok tuhaf duruyordu. Tüm bunlar ne kadar büyüleyici olursa ol- sun, gerçekten öğrenmek istediği şey vampirler, kiliseler ya da din hakkında değildi. Caleb’den haber almak istiyordu. Yolculuktan canlı çıkmış mıydı? Yaşıyor muydu? Neredey- di? Ve çocukğunun akıbetini öğrenmek istiyordu delicesine. Hâlâ hamile miydi? Bebek hayatta kalmış mıydı? Bu soruları çok kuvvetli bir şekilde aklından geçirip rahibin onları birer birer cevaplamasını umdu ama o bunu yapmadı.
Caitlin onun, düşüncelerini duyduğunu ve cevap ver- memeyi seçtiğini biliyordu. Onu soruları sesli bir şekilde sormaya zorluyordu. Ve muhtemelen onun da bildiği gibi, bunlar sormaya korktuğu sorulardı.
“Peki ya Caleb?” diye sordu sonunda sesi titreyerek. Bebe- ğiyle ilgili bir şey soramayacak kadar tedirgindi. Caitlin dö- nüp ona baktığında adamın yüzündeki gülümsemenin silin-diğini, hafif bir çekingenlik ifadesinin yerleştiğini gördü. İçi karardı. Lütfen, dedi içinden. Lütfen bana kötü haber verme.
“Bazı şeyleri kendi başına bulmalısın” dedi adam. “Bazı şeyleri sana benim söylememem gerekir. Bu yalnız senin yapmak zorunda olduğun bir yolculuk.”
“İyi de o burada mı?” diye sordu umutla. “Başarabildi mi?”
Onunla yan yana yürüyen rahibin dudakları kısıldı. So- runun cevaplanmamış bir şekilde havada asılı kalmasına izin verdi, zaman sanki hiç geçmiyordu.
Sonunda başka bir merdivenliğin