Bir Şeref Haykırışı . Морган Райс

Bir Şeref Haykırışı  - Морган Райс


Скачать книгу
bir tıkırtı duyunca, hızla arkasına döndü ve karşısında manzarayı görünce korkuyla gözlerini derhal yumdu.

      “Aç gözlerini, oğlum!” dedi birisi kükrer gibi.

      Gareth titreyerek gözlerini açtı; babasının bir ceset halinde, çürümeye başlamış, başında paslı bir taçla, elinde paslı bir asayla orada durduğunu görünce afallamıştı. Babası tıpkı hayatta olduğu zamanlardaki gibi onu azarlar gibi bakıyordu.

      “Kana karşılık kan,” dedi babası.

      “Senden nefret ediyorum!” diye bağırdı Gareth. “SENDEN NEFRET EDİYORUM!” dedi tekrar ve belindeki hançeri çekip babasına saldırdı.

      Ona vardığında, hançeri öne salladı, ama hançer havayı delip geçince Gareth odada tökezledi.

      Gareth hızla arkasına baktı, ama görüntü gitmişti. Yatak odasında yalnızdı. Başından beri yalnızdı. Aklını mı yitiriyordu?

      Derhal odanın diğer tarafına koştu, giysi dolabından titreyen elleriyle bir haşhaş piposu çıkardı ve bunu telaşla yakıp tekrar tekrar, derin derin içine çekti. Uyuşturucunun sistemine yayıldığını, bir an için doruk noktasında kafasının iyi olduğunu hissetti. Son zamanlarda, daha çok haşhaş içmeye başlamıştı ve babasının görüntüsünü zihninden atmasına yarayan tek şey bu gibiydi. Gareth için orada olmak bir işkenceden farksızdı. Babasının hayaleti acaba o duvarların arasına mı sıkışmıştı, sarayı başka bir yere mi taşışa diye düşünüyordu. Zaten o binayı yerle bir olmuş görmek hoşuna giderdi. Orası nefret ettiği çocukluğuna dair her türlü anıyı barındırıyordu.

      Soğuk terler dökerken tekrar pencereye döndü ve elinin tersiyle alnını sildi.  Aşağıdakileri izledi. Ordu yaklaştı; Thor o mesafeden bile belli oluyordu; o aptal insanlar onu bir kahramanmış gibi karşılamak için akın akın oraya gidiyordu. Bu manzara Gareth’ı öfkeden delirtiyor, kıskançlıktan kavuruyordu. Eyleme geçirdiği her plan çökmüştü: Kendrick serbest kalmıştı; Thor hayattaydı; Godfrey bile nasıl olduysa bir atı öldürebilecek kadar kuvvetli zehirden kurtulmayı başarmıştı.

      Ama bir yandan da işe yarmış olan planları da vardı: En azından, Firth ölmüştü ve babasını öldürdüğüne dair hiçbir şahit kalmamıştı. Gareth rahatlayarak içine derin bir nefes çekti ve işlerin göründüğü kadar da kötü olmadığını düşündü. Ne de olsa, Nevarunların konvoyu hala Gwendolyn’i Halka’nın korkunç bir köşesine götürmek ve evlendirmek üzere yoldaydı. Gareth bunu düşününce gülümsedi, kendini daha iyi hissetmeye başladı. Evet, en azından, Gwendolyn’den kısa bir sure sonra kurtulacaktı.

      Gareth’ın vakti vardı. Kendrick’le, Thor’la ve Godfrey’le başa çıkmanın başka yollarını bulacaktı; her birini öldürmek için türlü türlü planı vardı. Dahası, bunları gerçekleştirebilmek için dünyanın zamanına ve gücüne sahipti. Evet, bu raundu onlar kazanmıştı, ama bir sonrakini kazanamayacaklardı.

      Gareth bir inleme daha duyunca, yine hızla arkasına döndü, ama odada hiçbir şey görmedi. Oradan çıkması gerekiyordu. Buna artık tahammül edemiyordu.

      Dönüp hızla kapıya yöneldi, kapı o açmadan her hareketini dikkatle izleyen uşakları tarafından açıldı.

      Gareth babasının pelerinini ve tacını giydi, asasını aldı ve koridorda sert adımlarla ilerlemeye koyuldu. Yüksek kemerli bir tavanı ve mozaikli pencereleri olan, sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanmış şık bir taş oda olan özel yemek odasına varana dek koridorlarda yürüdü. Açık kapının önünde iki uşak bekliyordu, bir diğeri de masanın başında duruyordu. Uzun bir ziyafet masasıydı; uzunluğu elli fite varıyordu ve her iki tarafına düzinelerce sandalye yerleştirilmişti. Gareth yaklaşırken uşak onun babasının defalarca oturduğu eski meşe sandalyeyi onun için çekti.

      Gareth oturunca, o odadan ne kadar nefret ettiğini fark etti. Çocukluğunda nasıl tüm ailenin etrafına dizildiği masada oturmaya zorlandığını, babası ve annesi tarafından nasıl azarlandığını hatırladı. Artık oda son derece tenhaydı. Orada ondan başkası yoktu… Ne erkek ya da kız kardeşleri, ne de ebeveynleri veya arkadaşları vardı. Danışmanları bile yoktu. Son birkaç gün içinde, kendini herkesten uzaklaştırmayı başarmıştı ve artık yalnız yemek yiyordu. Zaten öyle olmayı da tercih ediyordu. Babasının hayaletini orada o kadar sık görmüştü ki, bunu başkalarının yanında korkuyla çığlık atarak belli etmekten utanır hale gelmişti.

      Gareth uzanıp sabah çorbasından bir yudum aldı; sonra, aniden gümüş kaşığı tabağa fırlattı.

      “Bu çorba yeteri kadar sıcak değil!” diye bağırdı.

      Aslında, çorba sıcaktı, ama onun sevdiği gibi kaynar değildi ve Gareth etrafında bir hata daha yapılmasına izin vermeyecekti. Uşaklardan biri hemen yanına geldi.

      “Özür dilerim, efendim,” dedi uşak başını önüne eğip kâseyi alırken. Ama Gareth kâseyi kaptığı gibi, sıcak çorbayı uşağın suratına fırlattı.

      Uşak sıcak çorbadan yanmış bir halde çığlık atarak gözlerini tutu. Gareth sonra kâseyi kavradı, başının üstüne kaldırdı ve adamın kafasına indirdi.

      Adam bu sefer kanlar içinde kalan başını tutarak bir çığlık attı.

      “Götürün onu buradan!” diye bağırdı Gareth diğer uşaklara.

      Adam temkinle birbirlerine baktılar, sonra tereddütle emir yerine getirdiler.

      “Onu zindanlara atın!” dedi Gareth.

      Titreyerek tekrar yerine otururken, geride Gareth’a doğru ürkek adımlarla yürüyen tek bir uşak kalmıştı.

      “Efendim,” dedi adam gergin bir hadle.

      Gareth öfkeden çıldırmış bir biçimde ona baktı. Ona bakarken, babasının dimdik birkaç sandalye ötede oturduğunu, suratında pis bir gülümsemeyle ona baktığını fark etti. Gareth bakışlarını kaçırmaya çalıştı.

      “Çağırmış olduğunuz Lord size görmeye geldi,” dedi uşak. “Essen bölgesinden Lord Kultin. Dışarıda bekliyor”.

      Gareth uşağının ne dediğini yeni anlamış gibi göklerini birkaç kez kırpıştırdı. Lord Kultin. Evet, onu hatırlamıştı.

      “Derhal içeri al,” dedi Gareth.

      Uşak eğilip selam verdi ve hızla dışarı koştu; kapıyı açtığında, içeri uzun siyah saçları, buz gibi ifadeli siyah gözleri ve uzun siyah bir sakalı olan sert görünümlü, iri yarı bir savaşçı girdi. Tepeden tırnağa zırh içindeydi ve üstünde bir pelerine vardı; kemerinin iki yanında iki uzun Kılıç asılıydı ve her an kendisini korumaya veya saldırmaya hazırmış gibi ellerini kılıçlarının üstüne dayamıştı. Kendisi de çok öfkeli gözüküyordu, ama Gareth adamın öyle olmadığını biliyordu. Lord Kultin her zaman, babasının zamanından beri öyle gözükürdü.

      Kultin Gareth’a doğru yürüdü ve tepesine dikildi; Gareth eliyle boş bir sandalyeyi işaret etti.

      “Otur,” dedi.

      “Ayakta duracağım,” dedi Kultin kısaca.

      Kultin kaşlarını çatıp ona baktı; Gareth adamın sesindeki gücü duydu ve bu Lord’un diğerlerine benzemediğini anladı. Sertti, kana susamıştı ve en ufak bir olayda herhangi birisini ve bir şeyi öldürmeye hazırdı. Tam Gareth’ın etrafında olmasını istediği türden bir adamdı.

      Gareth gülümsedi; o gün ilk kez keyfi yerine gelmişti.

      “Seni neden çağırdığımı biliyorsun, değil mi?” diye sordu Gareth.

      “Tahmin


Скачать книгу