Kahramanların Görevi . Морган Райс
devriyelerimiz geçtiğimiz haftalar boyunca Kanyon’u aşmaya çalışan birçok kişiyle karşılaştı. Barbarların topyekûn bir saldırıya hazırlandıklarına dair işaretler var.”
Danışmanların arasında sessiz bir fısıldaşma oldu. MacGil de duydukları karşısında tedirgin oldu. Enerji kalkanı her ne kadar aşılamaz olsa da, bu olanlar hayra alamet değildi.
“Peki ya böyle bir saldırı olursa?”
“Kalkan devrede olduğu sürece korkmamız gereken bir şey yok. Yüzlerce yıldır kimse onu aşmayı başaramadı. Aksinin olacağını gösteren bir durum da şimdilik yok.”
MacGil bundan o kadar emin değildi. Halka’nın dışından gelebilecek bir saldırı uzun zamandır bekleniyordu. O yüzden MacGil bunun ne zaman gerçekleşeceğini düşünmekten kendini alamadı.
Genizden gelen sesiyle Firth, “Lordum” dedi. “Şunu söylemek zorundayım ki sarayınız, McCloud krallığının önde gelenleriyle dolmuş durumda. Düşmanınız olsun veya olmasın, şu an onlarla iyi geçinmezseniz, bunu hakaret olarak algılayabilirler. Öğleden sonranızı hepsiyle tek tek selamlaşmak için geçirmenizi tavsiye ederim. Bu rütbelilerin yanında geniş bir maiyet var ve söylenene göre bu insanların birçoğu casus.”
MacGil, “Casusların çoktan burada olmadığını kim söyleyebilir ki?” diye sordu. Her zaman şüphelendiği Firth’ü tekrar dikkatle inceledi.
Firth tam cevap vermek için ağzını açıyordu ki artık iyice sıkılan MacGil elini havaya kaldırarak, onu susturdu. “Eğer tüm diyecekleriniz bu kadarsa, artık kızımın düğününe katılmak için ayrılmam gerek.”
Kelvin, “Lordum,” dedi. “Son bir şey daha var; en büyük çocuğunuz evlendirildiğinde uyulması gereken geleneğimiz. Şimdiye kadar tüm MacGil’ler böyle günlerde kendilerine bir halef seçmişlerdir. İnsanlar sizden de aynısını bekleyeceklerdir. Çoktan aralarında tartışmaya başladılar bile. Onları hayal kırıklığına uğratmanızı tavsiye etmem. Özellikle Hanedan Kılıcı halen yerindeyken.”
MacGil, “En verimli çağımdayken kendime bir halef seçmemi mi istiyorsun?” diye sordu.
Şaşıran Kelvin, “Saygısızlık etmek istemiştim, Lordum” dedi.
MacGil elini kaldırdı. “Geleneği biliyordum. Doğrusu, ben de bugün bir isim vermeyi düşünüyordum.”
Firth, “Kim olduğunu önce bize söylemeniz mümkün mü?” diye sordu.
Kaşlarını çatarak adama bakan MacGil sinirlenmişti. Bu geveze herife hiç güvenmiyordu.
“Zamanı geldiğinde öğrenirsin.”
Ayağa kalkan MacGil’e odadaki herkes eşlik etti. Eğilerek onu selamladıktan sonra hızla odadan ayrıldılar. MacGil uzun bir süre yerinden kıpırdamadan düşüncelere daldı. İşte böyle günlerde kral olmaktan nefret ederdi.
Tahtından inen Macgil’in botlarının çıkardığı sesler odada yankılandı. Meşe kapıyı tek başına açtıktan sonra, yandaki başka bir kapıdan içeri girdi.
Girdiği bu rahat odanın sunduğu sessizlik ve huzuru her zaman memnuniyetle karşılardı. Yüksek ve kemerli bir tavana sahip bu odanın uzunluğu baştan sonra en fazla otuz metreydi. Duvarların birindeki küçük bir vitray haricinde odanın tamamı taştandı. Vitrayın sarı ve kırmızı camından içeri akan ışıklar bomboş odadaki tek bir cismi aydınlatıyorlardı.
Hanedan Kılıcı.
Kılıç, odanın tam ortasındaydı. Yerleştirildiği demir ayaklı masanın üzerine, karşısındakini baştan çıkarmaya çalışan bir kadın gibi uzanmıştı. MacGil çocukluğundan beri yaptığı gibi ona yavaşça yaklaştıktan sonra, etrafından dönerek, incelemeye başladı. Hanedan Kılıcı. Tüm krallığın gücünü aldığı bu efsanevi kılıç, bir nesilden diğerine aktarılırdı. Onu yerinden kaldıracak güçte olacağı söylenen Seçilmiş Olan’ın, ömrünün sonuna kadar tüm krallığı yöneteceğine, ayrıca Halka’yı iç ve dış, tüm tehlikelerden koruyacağına inanılırdı. Büyürken hakkındaki efsaneleri dinlemeyi çok sevdiği bu kılıcı, kral olduğu zaman kaldırmayı denemişti. Sadece MacGil soyundan gelen kişilerin el sürmesine izin verilen bu efsanevi kılıcı, kendisinden önceki tüm krallar gibi o da yerinden hareket ettirememişti. Oysaki bu güce sahip olduğundan ve bu görev için seçilenin kendisi olacağından çok emindi.
Fakat yanılmıştı. Tıpkı kendinden önceki tüm MacGil’ler gibi. Ve sanki bu başarısızlığı, yıllar içinde tüm krallığına bir leke gibi sürünmüştü.
Şimdiye kadar kimsenin yapısını anlayamadığı gizemli bir metalden yapılmış olan kılıcı dikkatli inceledi. Kökeni ise hepten belirsiz olan bu kılıç için kimileri bir deprem sırasında yeryüzünden yükseldiğini söylerlerdi.
MacGil için bu kılıca bakmak her zaman acı verici bir deneyimdi. Belki iyi bir kraldı; fakat kesinlikle Seçilmiş Olan değildi. Halkı da bunu bilirdi. Düşmanları da. Ne kadar iyi bir kral olursa olsun, asla Seçilmiş Olan olamayacaktı.
Zaten olsaydı, sarayındaki huzursuzluğun ve ona karşı hazırlanan entrikaların epey azalacağından şüphesi yoktu. Halkı ona daha fazla güvenirken, saldırmak, düşmanlarının aklına bile gelmeyecekti. İçten içe kılıcın ortadan kaybolmasını ve bu efsanenin unutulmasını istiyordu. Ancak bunun asla gerçekleşmeyeceğinin de farkındaydı. İşte efsaneler güçlerini de, lanetlerini de bundan alırlardı. Bir ordudan bile güçlü oluşlarından.
En az bininci kez kılıcı inceleyen MacGil, her zamanki gibi onu yerinden kaldıracak kişinin kim olduğunu merak etti. Onun kanından gelen kim böylesi bir güce sahip olacaktı? Kendine bir halef seçmesi gerektiğini hatırlayan MacGil, acaba içlerinden birinin yazgısında bu kılıcı kaldırmak var mıdır, diye düşündü.
Aniden, “O kılıcın yükü çoğu ağırdır.” diyen bir ses duydu.
Hızla o yöne dönen MacGil, küçük odada başka birinin daha olmasına şaşırmıştı.
Argon kapının yanında dikiliyordu. Sesi duyduğu an kime ait olduğunu anlayan MacGil, toplantıya zamanında gelmeyen Argon’a kızgın olmasına kızgındın, ancak adamın bu ani belirişi karşısında memnun olmuştu.
MacGil, “Geç kaldın” dedi.
Argon, “Senin zaman kavramın bana bir şey ifade etmiyor” diye cevapladı.
MacGil bakışlarını tekrar kılıca döndürdü.
MacGil içten bir sesle“Onu kaldırabileceğimi hiç düşünmüş müydün?” dedi. “Kral olduğum o gün?”
Argon kesin bir sesle, “Hayır” dedi.
MacGil dönerek, adama baktı.
“Kaldıramayacağımı biliyordun değil mi? Bunu öngörmüş müydün?”
“Evet.”
MacGil bunun üzerine düşünmeye başladı.
“Bu kadar net cevaplar verdiğin zamanlar bir tedirginlik hissediyorum. Normalde böyle değilsindir.”
MacGil, sessizliğini koruyan Argon’un cevap vermeyeceği anladı.
MacGil, “Bugün varisimi belirliyorum” diye devam etti. “Onu böylesi bir günde belirlemek bana manasız geliyor. Bir kralın çocuğunun düğünden alacağı zevki ortadan kaldırıyor.”
Argon, “Belki bir kralın böylesi şeylerden fazla zevk almaması gerekir” diye cevapladı.
Kendini savunmaya çalışan MacGil, “Fakat hüküm süreceğim yıllar henüz çok fazla”